Bu tablo, Mersin Radyo Metropol'den, Şanlıurfa Radyo Karacadağ'a, Edirne Dost FM'den Samsun Medya FM'e kadar Türkiye'deki bini aşkın özel radyo ve televizyonda aynısıyla yaşanıyor şu günlerde...Ve işte, bir bir ihaleler kaybedilmeye başlandı. İzmir ''Kanal 1'' gibi kaybedenler, yargıya başvurmak için dosyalarını hazırlıyor. ''İhaleler'' aslında yalnızca küçük, büyük radyoları, televizyonları değil, tek tek bu ülkede yaşayan herkesi ilgilendiriyor.
Arabalara takılan siyah kurdelelarla sürdürülen ''Radyomu istiyorum'' kampanyası geliyor herkesin aklına. Hani nasıl Tansu Çiller bile kervana katılmıştı ve sonunda Turgut Özal'ın oğlunun ''illegal'' TV'sini ''yasallaştırmış'', ''konuşan Türkiye''ye armağan etmiştik. Gerçi, TRT tekelinin kırılmasında Özal ve Çiller'in belirleyici bir rol oynadıklarını söylemek pek yerinde sayılmaz. Radyoculuğun ticarileşmesi daha 1980lerde reklamlar, özel yapım şirketlerinin ürünleri ve sponsorlu programlarla TRT'de başlamış, yayın tekeli kırılmış ve PTT'nin kablolu yayın denemeleriyle özel televizyon ve radyolar için gerekli altyapı çoktan döşenmişti.
Ama bugün başladığımız yere dönüyoruz yeniden, eskiden yalnız devlet konuşuyordu, şimdiyse devlet ve zenginler konuşuyor. Güç ve servet sahibi olmayan medyaya yaşama hakkı tanımıyor RTÜK. Sonunda gökyüzü de özelleştirme kapsamına alındı işte.
Gökyüzü Özelleştiriliyor!
Eylül sonunda başlayan frekans ihaleleriyle RTÜK, aslında kendisinin bile olmayan birşeyi, gökyüzünü satılığa çıkarıyor. Ses ve görüntü ileten frekansları, başka hiçbir ölçü ve kamu yararı gözetmeksizin en yüksek parayı sayana veriyor. Kamunun, bütün insanlığın göğünü parselliyor. Şimdilik, 13 yerel TV kanalı elenirken 26 kanala frekans tahsis edildi. İhaleler bittiğinde 30 il ve 17 ilçe merkezinde 113 yerel TV kanalı kalmış, varolan özel TV'lerin sayısı yarıya indirilmiş olacak. Bunu 1000'i aşkın radyonun yarısından fazlasını tasfiyeyi hedefleyen radyo frekans ihaleleri izleyecek.
Özel mülkiyetin kabesi ABD'de bile gökyüzünün, dolayısıyla frekansların kamunun malı olduğu kabul ediliyor. Bir tahsis faaliyeti olan frekans düzenlemelerinde temel hedef kaosu önlemek ve kayda geçmek. Tahsisin ihale ile yapıldığı bir kaç örnekte de para tek ölçüt değil. Örneğin Fransa'da evrensel yayınclık ilkelerine uymayışı nedeniyle en yüksek parayı veren medya gruplarından biri ihaleyi kazanamamıştı.
''Derin Türkiye'' İslamcı mı?
RTÜK yerel radyoları ihale yoluyla tasfiyeye hazırlanırken, büyük medya gruplarının ''bunların hepsi islamcı zaten'' yollu kampanyaları anlam kazanıyor. Hürriyet'e bakarsanız 1000 kadar radyonun yarısı yani 500'ü ''islamcı''ymış! Demek, yerel radyoların yarısı kapansa gam yemeyeceğiz.
Oysa yerel radyo ve TV'lerden yansıyan ''derin Türkiye'', büyük medyanın İstanbul'a dönük tek düzeliğiyle hiçbir ilgisi olmayan bir çoğulculuğu ve çeşitliliği yaşıyor. ''Star''ın startından bugüne kadar RTÜK kayıtlarına göre 1058 yerel radyo, 229 yerel televizyon yayına geçmiş. Bağımsız İletişim Ağı'nın 1997 başlarında tüm bölgeleri temsil özelliği taşıyan 577 radyo ve 112 televizyonuyla ilgili topladığı bilgilere göre 46 ilde kayıtlı 577 radyodan 113'ü ''sol-sosyal demokrat'', 218'i ''sağ-ırkçı'' ve 59'u ''islamcı'' eğilimli, geri kalanlarsa sadece müzik yayını yapıyor. 112 yerel televizyonunsa 18'i ''sol-sosyal demokrat-demokrat'', 68'i ''sağ-ırkçı'', 16'sı ''islamcı'', geri kalanlar da daha çok ''eğlence kutusu'' niteliğinde.
Bu sayılarda yansıyan yalnızca, ''derin Türkiye''nin çoğulculuğu değil, aynı zamanda yerelin kendi sesini yeniden özgürce üretme isteğinin ölçüsü de. Hangi eğilimden olursa olsun, yereller ulusal yayınların gerçeği merkezin çıkarına göre aşındırıp çarpıtmasına oranla, her zaman sahici bir iletişim ortamı olmaya devam ediyor. Merkezin çoğulluğu tekilleştirmeye ve aykırı olanı tasfiyeye dönük bu uygulamalarıyla yarın ''sol''u, öbürgün ''liberalizm''i, bir başka gün ''devletçiliği'' ''iç düşman'' ilan etmeyeceğinden ne kadar emin olabiliriz?
