Uzun süredir ülke gündeminden uzak kalmış, beynelmilel memleketlerin havalarına dalmıştım. Geldim gördüm ki sonbahar gelmiş memleketime. "Eylül" kendini göstermiş, açık pencerelerden tüller sokağa doluyor, renk renk.
Ve şahit oldum ki buralarda mevsimden başka bir değişiklik yok. Uzaktayken anlamıyor insan, sanıyor ki "orada" her şey masal gibi her ne kadar bıraktıklarının bilincinde olsa da, acı haberlerden uzaklaşamasa da.
Dün, 1 Eylül Dünya Barış günü idi. bianet ve tüm diğer medyadan -sosyal'i de dahil- haberleri okuduk, paylaştık. Herkes bir barış havasındaydı. Yanıltıcı bir barış havası, elbette. Barış sözcüğü herkese farklı bir anlam ifade ediyor olsa gerek, bir türlü ortak anlam edinememiş. Arkadaşlarımdan biri 1 Eylül'den birkaç gün önce "1 Eylül yaklaşınca tedirgin oluyorum, buralar hep 'barış' olacak gene" (İzinsiz kullandım "savaş" çıkmaz umarım, affet, "yerim dar" idi) yazmıştı sayfasına, gülümsemiştim. Aynen yazdığı gibi oldu. Herkes 1 Eylül'de bir barış yanlısı, bir barış yanlısı, sormayın gitsin. Daha dün oruç tutmayan Alevilere "oh olsun!" paylaşımları yapanlar, gün aşırı savaşa çanak tutan söylemler yapanlar 1Eylül'de dünya barışı istiyordu.
Yine başka bir arkadaşın ifadesi "Genç Kürt kadının parçalanmış cesedini paylaşan şahıs şimdi de '1 Eylül Dünya Barış Günü' nü kutlayan fotoğraf paylaşmış" haksız mı? Ardından da eklemiş "hay senin barışına!!!"
Yıllardır bu topraklara barış gelsin diye bekliyor binlerce insan. Bir de barışı istiyor gibi görünenler var elbet. Ben, birileri kabul etmeyecek olsa da, barışın tek bir yönden gelmeyeceğine inanıyorum. Barış istiyorsak, gerçekten, karşılıklı "ödün vermek" gerekiyor. Taraflardan herhangi biri diğerinden adım bekledikçe silahlar susmaz. Susmadı şimdiye kadar. "Polyannacılık" yapamayacak kadar çok yaşadık, artık.
Aslında bu bir ön yazı(ydı). Her ne kadar imza kampanyalarının -bu ülkede- işlevi kuşkulu ve yol göründüğünden daha meşakkatli olsa da paylaşmak istediğim bir imza kampanyası var; "Savaş Değil Çözüm İstiyoruz" adıyla, şöyle diyorlar;
Bu ülkede otuz yıldır bitmek bilmeyen bir savaştır sürüp gidiyor. Sivil ya da üniformalı, on binlerce insan öldü, bir o kadarı da yaralandı. Çatışma atmosferinin yarattığı psikolojik tahribat ve toplumsal kutuplaşma ise hesap edilebilir olmanın çok çok ötesinde...
Atlar ve fillerin savaştığı, göz gözü görmez bir toz bulutunun içinde hangi çimleri kimin ezdiğini bilemezsiniz. Zira her savaş ortamı ve her şiddet atmosferi, öncesi ve sonrasıyla "failin görünmezliği" denebilecek bir olguyu beraberinde getirir.
Çocuklara ve sivillere yönelik her türlü saldırı, kim tarafından yapılmış olursa olsun kınanmalıdır, lanetlenmelidir. Gaziantep'teki katliamın sorumlusu, bu katliamın failleri kadar, şiddeti öznesizleştirmeyi mümkün kılan bu kirli savaştır da... Kirlidir; zira göz gözü görmez bir sis bulutunun 'aktörsüz' ve 'öznesiz' kıldığı bu savaş, ülke gündemini, kamuoyunu ve toplumu hangi sivilin, ne zaman, nerede ve kim tarafından katledileceği öngörülmez bir korku atmosferiyle sarıp sarmalıyor. Bu sebeple savaşın olduğu bir ortamda ölümlerin tek bir sorumlusu yoktur. Siyasi partilerden kamuoyuna, medyadan sivil toplum kuruluşlarına tüm aktörlerin gelinen bu süreçte belli oranda sorumluluğu vardır.
Hal, silahların gölgesinde meydana gelen bir bombalama olayını ve o gölgenin muğlak aktörlerinin muğlak fiillerini sorgulamak olunca, bize öncelikle bu eylemin faillerini öznesizleştiren silahların ortadan kaldırılmasına ve savaşın sonlandırılmasına yönelik muhalefet düşüyor. Zira "hiç kimsenin sorumluluğunu" ve "şiddetin öznesizliğini" mümkün kılan olgular siyasi, bürokratik, toplumsal, yani topyekûn bir savaş mekanizmasıdır. Ölümlerin ölüm olmaktan çıkarılıp siyasi çıkarlar uğruna hamasi ifadelerle kutsandığı, kayıpların yarıştırıldığı ve böylelikle içinin boşaltıldığı her türlü totaliter milliyetçi söylem ve tutum, toplum içerisine bomba yüklü bir araç gibi girmekte ve kamuoyundaki aklıselim önerilerin duyulmaz olduğu bir toz bulutu oluşturarak sürece dahil olan tüm aktörleri, diyalog ve müzakerenin giderek zorlaştığı, her an genişlemekte olan ve patlamaya hazır bir şiddet sarmalına doğru sürüklemektedir. Bu sebeple en az olayın birincil aktörü kadar, savaşın iki tarafındaki bütün aktörler de şiddetin tırmandırılmasında aynı oranda suçludur. Bizler, Uludere (Roboskî) katliamının da, Gaziantep katliamının da sorumlusunun bu kirli savaşı sürdürenler olduğuna inanıyoruz. Savaşın ve şiddetin sonlandırılması, daha fazla insanın kaybedilmemesi için sürece dahil olan tüm aktörleri ve kesimleri inisiyatif almaya, silahların bırakılıp diyalog ve siyasi müzakere zemininde buluşmaya ve adil bir siyasi çözüm sürecine katkı sağlamaya davet ediyoruz.
Bir gün imza kampanyalarının dikkate alındığı, "ileri" değil ama "gerçek" demokrasinin yaşandığı bir ülkede olmayı dileyerek imzaladım ben. (SK/EKN)
* İmzalamak için tıklayınız