Acaba 40 küsur sene sonra, birileri de çıkıp bugünler için “Aleyna Tilki diye bir kadın varmış zamanında; acaba ne şarkılar yapmış, ona hangi müzikler çalınmış, hangi aranjmanlar yapılmış” der mi? Ya da, tersten sorarsak, siz Gökben’i hatırlar mısınız mesela?
Bana öyle geliyor ki benden yaşça büyüklerin çoğu hatırlar da küçükler herhalde hiç bilmezler kendisini. Bir soru daha olsa: bugünün şartlarının, haydi uyduruk demeyelim de, alelade şarkılarını 40 yıl sonra bile merak ettirebilecek, onları hatırlanmaya, o günün formatında yeniden yayınlanmaya layık kılacak faktör ne olabilir?
Bugünün youtube/instagram prens ve prensesleri gibi (ben insanlara “sosyal medya fenomeni” demeye dili dönmeyenlerdenim, bir nevi küfür gibi geliyor) 70’lerin popüler olan kültürel sahnesi gazinolarda da böylesi “starcıklar” olurdu.
Bunlara kibar lisanda “uvertür”, avam tabirle “sırakızı” denirdi. Müşterinin gazinoya gelmesine esas sebebi teşkil eden, insanların da daha bir kulağını kabartarak dinlediği şarkıcılardan sayılmayan, genelde tecrübesiz, toy isimlerdi bunlar, kadro doldururlardı.
Dönemin böyle “yükselen” ya da yeni isimlerinden biri Gökben’di, diğeri de mesela Yeliz. Bazı plakları başarılı olsa, hit şarkılar çıkarsalar da hiçbir zaman o günlerin “ağır” solistaltı isimleri Ajda Pekkan ve Seyyal Taner seviyesinde itibar görmüyorlardı gazinolarda. İlanlarda isimleri, resimleri büyümüyordu.
O yüzden, 80’lerle birlikte hem bildiğimiz haliyle alaturka gazino hem de pop müzik ciddi bir duraklama-gerileme dönemi tecrübe ederken, Yeliz arabeske dümen kırıyordu, Gökben de hafif-çoksesli alaturka şarkılara. Yeliz albümlerde ve muhtelif sahne programlarıyla “iş yapmaya” devam ederken; Gökben de verdiği aradan sonra en azından TRT ile barışıp, müziği bırakacağı 90’lar başına kadar suyun üzerinde kalmayı bir şekilde başarıyordu.
Gökben’in 70’lerdeki yapımcısı ve en başarılı işlerine imza atmasının arkasındaki isim olarak görülebilecek, prodüktörlüğünün ve besteciliğinin altın çağını da o ara yaşayan Ali Kocatepe, kendi firması 1 Numara’dan çıkan ve bugüne kadar plak haricinde bir formatta gün yüzü görmemiş Gökben albümlerini, dijital olarak satışa sundu (sonunda!): özgün beste içermeyen, aranjmanlarla dolu ilk iki 33’lük, 1976’dan Aşk Dediğin Laftır ve 1977’deki Bu Ne Biçim İştir ile 1979’dan cover albüm de sayılabilecek, Onno Tunç’un düzenlemeleriyle ayağa kalkan ve kült şarkı İnsanoğlu’nu da (buradaki adı Bu Oyun Böyle Sürer) barındıran Samanyolu.
Bu şarkıyı bilenlerin, hatırlayanların büyük kısmı bu versiyondan habersizdir muhtemelen. Ama Tunç’un Gökben’e yaptığı versiyon, eserin bestecisi de olan Doğan Canku’nun kendi düzenlemesinden çok daha zengin ve lezzetli.
Elbette yaklaşık otuz yıldır müzik piyasasından uzak olan, uzak olmadığı dönemde de zaten başa oynayamayan bir ismin bu çok eski (ilk) albümlerinin bir ticari değeri yok. Gökben de Türkçe sözlü hafif batı müziği günlerinin alternatif tarihlerinde kendine sayfalar ayrılmış bir ses değil... Tonunu, havasını severseniz ne ala.
Yine de kenarda kalmışlara, "B" yüzlerine, unutulmaya terk edilmişlere meraklıysanız, arşivciyseniz, Onno Tunç’un, Osman İşmen’in ve Atilla Özdemiroğlu’nun o dönemde yaptığı düzenlemelere meraklıysanız ya da sadece nostalji kafası olsun modundaysanız, Gökben’in eski plaklarına bir bakmak isteyebilirsiniz; ben hiç pişman olmadım.
Benden eski bu şarkıların artık geri gelmez naiflikteki tozpembe dünyasında mutlulukla randevum vardı diye başlayıp, rüzgâr gibi geldin diye devam etmek; aşk dediğin laftır diye noktalamak iyi bile geldi. 70’lerin kuştüyü hafifliği, 2020’lerin kasvetinden, karanlığından evladır.
