Dünya edebiyatının en önemli ustalarından Stefan Zweig’in “modern klasikler” arasında yer alan eserleri gösteri sanatlarının da en önemli nüvelerindendir. Ünlü novellası “Satranç (Die Schachnovelle)” dünyanın çeşitli ülkelerinde sergilenmiş, ülkemizde ise hem özel tiyatroların hem de devlet tiyatrosunun önemli eserlerden biri olmuştur. Kitabın orijinal kurgusundan farklı olarak izleyici karşısına çıkan eserin ana örgüsü, başkarakterlerinden biri olan Dr. B. üzerine kurulur. Dr. B. Almanya’da faşistler tarafından tutsak edilmiş Avusturya’nın Yahudi olmayan zenginlerindedir.
3 Ekim Salı günü perde diyen Ankara Devlet Tiyatrosu Oda Tiyatro’sunda sergilenmeye başlanan kitabı, çevirmeni Ahmet Cemal şöyle tanımlıyor; “Edebiyat alanında entelektüel ölümün kaleme alınmış en yetkin metinlerden biri.”[1] Kitap Ahmet Yapar tarafından oyunlaştırmış. Dr. B. karakterini televizyon dizilerinden tanıdığımız M. Bahattin Doğan başarıyla sahnelemekte.
Zweig zıtlıklar üzerine kurguladığı bu eserinde, Dr. B. karakterini, tıpkı satranç tahtasının renkleri gibi siyah yerine beyazın, kötülük yerine iyiliğin, çaresizlik yerine çözümün temsilcisi olarak var eder. Öyle ki Gestapo’nun kendisi gibi “seçilmiş kişilere” uyguladığı özel işkence yöntemleri karşısında kahramanımız zor da olsa ayakta kalmayı başarmıştır.
Naziler Dr. B. gibi önemli kişileri toplama kampına göndermez. Başlangıçta imtiyaz gibi görünen ve bedensel işkencenin olmadığı uzun tutukluluk sürecinde bu kişiler mutlak yalnızlığa hapsedilir, benlikleri hiçleştirilir. Eseri önemli kılan özellik de budur. Zweig, çağdaşları Frued, Jung ve Adler gibi ünlü araştırmacıların insan davranışları üzerine yaptıkları buluş ve yöntemleri eserlerinde ustalıkla kullanarak, öykülerinin psikolojik gerilim hattını ve kurbanların çözülme sürecini başarıyla anlatmıştır.
Yapıtları ve trajik yaşamı ile tüm dünyada tanınan Stefan Zweig, 20 Ekim 1881 yılında Viyana’da doğdu. Viyana ve Berlin Üniversiteleri’nde felsefe eğitimi aldı, roman ve biyografi yazarlığının yanı sıra gazetecilik yaptı. 1920-1928 yılları arasında yazdığı “Üç Büyük Usta, Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Kendileriyle Savaşanlar” büyük ses getirir. 1933’de, Nazilerin iktidara gelmesi ile yakılan kitaplar arasında onun eserleri de vardır.
Zweig 1934’te Gestapo baskısı nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalır ve İngiltere’ye yerleşir. Ancak 1940 yılında konferans vermek için gittiği Brezilya’da, Avrupa’nın zihinsel olarak çok uzağında olduğunu düşündüğü bu ülkede, ölümüne değin kalır. Satranç kitabını da ölümünden hemen önce, bu ülkede yazar.
Hayatı boyunca her türlü resmi ödülü reddeden yazar, Avrupa faşizminin yarattığı barbarlık duygusuyla baş edemeyerek 23 Şubat 1942 yılında, ikinci eşi Lotte ile birlikte Rio de Janeiro’de intihar ederek yaşamına son verir.
Zweig hayatını zehir eden faşizm kabusunu Satranç’ta kurguladığı iki ana karakter üzerinden ele alır. Bu kişilerden biri Naziler tarafından işkenceye uğratılan Dr. B. diğeri ise kötülüğün temsilcisi dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’dir.
Ve öyküye Mirko Czentovic’in çocukluğundan satranç ustalığına giden yolculuğunu anlatarak başlar. Slav ırkından gelen, yoksul bir ailenin neredeyse aptal denilecek derecede beceriksiz oğlu Mirko, babasının ölümünden sonra bir papazın yanına hizmetli olarak girer. Papaz kendi öz çocuğu saydığı bu beceriksiz, saf oğlanın geleceğinden endişe duyarken, tesadüfen satranç oynamaya başlayan Mirko önce yaşadığı küçük şehrinde, zamanla ülkesinde ve bir süre sonra tüm dünyada tanınan ünlü bir satranç ustasına dönüşür.
