"Müzik gözyaşına ve anılara en yakın sanattır", demiş Oscar Wilde. Müzik üzerine yapılmış en içli filmlerden biri, Türkiye'de sinemayla 1980'lerde tanışan bir kuşağın hit yapıtı "Rembetiko" bu özlü sözün en güzel kanıtıydı. Costas Ferris'in yönettiği film, anılardan da acılardan da payını fazlasıyla alan insanların müzikle içli dışlı göç öyküsünü anlatıyordu.
Bugün miadını doldurmuş olan bu müzik türüne uzun yıllar sonra şapka çıkarmamıza vesile olan bir belgesel var şimdi: "Sarı Kanaryam" (My Sweet Canary)
11 Mart'ta başlayan Selanik Belgesel Festivali'nin açılışında gösterilip ayakta alkışlanan bu enerji dolu belgesel, fakir bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğan ve Yunanistan'a göç ettikten sonra efsane mertebesine ulaşan rembetiko sanatçısı Roza Eskenazi'yi anlatıyor.
Rembetikonun bu taçsız kraliçesinin yaşam öyküsü, Wilde'ın saptamasını haklı çıkaracak şekilde, hüzünlü anıların hakkını verdiği gibi sık sık gözyaşlarını da tetikliyor. Adının çağrıştırdığı ilk şeyden ötürü, Türkiye'de gösterilse çok alakasız fanatikleri çekeceğinden endişe ettiğim bu duygu yüklü belgeselde, Türkiye, İsrail ve Yunanistan'dan birer müzisyen, Eskenazi'nin izinde İstanbul-Selanik-Atina hattında ortak bir yolculuğa çıkıyor. Filmin yönetmeni Roy Sher'in oluşturduğu ekip, yoksul bir ailenin çocuğuyken şans eseri keşfedilip kulüplerde şarkı söylemeye başlayan ve yıldızı hızla parlayan Roza'nın, geçen yüzyılı boydan boya kat ederek göçlerin, mübadelenin, Nazi kıyımının içinden geçen uzun yaşamının izini sürüyor. (Filmin ilk karesinde gözüken bir başka rembetiko ustası Manolis Rasoulis'in tam da festival haftasında evinde ölü bulunduğu haberi, filmi daha da hüzünlü kılan acı bir tesadüf oldu.)
Sokağın sesini yansıtan bir müzik
Bu öyküde, "alt sınıfların" müziği olarak rembetikonun neden hep azınlıklar arasında kök saldığının, ayrıca Yunan cuntası tarafından nasıl dejenere sayılıp yasaklanmaya çalışıldığının da ipuçlarını yakalıyoruz.
Filmin karakterleri yolculuk boyunca gittikleri tavernalarda rembetiko ruhunu diriltiyor; konakladıkları kentlerde yerel müzisyenlerle şarkı söylüyor, Roza'nın müziğine hayat vererek onu anıyor, ardından bir sonraki konsere doğru yola koyuluyor. Bu yolculuğa muhteşem sesi ve kemanesiyle İstanbul'dan katılan isim, Mehtap Demir; yol arkadaşları Tomer Katz ve Martha D. Lewis. Üçlünün, filmle birlikte dolaşıp konserler verdiğini de ekleyelim. Darısı İstanbul'un başına!
Avrupa'nın en büyük belgesel buluşmalarından biri olan ve bu sene 13'üncü yılını kutlayan Selanik Belgesel Festivali'nde, hem müzikle ilgili hem de İstanbul-Selanik bağlantılı bir film daha vardı. Soner Sevgili'nin yönettiği "Pera Güzeli", laternanın öyküsünü anlatıyor. Yine ömrünü tamamlamış, bir zaman İstanbul'un da sokaklarını şenlendirmiş bir enstrümana saygı duruşunda bulunuyor film. Özellikle Yunan sinema tarihinden alınmış etkileyici arşiv görüntülerine, projenin fikir annesi Nilüfer Saltık'ın girişimiyle bir laternanın imalatı ve bu aletin tarihsel öyküsü eşlik ediyor.
Geçmişin değil bugünün yükü
Festivale katılan Türkiye yapımı belgesellerden ikincisi, Nefin Dinç'in yönettiği "Öteki Kasaba", iki 'komşu' halkın birbirine karşı beslediği yargıları ele alıyor. Herkül Millas'ın eşliğinde biri Türkiye diğeri Yunanistan tarafında iki kasabaya uğrayıp iki tarafın "öteki"ne dair algısı hakkında epey veri topladıktan sonra, bunun kökeninde geçmişte yaşananlardan çok günümüzün palazlanan milliyetçi söyleminin daha fazla payı olduğunu anlıyoruz.
Festivaldeki diğer Türkiye yapımı Murat Erün'ün "Üç Mevsim-Bir Ömür"ü, Karadeniz'in son kuşak yaylacılarını anlatıyor. Bir ailenin yayladaki yaşamı, Karadeniz dağlarının muhteşem görüntüleri eşliğinde aktarılıyor. Öte yandan zorlu doğa şartlarına karşı insanüstü bir çaba harcayan, buna rağmen mutlu olduğunu söyleyen bu insanların yaylaya çıkacak son kuşak olduğunu anlıyoruz. (Yayla hayatının ağır yükünü çekmek kadınlara, doğanın bağrında yaşamayı romantize etmek ise erkeklere düşüyor bu arada!)
20 Mart'ta sona erecek olan Selanik Belgesel Festivali'nde, dünyanın dört bir yanından gelen 200'ü aşkın filmin yanısıra Helena Trestikova ve Sergei Loznitsa gibi ustalara özel bölüm ayrıldığını, sırf bu iki retrospektifle bile belgesel sinemanın gücüne olan saygımızın bir kez daha tescillendiğini ekleyelim.
* Roza Eskenazi'nin sesinden rembetiko dinlemek için tıklayın.