Kat Beni de Sel Suyu'na
Peki Yeliz’e niye şimdi sıra geldi, onun da mı eski bir plağı yeniden yayınlandı? Hayır. Seyircisiz kaydedilen ve dijital olarak yayınlanan malum konserlerde Yeliz’i görünce, hemen evin ışıklarını karartıp, İskoçya’nın milli içeceğinin de yardımıyla, sanki onun şarkı söylediği yerlerden (“mekan”) birine gitmişiz gibi ortam yaptık. Kendimi bildim bileli (ki tam olarak onun Seni Sevmek İbadet’i biraz geriden gelerek Star1’de söylediği zamana denk gelir) Yeliz’i çok severim. Malum, artık herkesin bir “underrated” (kadri kıymeti bilinmemiş) yorumcu listesi var; benimkinde üst sıralarda yer alır kendisi.
Sürekli gittiğimiz yerlerde, İstanbul’un nezih konser alanlarında, popüler salonlarında çıkmadığı için yalnızca iki kere canlı seyredebildim. Yine de bu sayede, devasa sesi ile hem kendisinin unutulmaz şarkılarını hem de farklı türlerden sevdiği-sevilen eserleri ile nasıl müdanasız, dimdik söylediğini birinci elden tecrübe edecek kadar şanslıydım.
Yeliz, stüdyoda ittir-düttür iki üç sese basabilip, canlı icrada yaya kalan, onlar adına bizim utandığımız şarkıcılardan değildir. Her şarkıyı her zerresiyle, tüm kuvvetiyle hissederek söyler, size de (direnseniz de, istemeyecek gibi olsanız da) hissettirir, geçirir.
O programda da her zamanki gibi formundaydı. Unutulmaz Sel Suyu ile çıktı, kendisine ün, şan ve şöhret kazandıran Yalan, Oldu Olacak, Bu Ne Dünya Kardeşim, Deli Divane, Rüya, son yaptıklarından Ağla Kalbim, (Aysel Gürel’in sözlerine yapılan galiba son beste olan) Bekle Yağmur Geliyor ile birlikte bar programının unutulmaz pop şarkılarına, 70’lere, 90’lara ve hatta alaturka zamanında plağa da söylediği Gündüzüm Seninle’ye (ve diğerlerine) nefes verip gitti. Keşke sıra Hayalimdeki Adam ve (yine daha yakınlardan) Gidiyorum’a da gelseydi. Ama biliyorum, kendisinden şarkı istenmez. En son bu hatayı yaptığımda, “ben kırk yıllık şarkıcıyım, ne söyleyeceğimi bilirim” demiş, ağzımın payını vermişti.
Biliyor da gerçekten. Arabeskin alacakaranlık sularında sel olup aktığında da popun yeşilini morunu alasını icra ettiğinde de çok ama çok iyi bir şarkıcı Yeliz. Old-school güçlü şarkıcıların yüz aklarından; hala da oldukça etkileyici bir yorumcu. Bir yerlerde karşınıza çıkarsa aman kaçırmayın. Bazı arabesk kasetleri haricindeki eserleri itunes gibi mecralarda da mevcut. Asla bir kadeh eşliğinde onu canlı dinlemenin yerini tutamaz ama malum, salgın koşullarındayız…
Günsüz Başlar Gecem
Atilla Özdemiroğlu demişken. Kendisi müzikal tarihlerimizde unutulacak, ihmal edilecek bir figür değil şüphesiz. 2016’da kaybettiğimiz, öncesinde de hastalıklarla mücadele eden Özdemiroğlu’nun adına en son Nilüfer’in 12 Düet albümünde Teoman’la söylediği Sensiz Olmaz’ın ve yine Nilüfer’in Gencebay’la Bir Ömür başlıklı derleme yapımda ses verdiği Dertler Benim Olsun’un düzenlemelerinde rastlamıştım. Şaşırmıştım da, “hala böyle dışarıya çalışıyor mu ki siparişle” diye. İki şarkıdaki en iyi unsur da onun düzenlemeleriydi zaten.
Ailesi ve yakınlarınca hazırlanan Atilla Özdemiroğlu Besteleri isimli, dolu dolu bir duble albüm de geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Bu tarz saygı-tribute-anma amaçlı, “proje” de denen yapımlar o kadar düzenli hale geldi ve sayıca çoğaldı ki, kendilerine özgü bir tarz, bir janr yarattıklarını düşünüp, öyle değerlendirsek herhalde daha makul bir yaklaşım benimsemiş olacağız.
Bunun birinci prensibi de, deve dişi gibi eksiklikler dışında, acaba o şarkı nerede, peki bu yorumcu niye yok diye çetele tutmamak. Demirel’in dediği gibi, varsa vardır; yoksa yoktur. Önümüzde ne var ona kulak kabartmak daha anlamlı. Sonuçta, bir grup (kimisi hayli önemli) insan, salgın hastalık, siyasi sıkıntı, ekonomik kriz dememiş, bin bir zahmetle bir işe kalkışmış.
Bu elbette, kayıtsız şartsız bağrımıza basacağız demek de değil. “Niye yok” demesek de “niye var” diyebiliriz pekâlâ. Bu tarz albümlerin çoğunda olduğu gibi, burada da epeyce kez “bu niye burada, bunu çok mu aramışlar” demeden duramıyorsunuz. Maalesef, bu yeni janrın olmazsa olmaz bir bileşeni bu.
