Sesin şiddeti o kadar güçlüydü ki adeta evi temelden sarstı, pencereler ve çatıyı oynattı. Derinden gelen bir deprem etkisi yaptı. Yeniden sükunet derken, Rusların "Nükleer Santrali" aldığını duyduk.
Ve Vasilevka'daki Zaporijya Nükleer Santralin kontrölünün Rusların kontrolüne geçtiği haberi geldi. Çatışmalar sona erdi, kent tahrip edildi deniyor.
Bu haber kendimi kurtulmuş gibi hissediyordum, savaş bitti gibi gözüküyordu. Başlıkta sorduğum sorunun cevabı her ana değişiyor gibi.
Yaşadığım yerleşim yerinde gece zifiri karanlık içinde, karartma dolayısıyla, derin bir sessizlik ve sakinlik hakimdi. Dünkü gerilimden sonra güne gecenin verdiği rahatlıkla uyandım.
Fakat bu rahatlık çok uzun sürmedi. Sabah saat sekiz sularında dünkü seslere rahmet okutacak bombaya benzer sesler ile sarsıldık. Sesin şiddeti o kadar güçlüydü ki adeta evi temelden sarstı, pencereler ve çatıyı oynattı.
Derinden gelen bir deprem etkisi yaptı. Bu ve buna benzer sesler bir süre devam etti ve şu an itibari ile yeniden sakin duruma dönülmüş durumda.
Konuştuğum bir kadın Kiev’deki oğlu, gelini ve torunları için ağlıyordu. Panikli ve kaygılıydı. Kenti savunanlar arasında oğlunun da bulunduğunu, evi nehrin tam karşısında olduğu için barut kokusu duyduğunu söyledi.
Bankamatikler çalışmıyor
Bizden 35 km uzağımızda ve nehrin karşısında olan nükleer santralı ele geçirmek için gelen Rus askerlerini durdurmak için o yörenin halkının canlı kalkan olarak karşılarına dikildiği videoyu seyrettim. Bu bilginin resmi olarak da doğru olduğu söyleniyor.
Sonrasında sokaklarda dolaşmaya devam ettim. Bugün sokaklarda daha fazla erkek ve kadın vardı ama çocuklar bugün de yoktu. Devlet bankasının bankamatiği de halen çalışmıyordu, diğer bankamatikler de.
Bankanın önü epey kalabalıktı. Bankada para yoktu ama belki gelir diye beklediklerini söylediler. Savaşa dair tahmin yapmak ise istemiyorlardı. Diğer bankamatikler de çalışmıyor.
Benzin istasyonunda benzin hala yok ve kapalı. Büyük markete girince çok sevindim. Çünkü artık raflarda yeteri kadar ekmek var. Öğle sonrası uğramama rağmen hala bu kadar ekmeğin raflarda olması ekmek sıkıntısının giderildiği anlamına geliyor. O yüzden de diğer bütün marketler açıktı. Açık içme suyu ve genelde içecek sıkıntısı devam ediyor.
Dün de dikkatimi çekmişti alkol reyonu büyük siyah poşetler ile kapatılmış durumdaydı. Bugün o rafların boşaltıldığını gördüm. Savaş döneminde alkol satışının durdurulması gibi bir durum var bunun nedenini tam olarak anlayamadım. Hiçbir alkollü içki bulmak mümkün değil.
Herkese savunma amaçlı silah dağıtılıyor, diye hep konuşuluyor. Tam da böyle değil gibi. Önceki yazıda da değinmiştim, silah istemek için askeri birime gidenlere “sana özel olarak silah veremeyiz, on dört kişiyi bul getir, biz o birime ancak bir silah verebiliriz “ dendiği tekrarlanıyor. Şu ana kadar bizim köyde, Belinkaya'da (Bianka) silah alan duymadım.
Ben fazladan yaşıyorum
Burada dört kişi dışında bir Türkiyeli arkadaşın da kaldığını öğrendim. Yani toplam şu an beş kişiyiz. O arkadaş da Türkiye doğumlu ama buralı olmuş gibi. Evli ve çocukları var. Yaşam alanını terk etmek istemiyor.
Benim buradan ayrılmam için, eş dost, akraba, arkadaş çok fazla istekte bulunan arkadaş oldu. Diğer arkadaşlar için bir şey söyleyemem, onların sözcüsü değilim ama kendime ilişkin beni düşündüklerinden ve sevdiklerinden emin olduğum insanlara buradan iki çift sözüm olacak.
