Ülkede militarizmin yükseldiği her dönem, öyle ya da böyle bir TTB tartışması başlar. Bu tartışmada TTB’nin ‘üzerine vazife olmadığı halde’ politika yapıyor oluşu; devlete, kahraman ordumuza “karşı söylemler”i, terörü lanetlemediği vb söylemler gündeme gelir.
Oysa geçtiğimiz günlerde yeniden alevlenen, TTB’nin hedef gösterildiği, linç kampanyalarının yapıldığı ve Merkez Konseyi üyelerinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan bu durum, Dr. Ali Çerkezoğlu’nun dediği gibi “yeni değildir, yeni olan ülkenin geldiği durumdur.”
Kanımca TTB, Türkiye’nin en karanlık dönemlerinde hekimliğin tarihsel ve evrensel ilkelerini rehber edinerek her zaman doğru yerde durmuştur.
Bu yazı, 21 Ocak 2017 tarihinde İstanbul Tabip Odası’nın düzenlediği “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” adlı paneldeki konuşmamın, son bir okumayla elden geçmiş halidir. Yazıda savaş konusu bağlamında, bir meslek olarak hekimliğin değerleri, hekim örgütü olarak TTB’nin durumu ele alınmıştır.
Hekimlerin Meslek Örgütü: Türk Tabipleri Birliği
TTB’nin 1953 yılında 6023 sayılı Yasa ile kurulmuş, adı yasayla konulmuş bir meslek örgütüdür. Türkiye’nin sancılı demokrasi tarihinde bir meslek örgütünün loncavari niteliklerinden sıyrılıp demokratik bir kitle örgütü olmanın hakkını vermiştir.
Yıl 1977, TTB Genel Sekreteri Dr. Şükrü Güner’in açıklaması: “Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi 1 Mayıs’a katılım kararını kendisine bağlı 30 tabip odasına duyurmuştur ve geçen yıl olduğu gibi, geçen yıldan daha güçlü katılımın sağlanması yolunda çalışmalarına devam etmektedir. Demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmanın; her türlü zorbalığa, baskıya, can güvenliğinin ortadan kaldırılışına karşı, özgürlüklere, demokrasiye gereken önemi vermenin; toplumumuzda kalıcı barışı egemen kılmanın, emeğe duyulan saygının ve emeği toplumda egemen kılmanın taşıdığı büyük önemi göz önünde tutarak, 1 Mayıs törenini destekleme ve katılma kararı almıştır. İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele, dayanışma günü tüm emekçilere kutlu olsun” (30.4.1977)
“İşçi Bayramı” 1 Mayıs 1977, Taksim, İstanbul
1980 Askeri Darbesi sonrasında Türkiye, demokrasinin askıya alındığı bir döneme girmişti. Darbenin hemen ardından TTB kapatılmış, yöneticileri yargılanmıştır. 1983 yılında 6023 sayılı Yasa’da bazı değişiklikler yapılmasının ardından 1984 yılında TTB Genel Kurulu yeniden toplanır ve yeni Merkez Konseyi’ni seçer.
1980-1996 yıllarının insan hakları bağlamında bilançosunu TTB yayınları arasından çıkan “Hekimlik ve İnsan Hakları: Türk Tabipleri Birliği Deneyimi 1984-1992” kitabının önsözünde Dr. Ata Soyer şöyle yazmış (TTB 1996):
“İnsan hakları; Türkiye’de özellikle 1980 askeri darbesinden bu yana, toplumun gündemindeki en önemli konulardan biri. Nasıl olmasın? 1980-1996 yıllarının tablosu; 50 kadar ölüm cezası infazı, 1 milyonu aşkın işkence görmüş kişi, giderek artan cezaevleri ve mahkumlar, faili meçhuller ve kayıplar vb şeklinde özetlenirse, böyle bir ülkede doğal ki insan hakları gündemin başına oturacaktır.”
İdam cezası, işkence vb konular başta olmak üzere insan hakları konuları hem hekimlerin günlük mesleki pratiklerinde karşılarına çıkmakta hem de çeşitli başvurular ile hekim örgütünün önüne gelmekte idi. Bu manzara ve gereklilikler sonucu TTB’de insan hakları çalışmaları başlamıştır.