Sezen Aksu, geçen aylarda çıkan ve oldukça kötü denebilecek Fikret Şeneş albümündeki gibi burada da “buzkıran” rolünde (ya da başrolde). Zamanında Demet Sağıroğlu’nun belleklerimize kazıdığı, Ağır Roman filminin müziklerinden Bir Vurgun Bu Sevda’yı kendi halet-i ruhiyesiyle yeniden yoğurmuş. Demet’in sesinin üzerine toz zerresi olsun düşmez; ama bu yorum da şarkıya başka kapılar açmış, Aksu’nun sesine yakışmış, onunla örtüşmüş. Aysel Gürel ve Özdemiroğlu’nun kurduğu dünyaya en yakın ve yakışan şarkıcı da zaten odur.
Burada başrol paylaşan Nükhet Duru, zamanında da istediğini söylediği Kalbim Ege’de Kaldı’yı bu vesile ile yorumlamış. Aksu’nun 90’larda söylediği orijinal hali bana hep yorucu ve sıkıcı gelirdi; buradaki Yunan tavernası havası ile Duru’nun işveli şarkıcılığı şarkıyı hafifletmiş, daha turunçlu bir aroma katmış. Ben bu versiyonu yeğlerim.
Firuze’yi söylemek zor. Sürekli rahatsız ediliyor, sürekli yeniden söyleniyor. Zaten herkesin hafızasında canlı, hiç unutulmamış bir şarkı. Teoman elinden geleni yapıyor herhalde ama katılabilecek pek bir şey yok artık. Cem Adrian ve Lara Özdemiroğlu, Sertab Erener’in en iyi albümündeki en güzel şarkılarından biri olan Yara’yı günümüze taşımış. Bu nadide eserin hatırlanması, canlanması albümün en iyi yönlerinden biri olmuş bile denebilir. Ceylan Ertem ve seslendirdiği Fahriye Abla için de fazlasıyla geçerli denebilir aynı özellik, hem ne güzel şarkımızdın sen…
Bu albümlerin, haydi bu yeni janrın diyelim, en kıymetli isimlerinden biri bence Ayşegül Aldinç’tir. İşte Yolun Başında; işte Yıldızlar. Burada kısmetine Sezen Aksu’nun çok eski şarkısı Lunapark düşmüş. Düzenleme Onno Tunç’un yaptığının gerisinde kalmış, Aldinç’e büyük sevgimize saygımıza rağmen, Aksu’nun sesi buraya daha uygunmuş. Bir şeyler eksik kalmış gibi. Maalesef İpek Acar’dan Masum Günahlar da heba edilmiş bir fırsat olmuş. Acaba şarkının yolu Nilüfer’den geçerek mi buraya vardı diye düşünmeden edemedim.
Halil Sezai ile Tuğçe Soysop’dan Sonsuz Aşk hiç de fena olmamış. Gripin de çok iyi, gölgede kalmış muhteşem şarkı Yeter’de Aksu’yu aratmamışlar. Özdemiroğlu’nun Zerrin Özer’le çalıştığı albümden kalma Dayanamıyorum da Pamela’nın sesiyle gücüyle coşkusuyla yeniden canlanmış. Ki, Özer’in şarkılarını yeniden söylemek zordur, Emre Altuğ ile İzel bir daha toparlayamamıştı bu yöndeki denemelerinden sonra. Yine bir diğer Ağır Roman efsanesi Ağla Sevdam da burada çoğunluğun unuttuğu Niran Ünsal’a gitmiş. Demek ki, duygusal, içtimaı ve siyasi hayatını dengede tutabilse, iyi bir arabesk şarkıcımız daha olabilecekmiş.
Işın Karaca’nın da varlığını unutmuştum. Ama hatırladığım bir şey var: alaturka nağmeleri yapamıyor, sesi nefesi tavrı buna yatkın değil, aktarması gereken hisleri eziyor ve olmuyor. Arabesk albümleri de dahil, hiç de olmadı. Petrol de Özdemiroğlu’nun en alaturka bestelerinden biriyken onu Karaca’ya söyletmek, ne bileyim, karar vericilerin boş bir anına denk geldi herhalde. Halbuki bu şarkıya bu vesileyle iade-i itibar yapılabilirdi.
Koray Avcı’dan Sevda’ya, Ayçin Asan’dan Tanrım’a, Elif Kaya’dan O Ye’ye, Casalini’den Erkeğim’e, hele hele Kenan Doğulu’dan Rakkas’a ihtiyacımız yoktu. Yok farz etmeye de devam edebiliriz. En kötü ise yine şaşırtmıyor: Mehmet Erdem’in varlığı bile bu sıfata haiz olmaya yeterdi, değil ki koskoca Eskidendi, Çok Eskiden’i “yorumlamaya” kalkması… Hemen unutmak isteyeceğiniz bir başka müzikal deneyim olmuş. (CÖ/EMK)
Görseller: biyografi.net