RTÜK Temsilcisi Emniyet!
''Sivil polisler resmi bir belge göstermeksizin yayın kayıtlarınmızı istediler, vermek zorunda kaldık, '' diyor Samsun Medya FM'den Makbule Efe. Kasetler incelenip geri verilince anlaşılmış ki, ''TC vatandaş'' imzalı bir ihbar alan yetkililer harekete geçmek ''zorunda kalmış.''
Yayını sürdürmek Urfa'da daha da zor. Radyo Karacadağ'dan Mehmet Can Toprak piyasada serbestçe satılan Kürtçe şarkıları çaldıkları için 20 kez ifade verdiğini anlatıyor: ''RTÜK Emniyet Müdürlüğü'nün şikayetiyle serbestçe satılan bir kasetten 'şer şere' parçasını çaldığımız için radyoyu 7 gün kapattı.'' İletişim özgürlüğünün ve iletişim hakkını engeleyen uygulamanın, ''ihlallerde eşitlik'', ''onu kapattın, bunu da kapat'' çağrılarıyla iyileştirilemeyeceği ortada. ''Karakol'' yayıncıyla izleyici arasında durduğu sürece ''konuşan Türkiye''dense ''polisin istediği gibi konuşan'' bir Türkiye'ye varacak gibiyiz. Yoksa, istenen aslında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın uyduyla tek vaaz projesinde olduğu gibi ''vaaz dinleyen Türkiye'' mi?
Herkesin Eli Yerelin Cebinde
Uluslararası sözleşmelere uyarlanmadığı için de anayasallığı tartışmalaı RTÜK yasasının yarattığı sorunlarla yerel medya çoğu zaman başedemiyor. Alan yerellerdeki avukatlar kadar yargıçlar için de muammalarla dolu. Üstelik yasadaki muğlak ifadeleri kendilerine yontan müzik yapımcıları da yerellerin mütevazı kasalarına hortumunu sokmaya hazırlanıyor. ''Yoksa'' diyorlar, ''yüzmilyonlarca lira tazminat ve hapis cezası sizi bekliyor!''
Yasada, ''komşu hakkı'' sahibi olarak tanımlanan müzik yapımcılarının bir meslek birliği aracılığıyla temsil edilmesi gerekirken, onlar MÜYAP adlı bir şirketle, radyo ve TV'lerin kapısına dayanıyor. Asıl telif hakkı sahibi olan müzik eserleri sahiplerinin meslek kuruluşu (MESAM) aylık taban 100 Dolar'a (neden dolar?) anlaşma imzalıyor ama MÜYAP taban 90 milyon TL aylık ''komşu hakkı'' diye diretiyor.
Yereller telif haklarını elbette ödeyecekler. Ama kime, hangi ölçüye göre? RTÜK bu soruların cevabını henüz vermemişken. yüzde 5 olan kendi reklam geliri payını yüzde 10'a çıkartıverdi. Hangi hakla? Ardından bir yüzde 5 de ''8 yıllık eğitim'' için isteniyor. Neden milyonlarca başka şirketten değil de radyolardan? Neden, yurttaşların eğitimi devletin görevi olduğu ve bunun kaynaklarını vergi gelirlerinden sağlaması gerektiği halde devlet radyoların sınırlı gelirlerine el koyuyor? Yereller, bu ağır yükler altında radyo ve TV'lerini kapatmak ya da ulusal radyo ve TV'lere satmak arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyor!
Yerel Direniş
Hayatta kalmakta kararlı radyo ve televizyon yayıncıları ''ekranların kararmaması, mikrofonların susmaması'' amacıyla Mersin'de bir platform kurdular. Kentte yayın yapan 5 TV ve 6 radyo Ekim başında sorunlarını ortak yayınla Mersinliler'e duyurdular. Yayın ertesinde İçel milletvekilleri, siyasi parti başkanları ve sivil toplum örgütlerini çağırdıkları toplantıda bir eylem planı oluşturarak ''çok geç olmadan'' harekete geçmeyi kararlaştırdılar.
Mersin Radyo Metropol'den Necmi Aydın, ''üniversitenin, siyasi partilerin ve milletvekillerinin ve sivil toplum örgütlerimizin ilimizde yayın yapan 5 TV ve 12 radyonun meşruluklarını ilan etmelerini istedik ve olumlu yanıt aldık,'' diyor. ''Kamu hizmeti yapan yerel radyo ve TV'lerin yayınına olanak sağlayan ve kamu malı olan gökyüzünün ihalelerle yok edilmemesi için bütün gücümüzle direneceğiz. Frekans planlarının da bölgenin coğrafi özellikleri gözönüne alınarak yeniden yapılmasını istiyoruz.''
Urfa Ceylanpınar'da yayın yapan Radyo Tempo'nun sahibi ve yayıncısı Hülya Güner de radyosunu yaşatmak için herşeyi yapacak. ''Ben babamın tek kızıyım. Bana çeyiz yerine bu radyoyu vermesini istedim. Dişimle tırnağımla hiç yoktan bu radyoyu yarattım o yokolursa ben de yokolurum,'' diyor.
''Yüz bin kişi bu radyodan kendi seslerini işitiyor. Onu ne İstanbul radyolarına satarım, ne de kapatırım.''