Yorgundular, üşüyor ve açlıkla mücadele ediyorlardı. Savaşın tüm yoğunluğuyla sürdüğü cephede, hendekleri aşarak ilerlerken düşman askerlerinin cesetleriyle karşılaştılar. Onları gömmeye ne halleri, ne de vakitleri vardı. Eşyalarının arasında sığır eti konserveleri olduğunu farkettiklerinde hızla karınlarını doyurup savaşmak üzere yollarına devam ettiler.
Aradan otuz beş sene geçmiş olmasına rağmen bu dinamiği dünmüş gibi hatırlayan eski muharip o gün bugündür sığır eti konservesini ağzına götüremiyor: "...Çünkü insan öldürdüğüm aklıma geliyor!"
37. İstanbul Film Festivali'nin programında yer alan Savaş Tiyatrosu (Theater of War) adlı belgesel, genç yaşta Malvinas/Falklands cephesine yollanmış askerlerin savaş travmasını etkin bir şekilde yansıtıyor. Bu sene 6-17 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek, geniş belgesel spektrumuna sahip etkinliğe gayet güncel ve küresel bir katkı sağlayan eserin yönetmeni Arjantinli sanatçı Lola Arias.
Görsel sanat, tiyatro, yazarlık gibi alanlarda da becerisini sergilemiş Arias kurmaca ile belgesel sinema arasında gezinip çeşitli ifade şekillerini kullanırken seyirciyi düşündürüyor, deneysel tavrıyla tarih konulu geleneksel belgesellerin çok ötesine varıyor.
Düşman mitolojisi
Birleşik Krallık'ta Thatcher çığırından çıkmış kapitalizmin acımasız yaptırımlarıyla halkı ezerken, Arjantin'de askerî cunta memlekete kan kusturuyordu. Dikkati başka yönlere çekip gündemi değiştirecek, mlliyetçi duyguları şahlandırarak vatandaşa esas meseleleri unutturacak savaş biçilmiş kaftandı.
Günümüzde bile statüsü tartışmalı olmayı sürdüren Malvinas/Falklands savaşı adeta danışıklı bir dövüş gibi patladı. İki taraf da aslında hazır değildi, kabak her zamanki gibi cephede savaşanların başına patlayacaktı. Okyanusun ortasındaki adalarda kahramanlık destanı yazmak için cepheye sürülmüşlerdi, fakat bunun bir piknik olmadığı kısa zamanda anlaşıldı.
Yetmiş dört gün sürdüğü belirtilen ve 1000 kişinin kurban edildiği savaşta görünür galibi Birleşik Krallık'tı: Demir Leydi bir sonraki seçimde uzun zamandır görülmemiş bir zafer kazandı (öldüğünde sevinçle zıplayanları da unutmamak lazım!), Arjantin darbecileri ise bir daha toparlanamadı (kayıplarını arayan Arjantinli büyükkanelerin mücadelesi sürüyor).
Zaten filmin derdi bu değil. Mevzu, aradan geçen uzun yıllara rağmen savaşın askerler üzerinde bıraktığı izler ve mevzubahis izlerin hayatlarının sonuna kadar onları takip edeceği. Savaştan yıllar boyunca kimseye bahsedememenin yükü, ölme korkusunun yanında öldürme korkusunun ağırlığı, ölüm anına şahit olunan düşman askerinden bahsederken kamera karşısında gözlerin dolmasından duyulan utanç ve diğer eski muharipler tarafından dışlanma tasası...
Özellikle Arjantin'de, savaş sonrası işini kaybetmiş, psikolojik destekten mahrum ve o zamanlar gazi maaşı da bağlanmamış genç adamlar başlarının çaresine bakmak zorunda kaldılar, antidepresan ve uyku hapı kullandılar, canına kıyan da oldu. Devamlı rüyalarına giren, hatta gündelik hayatta gözünde canlanan deforme olmuş bir ceset kafasıyla baş edebilmek kolay olmasa gerek...
Malvinas mı, Falklands mı?
1974 Kıbrıs savaşında olduğu gibi bir tarafın işgal, diğer tarafın Barış Harekâtı olarak adlandırdığı dinamikle benzerlikler taşıyan Malvinas/Falklands hüsranı kangren olmayı sürdürüyor. Lola Arias kendine has, otoriter tavrıyla hem eski muharipleri, hem de seyirciyi etkisi altına alıp hipnotize ediyor. Çatışmaların iki tarafında yer almış üçer askerle yola çıkıp savaşın birey üzerindeki etkilerini ustalıkla irdeliyor. Taraf olduğunuz ordunun mensupları tarafından döşenmiş mayın tarlasında ölmenin absürtlüğünü de gözümüze sokuyor. Oyuncu haline getirdiği eski muhariplere etkilendikleri dinamikleri tekrar yaşatıp duygusunu perdeye büyük bir beceriyle taşıyor.
Geçtiğimiz yıllarda Veterans (Eski Muharip) adıyla bir video enstalasyon olarak başlattığı projesine sinemanın artılarını katmayı başarmış Arias; sonradan tiyatroya uyarlanarak Minefield (Mayın Tarlası) adını alacak piyesle yükselişini sürdürdüğü gibi oyunun kitap olarak basılmasını da sağlamış (Sadece geçtiğimiz günlerde sansasyonel The Square'in [Kare] yönetmeni Ruben Östlund'la aralarında anlaşılması güç bir itişme meydana geldiyse de, Arias sonuçta sadece zayıf bir hafızaya sahip olmakla suçlandı).
Savaş Tiyatrosu'nun dünya prömiyeri Berlinale'nin Forum'unda geçlekleşti, South by Southwest'ten sonra geçenlerde CPH:DOX'ta görücüye çıktı.
Belgeselde sömürgeci Birleşik Krallık ordusunun Çanakkale Muharebesinde de ön saflara sürdüğü Gurkalar'dan biri de var. Nepal'in güçlü gençlerinden bir zamanlar seçilmiş eski muharip yaşına rağmen formundan, hatta neşesinden pek bir şey kaybetmemişe benziyor. Gençliğini canlandıran filmin oyuncularından biriyle açık havada kukri (Gurka kaması) düellosu yaparken ortamdaki elektriği hissedip olay yerine koşan, mütemadiyen havlamasına rağmen aslında korkan köpek sahnesi görülmeye değer (hırsından bir tek ulumadığı kalmış!)
İKSV'nin 2018 Film Festivali herkesi tatmin edebilecek geniş bir yelpazeyle karşımızda, yeter ki seçimlerinizi kendinize göre doğru yapın. Ben yine de Savaş Tiyatrosu'nu listenize ekleyin diyorum; belgeseldeki kahramanlardan birinin dediği gibi savaşta yer almış her bir insan için kendisi başroldedir... herkesin de festivali kendine! (MT/PT)