TTB MK Başkanı ve aynı zamanda Türkiye’de halk sağlığının kurucusu olan Dr. Nusret Fişek 1986 yılında bir yazısında “Demokrasi bütün kuralları ile işlemedikçe herkes için sağlıklı ve insanca bir yaşam ve sosyal yönden tam iyilik hali sağlanamaz.” demektedir.
Nusret Fişek 1986 yılında Toplum ve Hekim Dergisinde yazdığı Barış, Demokrasi ve Sağlık başlıklı yazısında şunları söylüyor: |
“Barışı düşünürken bir hekim olarak ilk akla gelen Hipokrat’ın yeminidir. Biz hekimlere “Kişinin yaşamına ana karnından ölümüne kadar saygılı olacağım. Onları hastalıklardan ve sakatlıklardan koruyacağım. Kişiler arasında ayrıcalık yapmadan hastalananları tedavi edeceğim. Yaşamlarını gücümün yettiği kadar uzatacağım." diye yemin ettirdiler. Barış yolunda birleşelim, çaba harcayalım ve baskı yapalım, yeminimizden dönmeyelim. Biz hekimleri ilgilendiren temel insan haklarının başında "Sağlıklı yaşam hakkı" gelir. Biz hekimler herkesin sağlığının korunduğu, desteklendiği ve her hastanın tedavi olanaklarından yararlandığı bir dünya görmek isteriz. Bunun için de demokrasiyi savunmamız ve demokrasinin tüm kuralları ile işlediğini görmek istememiz doğaldır. Bunu söylerken aklıma gelen şey hekimliği ve demokrasiyi bilmeyen bir kimse çıkar da hekimler görevleri olmayan işler ile uğraşıyorlar diye bizi yerer mi? Demokratik bir ülkede bu olmaz. Demokrasimizi çağdaş uygarlıkların düzeyine çıkarmak için uğraşmak yalnız vatandaşlık görevimiz değil, hastalarımız adına mesleksel görevimizdir de. Demokrasi bütün kuralları ile işlemedikçe herkes için sağlıklı ve insanca bir yaşam ve sosyal yönden tam iyilik hali sağlanamaz. Sağlığın yolu, barış ve demokrasiden geçer." Fişek, N. Barış, Demokrasi ve Sağlık. Toplum ve Hekim. 1986;40;4-5 |
1990’lı yıllara Türkiye’nin doğusunda, PKK ve Türkiye Cumhuriyeti Ordusu arasında yaşanan çatışmalar ve ölümler damgasını vurmuştur. 1996 yılında TTB Merkez Konseyi yaptığı bir açıklamanın başlığında “Savaş ve hekimlik olmaz; ya savaş ya hekimlik! Hekimliğin ön koşulu barıştır” demektedir.
Açıklama şöyle devam eder:
“Savaş politik bir konu olduğu kadar, sağlıkla ilgili bir konudur. Ortadan kaldırılan insan ve onun yaşam koşulları olduğuna göre savaş sağlık ve sağlık çalışanlarının doğrudan ilgi alanına girmektedir. Amacı insanların acılarını dindirmek ve yaşamalarına yardımcı olmak isteyenler için savaştan korkunç başka bir şey yoktur. Öz olarak; savaş bir halk sağlığı sorunudur.”
2000’li yıllara gelindiğinde gündeme Irak’ın işgali oturur. Dünyanın her yerinde Irak’ın işgaline karşı eylemler yapılmaktadır, Kanada, Avrupa, hatta ABD’de.... Türkiye, tarihe 1 Mart Tezkeresi olarak geçecek TBMM oylamasının olduğu gün Ankara’da büyük bir miting düzenlenmiştir. TTB’nin de çağrıcı olduğu “Savaşa Hayır!” mitingine Türkiye’nin her yerinden 50 bini aşan katılım olmuştur. İllerden emek ve meslek örgütleri otobüslerle Ankara’ya giderler. Her zamanki Ankara Tren Garı önünde toplanılır. Halaylar, şarkılar ve sloganlar ile “Savaşa Hayır!” diyen on binlere katılırlar. O günler, 3 Kasım 2002’de iktidara gelmiş AKP’nin henüz çiçeğinin burnunda olduğu günler idi. 1 Mart Tezkeresi’nin red edilmesi ile Hükümet’te ciddi bir hayal kırıklığı yaşandığını da not etmek gerekir.