Bu dönüşüm Mirko’ya geçmişini unutturur, paranın ve şöhretin getirdiği şımarıklık onu daha kaba ve inatçı biri yapar. En ağır işlerde çalışarak bir yılda kazanacağı parayı bir haftada kazanır. Bu beklemedik şöhret ve gereksiz saygı gösterileri kitabın yazarını da isyan ettirir: “Bu dünyada bir zamanlar bir Rembrandt’ın, bir Beethoven’ın, bir Dante’nin, bir Napoleon’un yaşadığı hakkında en ufak bilgisi bulunmayan birinin kendini büyük bir insan sayması son derece kolay değil midir?” (s.10)
Entelektüel birikimi olmayan ve yakaladığı bu başarıyı hazmedemeyen Mirko Czentovic kendisini geliştirmek için hiçbir uğraş vermez. Bunun yerine kendi cahilliği belli olmasın diye insanlara sırtını döner, entelektüel dünyaya karşı kaba bir tavır alır. Ahmet Cemal’in "entelektüel ölüm” diye tarif ettiği bu süreç, bilgiye ve bilene karşı duyulan nefretin bir yansımasıdır. Bugün KHK’larla görevden alınan binlerce insan böylesi bir nefretin süjesi olmuştur. Kabalığın simgesi Mirko Czantovic gibi karakterler baş tacı edilirken, nitelikli bilgi birikimine sahip insanlar açlığa mahkum edilmiştir.
Aslında Stefan Zweig satrancı, “kralların oyunu” olarak görür. Satranç insanın icat ettiği öteki bütün oyunlardan farklı olarak, rastlantı dışı bir akıl gerektirir. Yazar satrancı; “İnsanoğlunun icat ettiği öteki bütün oyunlar arasında kendini bağımsızca rastlantının her türlü tiranlığının dışında tutan zafer taçlarını yalnızca tine ya da daha doğru bir deyişle, tinsel yeteneğin belli bir türüne sunan tek oyundur,” diye tanımlar. Ve eserinde bu oyunu Mirko Czantovic gibi kaba birinin değil, Dr. B. gibi bilgili bir karakterin kazanmasını ister. Ancak yazarın tarafgirliğine rağmen gerçekler başka türlü vuku bulacaktır.
Tiyatro sahnesinde ise oyun, New York’tan Buenos Aires’e giden gemi yolculuğu sırasında başlıyor. Sahnede kitabın anlatıcısı, zengin bir işadamı ve dünya satranç şampiyonu maç yapmaktadır. Dr. B. aniden sahneye girer ve oynanan oyuna müdahale eder. Bu noktadan sonra Dr. B. ve anlatıcı dışında sahnede kimse kalmaz.
Asıl mesleği avukatlık olan Dr. B. kilise, manastır gibi dini kurumlar ile Avusturya hanedanlığına mensup bazı eski soyluların mal varlıklarını yönetmektedir. Aile mesleği olan bu alanda çalışabilmek için mutlak olarak sır tutmak ve güvenilebilir olmak iki önemli özelliktir. Gestapo son derece önemli göreve sahip bu avukatı konuşturmak için klasik sorgulama yöntemi yerine, sanığı psikolojik olarak baskılar uygulamıştır. Bu sorguların birinde Dr. B. subaylardan birinin cebindeki satranç kitabını çalmayı başarır. Satrancın tahtası ve taşları yoktur. Ancak önce ekmek içinden yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle belleğinde oynayarak kurumsal bir satranç ustası olan Dr. B. zaman içinde benliğini dış saldırılara karşı korumayı başarır.
Neredeyse tek kişilik performansa dayalı bir saatlik bu oyun, kitaptaki kurgusundan farklı olarak sahneleniyor. Oda Tiyatrosu’nun altmış kişilik küçük sahnesinde kapalı gişe oynayan oyunda, oyuncunun başarılı performansının yanı sıra, sahne ışıklarının da başarılı tasarımı oyundaki psikolojik gerilimi izleyiciye tam manasıyla hissettiriyor. Öyle ki oyundan çıktığımız vakit kitabı tekrar okuma isteği içinizde uyanıyor. (PT/AS)
[1] Zweig, Stefan, Satranç, İş Bankası yayınları, s.83