Türkiye'de seçim öncesi gözlenen seviyesizlik ve siyasetteki sığlık, en temel ihtiyacın dile getirilmesi sırasında bile siyasi aktörleri karşı karşıya getiriyor.
Bu ihtilaf sırasında kullanılan çatışmacı, hoşgörüsüz, militarist ve saldırgan dilin, en sıradan sorunu bile çözümlemesi umulmamalı. Türkiye siyasetini ve medyasını iyi izleyenler, dilin bu şekilde kullanılmasının ne geleceğe, ne de her iki alanın itibar kazanmasına hizmet etmeyeceğini biliyorlar.
Artık sadece "olağandışı ve ihtilaf" olan haber
Yıllardır medyada çalışanlar, bu yönlü haberlerin gazetecilik etiği ve siyasi etik gibi "banal" bir ilkeyi benimseyememe meselesiyle sınırlı olmadığını bilir.
Haberin başlığını "son anda" değiştiren yayın müdürleri de olsa, "olağan olan değil, olağan dışı olan haberdir" ilkesi gazeteciyi kaçınılmaz bir biçimde kendine tabi kılıyor. Öyle ki gazeteci artık hayatı ihtilaflar üzerinden okumayı tercih eder hale geliyor.
Ve ne yeni bir siyaset tarzı peşinde olan siyasetçilerimiz ne de "gücü yerinde-verimsiz" medyamız, bu alışkanlıklarını bir türlü terk ediyor.
Baydemir Hürriyet'e yakalandı!
Hürriyet gazetesi 22 Temmuz Parlamento Seçimleri'nde bağımsız adaylarla meclise girdiğinden ve grup kurduğundan beri Demokratik Toplum Partisi'ni (DTP) sıkı şekilde izliyor.
DTP sadece Meclis'te haber olabilecek kaynaklardan biri değil, ülkenin kendi gündeminden bağımsız bir de gazetenin özel haber çıkartabileceği ciddi bir maden!
Terörün bilimsel yönünü işleye işleye bunca yıl harap olan "Hürriyet" gazetesi, daha yaratıcı bir yol buluverdi: "DTP, PKK için terör örgütü demiyor". Umarız gazete DTP'yi köşeye sıkıştırdığı vakit sorunu çözen bir zemin de oluşturmuş oluyordur!
Seçim öncesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yetkililerine seçime yönelik "Diyarbakır ve Tunceli'yi istiyorum" sözünden şimdi bakın nerelere geldik:
Diğer hükümet yetkilileri ve halen Tarım ve Köy işleri Bakanı olan AKP Diyarbakır milletvekili Mehdi Eker'in Diyarbakır'da belediye hizmetlerini eleştiren sözleri, yine "kaleleri fethetme yarışı"na döndü.
Erdoğan ve Eker'in sözlerine kızan Baydemir de, “demokratik nezaket gereği iki ay bekledikten sonra", yine "demokratik nezaket ve siyaset etiğinin dışında" bulduğu bu tutuma karşı yanıt hakkını şöyle "ilan edilen savaşa hazır olduğunu" ilan ederek kullandı.
Baydemir: Savaş ilan ediliyorsa hazırız
Kendilerinin diyalog içerisinde ve çalışmak için görev başında bulunduklarını belirten Baydemir hükümetin başından beri gösterdiği tavrın savaş ilanına benzediğini kaydederek şunları söyledi:
“Daha dün bir, bugün iki, siz Diyarbakır’a savaş açmaya kalkıyorsunuz. Çok açık ve net söylüyorum, biz diyalog için, birlikte çalışmak için buradayız. Ama eğer siz buna yoksanız ve Diyarbakır’a savaş ilan ediyorsanız çok açık ve net söylüyorum Diyarbakır halkı, ben ve arkadaşlarım ilan edilmiş bir savaştan hiçbir zaman kaçmayız. Eğer savaş ilan ediyorsanız biz buradayız, Diyarbakır halkı buradadır, belediye başkanları buradadır acısıyla tatlısıyla insanımızın yanında olduk bundan sonra da yanında olacağız."