“Irak’a Savaşa Hayır!” Mitingi, 1 Aralık 2002, Çağlayan, İstanbul
Bir meslek olarak hekimlik ve savaş
Hekimlik insanlık tarihi kadar eski olmasının yanında evrensel bir meslektir. Dünyanın her yerinde hekimliğe adım atan gençler Hipokrat Andını okurlar. Hekimliğin ilkeleri eski çağlara kadar gider, ama bir o kadar da günceldir.
Hekimlik değerleri, savaşın galibin olmadığını kazanan kim olursa olsun her iki tarafın da kaybettiği gerçeği üzerine kurulmuştur. Savaşlarda askerden çok siviller ölmekte, toplumda sağlığın alt yapısını oluşturan koşullar ortadan kalktığı için sağlıksızlık ortaya çıkmaktadır (Çağlayan 2002). Bunun en yakın örneği 1990’lı yıllarda Türkiye’nin doğusunda yaşanan çatışmalar sonucu, bölgede bebek ölüm hızının artışı olmuştur.
Hekimliğin temel ilkesi “yaşam”ın yani “can”ın her şeyden değerli ve üstün olmasıdır. Hekimliğin kadim ilkeleri bugün Dünya Tabipler Birliği başta olma üzere hekim örgütleri tarafından sürdürülür.
Dünya Tabipleri Birliği, tıp meslekleri üyelerinin insan hakları ihlallerinin genellikle ilk tanıkları olmasından dolayı onlara sorumluluk vermiştir. Sorumluluk sadece birey olarak hekimlere değil hekim birliklerine de verilmiştir. DTB söz konusu kararında “Tabip Birliklerinin, ülkelerindeki insan hakları ihlallerine dikkat çekmek temel görevleridir.” diyerek kendisine üye olan birliklerin ülkelerindeki hak ihlallerinin sorumlu otoritelerin baskısı korkusu ile olup olmadığını araştırmaya ve eğer insan hakları ihlali varsa sorumlu otoriteleri insan haklarına uymaya çağırmaya davet etmektedir.[1] Yine Dünya Tabipler Birliği’ne göre silah kullanımının sonuçları bir halk sağlığı olgusu olarak tanımlanarak, hekimler açısından silah kullanımının kabul edilemez olduğunu ilan etmiştir.[2]
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi (1948), günümüzün hekimlik uygulamalarında ve hekim tutumunda önemli bir yere sahiptir. Bildirgede, yaşam hakkı, sağlık hakkı ve sağlık hizmetlerinden yararlanmak hakkı yer almaktadır. Türk Tabipleri Birliği’nin 1998’deki 47. Genel Kurulu’nda kabul edilen Hekimlik Mesleği Etik Kurallarının Hekim ve İnsan Hakları başlığı altında “her hekimin başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere tüm insan hakları belgelerine ve hekimlikle ilgili ortak kurallara uymakla yükümlü” olduğu belirtilmektedir. TTB Hekimlik ve İnsan Hakları Bildirgesinde de benzer ilkeler yer almıştır(TTB 2009). Bu bildirgede, “Her hekim başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere tüm insan hakları belgelerine ve hekimlikle ilgili ortak kurallara uymakla yükümlüdür. Hekimler, insan haklarının bütünselliğini ve bölünemezliğini kabul ederler. Tüm mesleki uygulamalarında insan haklarını temel alırlar. ... hekimlerin insan haklarının korunması ve sürdürülmesinde özel bir konuma sahip olduğunu ve sorumlulukları bulunduğunu bildirir.” denmektedir.