18 yaşlarından itibaren bulunduğun yeri, mücadeleyi, yaşamı savunmanın yerine kaçmanın çözüm olmadığını yaşayarak öğrendim. 2015'te yanı başımda 9 yaşında çocuk ve gencecik insanlar IŞİD tarafından Ankara gar önünde öldürüldü. Ben zaten fazladan yaşıyorum.
Burası benim ikinci vatanım oldu. İnsanca yaşamanın ne olduğunu daha çok burada gördüm. Türkiye de insanca yaşamanın nasıl bir şey olduğunu unutur olmuştum.
Eğer bunun adı bir direniş ise yaşam alanımı ve yaşam mücadelemi terk etmek istemiyorum ve bu benim bilinçli bir tercihim ve direnişim.
Sonuna kadar yaşam alanımı terk etmemek için direneceğim. Burası bana sürekli oturum hakkı verdi ve burada iyi ve mutluyum. Savaş koşullarına rağmen kendimi de güvende ve iyi hissediyorum.
Ukrayna, Zaporajya'da, yaşıyor. Selçuk Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı'ndan 4. sınıftan siyasal nedenlerle terk. Konya Ereğli İvriz Öğretmen Lisesi mezunu. 1957, Yozgat doğumlu.
Vizontele Tuuba’nın ‘Mahmut Abi’si Mahmut Duran, hayatını kaybetti
“Ben Mahmut Duran değilim, Qîro’yum! Bu ismi küçüklüğümde ailem takmıştı. Çünkü hep isyankârdım, direngendim, mücadeleciydim. Qîro, Kürtçede zift, katran, kara ve direngen demek.”
Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini üstlendiği “Vizontele Tuuba” (2004) filminde “Mahmut Abi” karakterine ilham veren devrimci Mahmut Duran, dün (13 Nisan) hayatını kaybetti.
Duran’ın vefat haberini duyuran gazeteci İrfan Aktan, şöyle dedi:
“12 Eylül Diyarbakır zindanının direnişçisi, Hakkâri'nin efsanevi devrimcisi, Vizontele Tuuba filminde ‘Mahmut Abi’ karakterine ilham veren Mahmut Duran'ı, nam-ı diğer Qîro'yu (Kara-Zift) kaybettik.”
Uzun süredir kanser tedavisi gören Duran'ın cenazesi, memleketi Hakkâri'de defnedilecek.
“Diyarbakır Cezaevi’nde yedi yıl kaldım”
Duran, 2005 yılında Express’in “12 Eylül’ün 25. yılı” özel sayısında İrfan Aktan’a verdiği demeçte şöyle demişti:
Ben Mahmut Duran değilim, Qîro’yum! Bu ismi küçüklüğümde ailem takmıştı. Çünkü hep isyankârdım, direngendim, mücadeleciydim. Devrimci anlamda, tuttuğunu koparacak güçteydim. O yüzden de bana Qîro adı verildi. Qîro, Kürtçede zift, katran, kara ve direngen demek. Bir de tenim biraz kara olduğu için bu ismi bana uygun gördüler.
Cunta gelmeden hemen önce, Van’da tutuklandım. 18 gün Edremit karakolunda işkencede kaldım. Ondan sonra beni Hakkâri’ye getirdiler. Buradan da Diyarbakır’a götürüldüm. Diyarbakır Cezaevi’nde yedi yıl kaldım.
Zindandan çıktıktan sonra evime gelemedim ki. Beni alıp askerlik şubesine götürdüler. 17 gün askerlik şubesinde kaldım. İnan ki, yedi yıllık zindan sürecinde yaşadığım acıların iki katını o 17 gün yaşadım… Daha sonra annemler geldi, beni eve getirdiler. Tabii psikoloji bozuk, beden çökük… İnsanlar seni deli olarak görüyor. Çünkü yaşama adapte olamıyorsun. Bilmiyorum yani, insan kendini çok yalnız hissediyor. O psikolojiyi yaşamayan bilmez. Yaşayan da anlatamaz zaten. Yüreğinin bir yanı zindandaki arkadaşlarında kalmış… İşkencesiz çay içmek, yemek yemek bana çok acayip geliyordu.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.