Baydemir, "on yıllardır kentin geri bırakılmışlığına", "kaynak ayırmak yerine kendi hizmetlerinin acımasızca eleştirilmesine", üstüne üstlük belediyeye ait "DİYAR AŞ'nin lağvedilmesinin istenmesine" öfkelenmiş besbelli.
Baydemir, daima "barış" derdi ama...
Ancak Baydemir, kendi konuşmasını belediye hizmetleri ve seçimler ekseninde tutmak isteğiyle ilgili haklı kuşkular uyandırıyor, ne yazık ki. Bu üslup, çok rahat PKK-DTP-Diyarbakır eksenli bir çatışma algılamasına ve bunun peşinde olanlara hizmet ediyor.
Konuşmalarında sıklıkla barışa atıf yapan bir belediye başkanı, hele ki geçmişte bölgesinde militarist projelerden başka bir şeye rağbet edilmemişse, savaşı öne çıkaran çatışmacı dilden uzak durmalıdır.
Hürriyet: "Osman Bey, Çizmeyi Aştı!"
Peki, konuşma bu üslupta ilerlerken Hürriyet gazetesinin manşeti ne oldu dersiniz? "Osman Bey, Çizmeyi Aştı!".
Haberin spotu da şöyle:
"AKP Hükümeti’nin dört buçuk yılda Diyarbakır’da hiçbir projelerini desteklemediğini belirten Belediye Başkanı Osman Baydemir 'Başbakan Diyarbakır’a savaş ilan ediyorsa, 'hodri meydan’ diyorum. Biz buradayız, savaştan kaçmayız' dedi"
Baydemir, her zamanki barışçıl söyleminden uzaklaşırsa, çatışmaların atılgan gazetesi "Hürriyet", nasıl alışkanlığından kurtulsun?
Elbette ki, sorunların çözümü ne geçmişte ne de gelecekte, Diyarbakır Savcılığı'nın yaptığı gibi inceleme başlatmakla gelmeyecek. Çözüm ancak bunların tam bir özgürlük içinde dile getirilmesiyle mümkün olacak.
Bunun tek yolu da, gelecek seçimlere dair basit bir kışkırtma veya iddianın "kalelerin fethedilmesi" veya "savaş kazanma" gibi kolaylıkla başka mecralara çekilebilecek ifadelerle dillendirilmemesi olsa gerek. Kışkırtıcı dil benimsemek veya ona uyum sağlamak, meselelerin tek tek çözülmesine hizmet edemez.
Alankuş: Çatışmada dahi barışı haberleştirin
Çatışmacı dilden medet uman ve karşıtlıklardan haber üretmeyi tercih edenlere çare olmayabilir. Ancak Doğu Akdeniz Üniversitesi'nden Doç. Dr. Sevda Alankuş'un haftasonu IPS İletişim Vakfı'nın "Okuldan Haber Odası'na" Eğitim Programı'nda "etik ve politik olarak sorumlu gazetecilik için yeni habercilik arayışları" başlıklı sunumundan bir alıntı yapalım:
"Çatışma, savaş haber olurken, barışı haberleştirin. Gündelik hayata tercüme edilebilen bir barış gazeteciliği de mümkün."
Bu da ayrımcı ve cinsiyetçi dil: "İstemeyen kızını vermesin.."
Bu arada bir basın toplantısı düzenleyen AKP Manisa milletvekili Bülent Arınç, TBMM Başkanlığı koltuğuna o kadar düşkün olmadığını anlatmak için, "Mahkeme kadıya mülk değil. Ben burayı parsellemedim....İç dünyamda mütevaziyim. Bu da karakterimden geliyor. İstemeyen kızını vermesin.." demiş.
"İstemeyen kızını vermesin", "Bekara karı boşamak kolay", "....Ananı al da git"! deyimleriyle ifade bulan "kadın-düşmanı", "kadını 'mal' sayan" zihniyeti terketmeniz için o koltuklardan kaldırılmanız mı gerekiyor?
Dil de, tekinsiz olan çatışmacı zihniyet de masum değil... (EÖ/NZ)