Birleşmiş Milletler’in 10 Aralık 1984 tarihli genel kurulunda hekimlik uygulamaları açısından önemli diğer bir metin kabul edilmiştir: “İşkencenin ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muamele ya da Cezaların Önlenmesi Sözleşmesi”. Bu sözleşme temel alınarak hazırlanan İstanbul Protokolü, bütün bu durumların soruşturulması ve belgelendirilmesinde hekimler için bir kılavuz niteliğindedir.
Bütün bu belgelerde tarif edilenleri şöyle özetleyebiliriz: Mesleki uygulamalar sırasında hekimin karşılaştığı insan hakları ihlallerini belgeleme, raporlama vb yanında bunları önleme ile de ilgili sorumlulukları vardır. Hekim örgütlerine düşen görevler ise, hekimlerinin insan haklarını ilgilendiren konularda etik doğrular konusunda bilgilendirmek, etik kurallara uymayan hekimleri soruşturmak, tespit ettiği ihlalleri yetkililere bildirmek, kamuoyunu bilgilendirmek ve insan haklarının savunuculuğunu yapmaktır.
TTB Hekimlerin Toplumsal Sorumlulukları Bildirgesi 2008 yılında kabul edilmiş, 2009’daki düzenleme ile son haline gelmiştir. Hekimlerin Toplumsal Sorumlulukları Bildirgesinde “Türk Tabipleri Birliği her bireyin sağlık hakkına sahip olduğunu kabul eder ve bu hakkın hekimler için aşağıdaki toplumsal sorumlulukları doğurduğunu bildirir” diyerek hekimlerin sorumluluklarını tanımlamıştır. Bunlar arasında, toplumsal kaynakları akılcı kullanmak, politika belirleyenleri uyarmak, kamuoyunda farkındalık yaratmak, aydın olarak demokratikleşme sürecine katılmak gibi toplumsal sorumluluklar yer almaktadır.[3]
Günümüzde savaş
Savaşlar tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlar taşımıştır. Karl Von Clausewitz savaşın politikanın başka araçlarla devamı olduğunu söyler (Aktaran, Kahya 2006). İnsanlığın tarihsel birikiminden süzülerek günümüze gelen temel değer ise “savaşa karşı barış” istemidir. “Savaşa karşı barış” istemi artık savaşsız bir dünya özlemini ifade eden evrensel bir talep olmuştur (Kahya 2006). Barış ise “dar anlamıyla savaşan tarafların savaşı durdurma” istemidir.
Savaş, ülkeler, bloklar ya da bir ülke içerisindeki büyük gruplar arasında gerçekleşen topyekün silahlı mücadeledir (Wikipedia). Savaşlar genellikle dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için gerçekleştirilir. Savaş dendiğinde ilk akla gelen ülkelerin birbiriyle silahlı çatışması olmasına karşın günümüz dünyasında silahlı çatışmaların pek azı bu tanıma uymaktadır. Dünya üzerindeki silahlı çatışmaların çoğunluğu ülke içi yaşanan çatışmalardır (Şekil 2). Oysa silahlı şiddetin günümüzde yaygın görülen diğer bir şekli de terör saldırılarıdır. Terörizm olarak adlandırılan olgu, sivillere yönelen, tam da kelime anlamına uygun olarak kitlelere korku salmayı hedefleyen her türlü şiddettir ve özünde bir baskı ve yıldırmayı hedeflemektedir. Bu nedenle de terör saldırılarının etkisi, toplumda yaratacağı psikolojik etki ile doğru orantılıdır (Levy ve Sidel (2013). 10 Ekim saldırısı da, demokrasi ve barış isteyenlere yönelik böylesi bir mesaj taşımaktadır.
Şekil 1. 1946-2006 yılları arasında türlerine göre silahlı çatışma sayıları (Harbom&Wallensteen, 2007)
2017 yılı itibariyle savaş ve çatışmaların dünya üzerindeki dağılımına bakıldığında, savaşın dünya üzerinde yaygın olduğu, Türkiye’yi kapsayacak büyük bir coğrafyaya yayıldığı görülmektedir.
