Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) yetkisi dahilinde Irak'a asker gönderme kararı almış bulunuyor.
Irak'ta durum
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere'nin Irak'ı işgali sonrasında, Irak halkının belli bir kesimi silahlı direniş göstermeye başladı. Direniş henüz bir iç savaş mahiyeti kazanmamış görünüyor, şimdilik düşük yoğunluklu çatışma niteliği taşıyor.
Fakat bu, şunu tespit etmeye engel değil: Irak'ta bir işgal ve işgalin ardından gelişen silahlı bir direniş hareketi var. Bu hareketin siyasi öncüleri de bilinmiyor, gerici bir hareket de olabilir pekala...
Uluslararası hukuk bakımından bu, savaşın eşit olmayan güçlerle de olsa devamı demek. Zira meşru bir Irak hükümeti kurulmuş ve savaşın tarafları olan ABD ve İngiltere ile bir barış anlaşması imzalamış değil. Kısaca, savaş sürüyor.
TBMM kararı
TBMM, anayasal yetkisi tartışılmaz olmakla birlikte, aldığı kararla ABD ve İngiltere'nin yanında Irak'a karşı savaşa girmiş oluyor. Uluslararası hukukun söylediği budur. Westpalya anlaşmasından beri, ulus-devletlerin hükümranlık hakkının tanınması üzerine kurulu yerleşik hukuk bakımından bunun başka bir açıklaması bulunmuyor.
Benzer bir durum, gerçekte Afganistan'a asker gönderme kararı alınırken de söz konusu idi. Ancak, ideolojik de olsa, coğrafyanın yarattığı hassasiyetler, durumu Irak'ta olduğu kadar vahim kılmıyordu.
Irak'taki vahamet şudur:
1) Türk askerleri düşük yoğunluklu çatışmaya muhatap olacaktır. Dolayısıyla ölümler beklenmelidir.
2) Daha önce Türkiye sınırları içinde silahlı çatışma yolu ile siyasal/ulusal kurtuluş mücadelesi veren PKK-KADEK güçleri Irak içinde bulunmaktadır ve gelişmeler, uygun bir konjonktürde bu grupla düşük yoğunluklu çatışmaların ülke içinde ve Irak içinde yeniden başlamasının yüksek olasılığına işaret etmektedir.
3) Irak Türkiye'nin komşusudur ve meşru, en azından Westpalya Barışından sonra kurulan dünya sistemi açısından meşru bir Birleşmiş Milletler (BM) kararı olmadan alınan asker gönderme kararı, açıkça Türkiye'nin işgalci güçlerden biri olması anlamına gelmektedir. Özü: Türkiye, komşusunu işgal etme kararı almış olmaktadır.
4) Uluslararası hukuk bakımından tanınmış bir Irak Hükümeti ile barış anlaşması yapılmadan durumun hukuki niteliğinin değişmesi mümkün değildir. Her ne kadar BM kararına atıf yapmış isek de BM kararı, tanınmış bir Irak Hükümetinin yokluğunda en fazla diğer ulusların Irak'ı işgale bir bütün olarak karar vermeleri anlamına gelebilir.
Türkiye'deki vahamet
Şu halde, bu asker gönderme kararı ile savaş hali ilanındaki açı, çatışmanın yoğunluğu tarafından belirlenecek bir sorun bile olsa bu, çok daralmıştır.
Şu anlamda: Örneğin, Irak'taki bir çatışmada ölen -elbette bunun olmaması dileğimizdir- bir askerin cenazesinde yapılacak protesto TCK bakımından nasıl değerlendirilecektir?
Elbette, bu değerlendirme mahkemeler tarafından da konjonktür bağımlı olarak yapılacaktır, ama konjonktür muhalefetin dilini sertleştirdiği bir evreye tekabül ettiğinde, mahkemelerin, "TBMM'nin aldığı asker gönderme kararının gerçekte bir savaş hali kararı değilse de, suçun askeri niteliği üzerinde düşünmeyi gerektirdiğini" ileri sürmeleri tesadüf olmayacaktır. Ki bu, anayasaya da uygundur.
Şöyle ki: "askerî mahkemelerin savaş veya sıkıyönetim hallerinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları" (Anayasa m.45) kanunla düzenlenir ve bu kanun da vardır: Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun ile Askeri Ceza Kanunu.
Bu kanunların emredici hükümlerine göre, TBMM'nin kararından sonra Irak'taki çatışmalara Türk askeri taraf olduğu her an yapılacak eleştiri vatana ihanettir. Buyurun buradan yakın da, durumun yakıcılığını anlayalım.
Bu epeyce kötümser bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Çünkü, TBMM bir savaş hali ilan etmemiştir. Ama savaş kararı almıştır. Kişisel kanaatimiz, hükümetin basiretsizliği oranında bunun gerçekte bir savaş hali fiili uygulamalarına dönüşme yüksek olasılığına işaret etmenin yerinde olacağı yönündedir.
Nitekim, SDP üyelerinin demokratik protestosuna yönelik, son derece zalimane müdahale, üstelik Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkının özü anayasal metinde de değişmiş iken yapılan bu zalimlik, kaygılarımıza ilişkin küçük de olsa bir örnek oluşturuyor.
Bazı hatırlatmalar
Barış Hareketi bir bütün olarak durumun vahametinin farkında olmalıdır. Şu anda bir savaş hali ilanı söz konusu değildir; bu halde, demokratik haklara ilişkin hiçbir sınırlama kabul edilemez ve bu sınırlamalar ister fiili ister hukuki nitelik taşısın mücadele konusu edilmek durumundadır.
Özellikle fiili savaş hali uygulamaları derhal deşifre edilmeli, asker gönderme kararının hukuki niteliği hakkında yurttaşlar bilgilendirilmelidir.
Bu savaş kararıdır ve görevi yurt savunması olan askerler Irak'a başkalarının yurdunu savunmasına fırsat vermek üzere gitmektedirler. Bu durumda kimin haklı olacağı su götürmez bir biçimde ortadadır.
1 Mart'ta gördüğü güzel rüyanın etkisinden 27 Eylül'de uyanan bölünmüş bir hareketin bu sıradan görünen işlerle uğraşmaya mecali olacak mıdır bilemiyoruz. Ama bu sıradan işlerle uğraşmadan yol alınabilir mi, bundan da hiç emin değiliz.
Elbette, esas mesele, bizatihi kapitalizmdir, fakat gündelik mücadeleler, basit işler üzerinde bina edilir. Bir kaç ay sonra üniformalı hakimlerle muhatap olmamak için bu basit işlerin peşinden koşmaya ihtiyacımız vardır.
Yine de, varsayımımızın kötümser bir yorum olmaktan öteye gidememesi bizim için de tercih edilen olurdu- olur: Böyle durumlarda insan, yanılmayı keyifle kabul eder!