Özelleştiğinden beri tadı kaçan İDO'nun deniz otobüsü seferlerini iptal ettiği bir Pazar günü Kadıköy'den Eminönü vapuruna biniyorum.
Güneş parlıyor. Martılar her zaman olduğu gibi coşkulu. Güverteye çıkıp, İstanbul'a baktığım an İDO'ya kızgınlığımın yerini minnettarlık alıyor. Aklınıza ne gelirse tanrıya, anne babama, seferleri iptal eden İDO yetkililerine.
Bir an aklımdan Fatih bile geçiyor, yalan değil. İstanbul'u yaşayabilmemi sağlayan herkes ve her şeye teşekkür ediyorum içimden.
Güvertede bulunan neredeyse üç kişinin birinin elinde fotoğraf makinesi ya da artık onların bile yerini alan akıllı telefonlar var. Herkes fotoğraf çekiyor.
Telefonla fotoğraf çeken insanlara kızıyorum içimden. Hem İstanbul'a hem de fotoğraf sanatına haksızlık ediyorlar diye düşünüyorum, belki de küçümsüyorum.
Benim kelimelerimin sönük kalacağını bildiğimden anlatmayı denemediğim bir güzellikte İstanbul. İnsanlara bakmaya devam ederken farkında olmadan elim telefonuma gidiyor, kamera ayarı yapıyorum ve ben de başlıyorum çekmeye.
O kare çekilmezse, o şehir, o güzellik ziyan olacakmış hissiyatıyla. Her gün vapur ile seyahat eden insanları kıskanıyorum o an. Delice. Az önce kızdığım, küçümsediğim insanları seviyorum. Fotoğraf çeken herkesi seviyorum. İstanbul'da fotoğraf çeken insanları biraz daha çok seviyorum.
Bu büyülü şehre fotoğraf çekmeye gelmiş ve cansız bedeni ironik bir şekilde Cankurtaran ve Sarayburnu arasındaki surların dibinde bulunmuş olan kadını düşünüyorum. Sarai Sierra. Yanıma oturuyor Sierra vapurda. Kanıyor başı. Kan etrafa yayılmaya başlıyor. Taba rengi mantomun üzerinde, kırmızı bir leke oluyor Sierra. İlerliyor...
Farklı şeyler üşüşüyor beynime. Martılar gözlerimin önüne geliyor. Kovuyorum onları. Kadına şiddeti düşünüyorum bir süre. Her ay kaç kadının erkek şiddetine maruz kaldığını düşünüyorum.
bianet acaba Ocak ayı erkek şiddeti çetelesine Sierra'yı da dahil edecek mi gibi saçma bir soru geliyor aklıma. Gönderiyorum onu hemen. Her yıl, her ay, her gün ne kadar çok ölüyoruz diye düşünüyorum. Kendi kadınlarımızı öldürmek yetmedi bize diye düşünüyorum. Öldürmek yetmedi asıl.
2008'de Türkiye'de tecavüz edilip öldürülen Picca Bacca geliyor aklıma sonra. Yaşadığımız ve yaşattığımız dehşeti düşünüyorum. Avrupa'da, Amerika'da insanlar Türkiye'yi sorduklarında anlattığım onca güzel şey geliyor aklıma.
İstanbul'dan söze başlayıp, onları bu şehrin dokusuyla büyüleneceklerine inandırdığım kendi konuşmalarımı duyuyorum. Yüzüm kızarıyor. Sierra'nın başından damlayan kan mı yanaklarımı al yapan?
Sierra'nı ölü bedenine ulaşıldığında sosyal medyada Tarık Tufan'ın paylaştığı cümle de geliyor aklıma; "o kadının öldürülmesi kadar acı olan; kaybolduğunu duyduğumuz ilk anda öldürülmüş olduğunu bilmemizdir".
Ne kadar yerinde bir yorum diyorum. Hepimiz biliyorduk Sierra'nın bir yerlerde öldürülmüş olduğunu aslında. Bizim tarafımızdan. Bizim ülkemizde.
Bilmediğimiz şeyler de vardı. Ben mesela önce tecavüze uğradı mı diye düşünüyordum. İlk bilgilere göre böyle bir bulgu yok. Sierra'nın sadece başından kan damlıyor.
Buna da şükür!!!
Önce tecavüze uğramadığı için sevinebiliyorum ya kadın olarak yazma dediklerine belki bir örnek bu da.
Kan yoluna devam edip karşımızda oturan erkeklere ulaşıyor. Onlar da kırmızı. Sierra'nın kanı durmak bilmiyor...
Bir kadın geliyor şehre. Şehre bir kadın geliyor. Kadın bilmiyor bu şehir bu insanlar büyülü oldukları kadar da cani. Kadın'ı şehir mi öldürdü? Kadını sen mi öldürdün? Kadını ben mi öldürdüm? Sonuç değişmiyor. Sierra öldü.
Bu şehirde bu ülkede her yıl onlarca hatta yüzlerce kadın şiddet sonucu ölüyor. Bazıları önce tecavüze uğrayıp ölüyor, bazıları sadece tecavüze uğruyor, bazıları sadece ölüyor. Kimin daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Kan ne zaman daha az can yakar --karar veremiyorum.
Sierra yanımda. Kanamaya devam ediyor.
İnsanlar fotoğraf çekmeye devam ediyor.
Şehir ne güzel. Hava ne güzel. Kadın ne güzel! Ne de güzel öldürüyoruz!
Belki Sierra'yı öldüren "ben değilim" diyorsunuz. Hepimizi suçlamak niye demeyin. Sierra'yı öldüren güç ile adını bu kadar çok duymadığımız kadınlarımızı öldüren güç aynı.
Bugüne kadar önünüzü kesmeyen kan, bugün çıktı karşınıza belki.
Ama hep vardı. Hep de olacak.
Sarai Sierra sizin de yanınıza oturacak bir gün vapurda, trende, sokakta. Başından damlayan kan sizi boğana kadar da gitmeyecek.
Dedim ya. Fotoğraf çeken herkesi seviyorum. İstanbul'da fotoğraf çekenleri biraz daha fazla seviyorum.
İstanbul'da fotoğraf çekmeye gelip Cankurtaran'da cansız bedeni bulunan kadına bu kadar üzülmem de bundan belki.
Belki de sadece insan oluşumdan.
Bilmiyorum.
Bildiğim kanın yoluna devam ettiği. Durmadan... (SK/HK)