Şekil 2. Dünya genelinde süregiden çatışmaların haritası, Ocak 2017 Kaynak: Wikipedia
Savaşlara dair diğer bir saptama da, savaşlarda ölen insan sayısının giderek artmasıdır. 20. yy 100 milyondan fazla insanın ölümüne yol açarak önceki yüzyıllardan kat kat fazla kayba neden olmuştur.
Tablo 1. Yüzyıllara göre çatışmalarda ölen insan sayısı
Yüzyıl | Çatışma/savaş ile ilişkili ölüm sayısı (tahmini) |
16. yy | 1,6 milyon |
17. yy | 6,1 milyon |
18. yy | 7 milyon |
19. yy | 19,4 milyon |
20. yy | 109,7 milyon |
Kaynak: Levy&Sidel, 2013, s:26
Dünyanın en önde gelen silah ihraç eden iki ülkesi ABD ve Rusya, toplam pazarın %58’ini ellerinde bulunduruyor. Diğer yandan silah ithal eden ülkelere bakıldığında Hindistan’ın ilk sırada olduğu görülmektedir. Türkiye ise listenin 6. sırasında, toplam ithalatın %3,4’üne sahip bir ülke olarak görülmektedir (Tablo 2). Türkiye 2017 yılı itibariyle ithal ettiği silahların %63,3’ünü ABD’den, %11,6’sını İtalya’dan, %9,6’sını İspanya’dan, %8,1’ini Güney Kore’den temin etmektedir. Daha az oranlarda ise Hollanda, Almanya, İsrail, Çin, Fransa ve Kanada’dan silah aldığı görülmektedir (SIPRI 2017).
Tablo 2. Dünyada önde gelen silah alıcı ve satıcı ülkeler (2011-2015)
İhracatçı ülkeler | İthalatçı ülkeler | ||||
Sıra |
| Küresel Pay | Sıra |
| Küresel Pay |
1 | ABD | 33,0 | 1 | Hindistan | 14,0 |
2 | Rusya | 25,0 | 2 | Suudi Arabistan | 7,0 |
3 | Çin | 5,9 | 3 | Çin | 4,7 |
4 | Fransa | 5,6 | 4 | Bir. Arap Em. | 4,6 |
5 | Almanya | 4,7 | 5 | Avustralya | 3,6 |
6 | İngiltere | 4,5 | 6 | Türkiye | 3,4 |
7 | İspanya | 3,5 | 7 | Pakistan | 3,3 |
8 | İtalya | 2,7 | 8 | Vietnam | 2,9 |
9 | Ukrayna | 2,6 | 9 | ABD | 2,9 |
10 | Hollanda | 2,0 | 10 | Güney Kore | 2,6 |
Kaynak: SIPRI, 2016.
Savaş bir halk sağlığı sorunu mudur?
Tek kelimeyle yanıt verecek olursak, evet savaş bir halk sağlığı sorunudur. Çünkü bir konunun halk sağlığı sorunu olup olmadığının en temel kriterlerinden biri önlenebilir olmasıdır.
Savaşlar, doğrudan ya da dolaylı yollarla toplum sağlığını etkiler, bozar. Savaşlarda yaralanma, ölümler, sakatlıkların yanı sıra akıl sağlığının olumsuz etkilenmesi gibi doğrudan şiddetin yarattığı sonuçları vardır. Bunlar ülkede nesiller boyu süren, tamiri zor ya da imkansız sonuçlar doğuran sağlık sorunlarıdır.
Savaşlar ile birlikte göç, yerinden edilme, yoksulluk, yaşam koşullarının bozulması, sağlıklı gıdaya ulaşamama, yetersiz ve dengesiz beslenme gibi dolaylı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Savaşın yarattığı militarizm ve eril şiddet, her zaman kadınlar için tehdittir. Hem kadınlara hem erkeklere yönelen cinsel şiddet, savaşlarda silah ya da işkence aracı olarak işlev görmektedir. İnsan ticareti, kölelik vb insanlığa karşı suçların da yaygınlaştığı bilinmektedir.
Savaşlar, doğaya ve çevreye geri dönüşü olmayan zararlar verirler. Sağlık sistemlerini işlevsiz hale getirip toplumun sağlığının bozulmasına bir de böyle katkı yaparlar. Ekonomik kriz, işsizlik gibi etkilerinin yanında emek değerinde azalma, grevlerin ertelenmesiyle, işçi sağlığına zarar verirler.
Militarist kültür ve şovenizm yükselir, savaş/çatışma toplumsal huzur ve barış ortamını ortadan kaldırır, toplumsal şiddet artar. Militarizmin devlet yapısında ve toplumsal yaşamda belirleyiciliği demek, o devletin anti demokratik karakterini ve toplumun değişik kesimleri üzerindeki baskının büyük olduğunu gösterir. Militarizmin egemen olduğu bir toplumda, milliyetçilik ve şovenizm, belirgin bir politik güç haline gelir. Militarist kültür, sadece kışlada değil, toplumun her kurumunda sürekli olarak yeniden üretilir (Kayha 2006).
Savaşlarda cephede erkekler ölürken, kalan kadınlar, çocuklar, yerinden edilmiş kişilerin de sağlığı bozulur. Savaşlar insanın ruhunda, ömür boyu silinmeyecek izler bırakır.
Kısaca, savaş ve halk sağlığı bir biriyle çelişen iki kavramdır. Savaş her zaman ve her yerde bir halk sağlığı felaketidir (Levy ve Sidel 2013). Konuya halk sağlığının yöntemi açısından bakıldığında yapılacaklar üç düzeyde ele alınır:
- Birincil koruma: savaş ve çatışmaların önlenmesi. (Savaş karşıtı, çatışmaların diyalog yoluyla çözülmesini savunan tutum)
- İkincil koruma: Savaş ve çatışmanın mevcut olduğu durumlarda, sağlık üzerine olumsuz sonuçları azaltmaya çalışılması. (sağlık hizmeti, sağlıklı yaşam koşullarının oluşturulması, güvenli bölge, sağlıklı su ve gıda temini vb)
- Üçüncül koruma: Savaşların ortaya çıkardığı sağlık sorunlarının rehabilite edilmesi. (Savaş sonrası oluşan sakatlıklar ve travma sonrası stres bozukluğu gibi ruhsal hasarların rehabilitasyonu)
Sağlık çalışanlarının savaşların önlenmesi veya sonuçlarının en aza indirilmesi ekinliklerinin desteklenmesi ve bu yöndeki politikaların savunulmasında önemli bir rolü vardır. Ve Levy ve Sidel’e göre (2013), daha etkili olması amacıyla halk sağlığı örgütleri ya da hekim, hemşire, sosyal çalışmacı vb meslek mensuplarının örgütleri bunu yapmalıdır.
Ezidi Göçmenler için Diyarbakır Tabip Odası tarafından kurulan revir (2014)
Savaş ve halk sağlığı konularında sayısız makale ve kitapları olan VW. Sidel, savaşların önlenmesinde başta halk sağlıkçılar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının rol alması gerektiğini savunmuştur. Özellikle nükleer silahlara karşı yürüttüğü mücadele olmak üzere savaşa karşı yürüttüğü gerek akademik gerekse toplumsal çalışmalar nedeniyle 1985 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. Ne ironiktir ki, “savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı basın açıklaması nedeniyle TTB Merkez Konseyi’ni oluşturan 11 doktor göz altına alınıp savcılık soruşturmasına maruz kalırken, dünyanın diğer bir ülkesindeki bir doktor Nobel Barış Ödülü almaktadır. Diğer bir ilginç tesadüf, Dr. Sidel, TTB MK’nin gözaltına alındığı gün, 30 Ocak 2017 tarihinde, bundan habersiz bir şekilde yaşama gözlerini yummasıdır.
Dr. Sidel’in çalışmalarını temel alarak, hekimler ve tüm sağlık çalışanlarının savaş ve çatışmaların toplum sağlığı üzerine etkilerini azaltmak ve/veya önlemek adına doğrudan yapabilecekleri şöyle özetlenebilir:
I- Savaş ve çatışma ortamlarında sivilleri koruyan etkinliklerin desteklenmesi
II- Risk atındaki tüm kişilerin uygun koruyucular kullanmalarını sağlamak (kimyasal ve biyolojik silahlara karşı bariyer yöntemler, nükleer radyolojik silahlara karşı tiroid tabletleri vb) [Gezi Direnişinde hekimlerin yaptığı gibi]
III- Zarar görmüş ya da yerinden olmuş kişiler için etkili sağlık hizmetlerinin savunuculuğunu yapmak [Diyarbakır Tabip Odası’nın 2014 Ezidi Göçü’nde yaptığı gibi]
IV- Doğrudan sağlık hizmeti sunumuna katılmak. Örneğin;
- Halk sağlığı hizmetlerinin sunulması (sanitasyon, güvenli su vb)
- Halk sağlığı hizmetlerinin sunulabilmesi için özel önlemler aldırılması, örneğin aşı çalışmaları sona erene kadar ateşkes sağlanması için diyalog kurmak.
- Hastaneler ve diğer sağlık kuruluşları için güvenli bölgeler oluşturulması.
V- Hekim ve sağlık çalışanlarının sorumluluk ve görevleri
- Kadınların cinsel istismarı ve diğer sömürülerin önlenmesi
- Çocuk emeği ve diğer çocuk sömürüsü türlerinin –çocukların savaşmaya zorlanması dahil- önlenmesi
- Yerinden olmuş kişilerin haklarının korunması
VI- Çevrenin korunması
- Çevreye zarar veren silahların kullanımının önlemesi
- Su tesisatının korunması
- Zarar gören çevrenin restorasyonu/iyileştirilmesi ve temizlenmesi
Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının bireysel çabalarının yanında, meslek örgütleri düzeyinde üzerine düşen görevler vardır. Hekimler ve sağlık çalışanları için savaş karşıtı bir tutum almak, çatışmaların şiddetsiz çözümlenmesini savunmak, askeri harcamaların azaltılması ve sağlığa ayrılacak kaynakların artırılmasını ve nükleer silahların ortadan kaldırılmasını savunmak gibi toplumsal görevleri vardır. Ayrıca savaşın sağlık üzerine sonuçları konusunda toplumda farkındalık yaratmak ve eğitim yapmak, savaş ve çatışmaların sağlık üzerine sonuçlarını araştırmak, bu konularda yayınlar yapmak sorumlulukları da vardır.
TTB’nin konuyla ilgili bazı yayınları
Kaynaklar
TTB, 1996. Hekimlik ve İnsan Hakları: Türk Tabipleri Birliği Deneyimi 1984-1992. Der: Ata Soyer. TTB Yayını (Physicians for Human Rights ve American College of Physicians katkıları ile) Haziran 1996.
Levy BS, Sidel VW (2013). War and Public Health. 2nd Edition. Oxford University Press, Inc.
Çağlayan Ç, 2002. Savaş ve Çalışanların Sağlığı. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 3;11:18-23.
Hatun Ş, 2003. Savaş ve Çocuklar. TTB Yayınları. Erişim: http://www.ttb.org.tr/images/stories/yeni_yayin/savas_cocuklar/index.htm
Kahya M, 2006. Savaş ve Barış. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 7:26:6-11.
Harbom L, Wallensteen P, 2007. Armed Conflict, 1989–2006. Journal of Peace Research, 44 (5):623–634
SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Enstitüsü), 2016. Erişim: https://www.sipri.org/
SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Enstitüsü), 2017. Erişim: https://www.sipri.org/commentary/blog/2017/state-major-arms-transfers-8-graphics
[1] Dünya Tabipler Birliği'nin İnsan Hakları Konusundaki Kararı, DTB 42. Genel Kurulu, Kaliforniya, Ekim 1990.
[2] Dünya Tabipler Birliği Silahlar ve Silahların Yaşam/Sağlıkla Olan İlişkileri Hakkındakı Kararı, 1996.
[3] Hekimlerin Toplumsal Sorumlulukları Bildirgesi. Türk Tabipleri Birliği Etik Bildirgeler Çalıştayı’nda kabul edildi. (Güncellenmiş- 2009)
[4] Sömürge savaşları 1974 yılında son buldu.