Mustafa Kemal, 25 Ağustos 1925'te Kastamonu'ya yaptığı ziyarette şapka giyip "Buna şapka derler!" dedikten sonra aynı yıl 25 Kasım'da çıkartılan ve üç gün sonra yürürlüğe konan kanun, tüm idareciler ve memurları şapka giymek zorunda bıraktı. halen yürürlükte olan üç maddelik kanun "Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilümum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir.Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder" diyordu. Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü'nden Murat Metinsoy, şapkanın manasını anlatıyor.
Giyim kuşam, özellikle de başlık, tarihin her aşamasında toplumsal ve siyasi önemi haiz bir konu oldu. Geride bıraktığımız 20. yüzyılda da giyim kuşam devrimleri, siyasi ideolojileri ve iktidarları simgelemeye devam etti. Lenin, Stalin ve Mao gibi devrimci sosyalist liderler Rus ya da Çin proleterleri gibi giyindiler. Hitler, rejiminin militaristliğini önplana çıkaran bir üniforma, çizme ve askeri bir şapka giydi.
Türkiye'ye dönersek, giyim kuşamın simgesel önemi Cumhuriyet dönemine özgü değildi. Osmanlı İmparatorluğu gibi, sınıflar, statü grupları ve dinsel cemaatler arasındaki farkların kılık kıyafetle imlendiği toplumlarda kılık kıyafetin sembolik önemi büyüktü. Osmanlı'da reaya takke, keçe külah gibi başlıklar kullanırken, ulema, askeriye ve yöneticiler rütbelerine göre çeşitli kavuklar giyerdi. Gene Müslüman tebayı Hristiyan tebadan ayıran en önemli işaret başlıktı. Birbirilerinin başlıklarını giymeleri yasaktı ve hiç hoş karşılanmazdı. Birine öfkelenen, karşısındakinin toplumsal hiyerarşideki yerini ve hatta inancını tehdit edercesine "külahları değişiriz !" derdi. Ulemanın mezarlarında onların yüksek statüsünü belirten sarıklar ve kavuklar mezar taşına asılır ya da türbeye konurdu.
Özetle, başlık bir toplumsal düzeni, ilişkiler biçimini simgeliyordu. Toplumsal yapının değişmesi, modernleşme ve merkezileşme süreci kuşkusuz kılık kıyafeti de etkiledi. Bu anlamda Atatürk ve Kemalistler'in kılık kıyafete müdahalesi Türkiye tarihinde bir ilk değildi. Osmanlı-Türkiye tarihinde bu konuda ilk kapsamlı reform hareketi II. Mahmut döneminde gündeme geldi. Osmanlı devletinin merkezileşme ve tebalar arasındaki ayrışmayı azaltma yolundaki ilk adımlarından biri tebası arasındaki din, ırk, mezhep ayrımını olabildiğince silikleştirmek için herkesin fes giymeye mecbur tutulması oldu.
Müslüman tebayla gayrimüslüm teba arasındaki en önemli sınır çizgisini silikleştiren bu uygulama Müslüman kesimde çok tepki aldı; isyanlar ve itaatsizlikler kanla bastırıldı. Pek çok müslüman II. Mahmud'u Gavur Padişah diye tanımladı. Ama keramet festeydi; yeni toplumsal ve siyasi yapıda varolmak isteyenler fesi giymek zorundaydı; iktidar böyle istiyordu; fesin içindeki kafalarının değişmesinden de önemliydi belki sembolik olan.
Bir yüzyıl sonrasında, Cumhuriyet'e gelindiğinde Müslüman toplumun büyük kısmı fesi içten bir biçimde benimsemişti. Sipersiz olması namazda problem yaratmıyordu. Rengi bayrak rengine yakındı. Din görevlileri için de pratikti; etrafına türban sarıldığında bir sarık oluyordu. Öte yandan gayrimüslimlerin büyük kısmı ise siperli Batılı stillerdeki şapkaları kullanıyordu. Müslüman cemaatin gayrimüslim cemaatlere gösterdiği sözlü şiddette şapka önemli bir saldırı objesiydi.
Müslümanlar arasında siperli şapkalar önemli bir alay ve küfür nesnesi olabiliyordu. İngiliz seyyah Marmaduke Pickthall Beyrut'un Müslüman mahallesine gitmeden önce kalkan olarak nasıl fes giydiğini anlatır. Keza Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye işgal edildiğinde, bu sefer fesler ve fesliler sözlü ve fiziksel şiddetle karşılaşacaktı.
Şapka İnkılabı'nın 1925'te Kastamonu'da nasıl ilan edildiğini ve ardından bir Şapka Kanunu çıkarıldığını ilkokuldan itibaren sık sık okuduk ve dinledik. Bir tür çağdaşlaşma ve Batılılaşma hareketi olarak anlatıldı. Gayri-milli ve Bizans, Yunan ya da Arap kökenli festen kurtulma ve millileşme hareketi olarak vurgulandı. Hatta Mustafa Kemal bir kültür devrimcisi idi. Amacı kültürel kodlardan bir tür modernleşme atılımı yapmaktı. Bu atılım zamanla toplumsal ve siyasi kodlara da sirayet edecekti.
Aslında bu anlatının bir ölçüde doğruluk payı var. Mustafa Kemal gençliğinden beri giyim kuşam, semboller ve ritüellerle ilgili hassasiyetleri olan bir insandı. Dahası o, içinde yaşadığı toplumun kodlarını okuyan ve ona göre hareketlerini ayarlayan bir siyasetçiydi. Estetiğe de önem veriyordu. Biçimin öz kadar önemli olduğunu; hatta biçimin özü belirleyebileceğini ya da önceleyebileceğini düşünüyordu. Onun hayalini kurduğu Türkiye, kolonyalizmin halen zirvede olduğu ve Batı'nın doğulu toplumları ötekileştirdiği, sömürdüğü, işgal ettiği bir dönemde, hayatta kalabilmek için Batılılar gibi olmalıydı. Bu anlamda Batılı şapkaya geçiş Türkiye'nin Osmanlı ve Doğulu imajını silmeye yönelikti. Kemalistlerin oryantalizmin ve kolonyalizmin saldırganlığından ve tahakkümünden kurtulmak için tuttuğu yol Türklerin Batıdan farklı olmadıklarını kanıtlamaktı. Batının beynelmilel olduğu kabul ediliyordu.
Öte yandan fesi Ortadoğu ve Balkanlarda çok çeşitli uluslardan Müslüman ümmeti giyiyordu. Bir anlamda eski Osmanlı tebasını hatırlatıyordu fes. Halbuki Türkiye yurttaşları artık kendini bu Müslüman ümmetiyle değil, apayrı bir ulusal topluluk olarak tanımlamalıydı. O halde Türk toplumu Ortadoğu'da fes giyen diğer topluluklarla arasına sembolik düzeyde de mesafeler ve farklar koymalıydı. Şapka İnkılabı bu açıdan da Türkiye vatandaşlarını Müslüman ümmetinden koparan ve ulusal farklılığı yaratmak için zemin hazırlayan bir düzenlemeydi. Bu anlamda otantik ve ırkçı olmayan Türk milliyetçiliğine de hizmet etti; ki otantik ve ırkçı bir milliyetçilik harhalde Orta Asya'lı bir başlığı, mesala kalpağı veya onun bir versiyonunu daha makul görebilirdi. Ayrıca, Batılıların Türkiye'ye Osmanlı'nın kalıntısı gibi bakmaması, Ortadoğu'daki ve Kuzey Afrika'daki diğer halklardan farklı olarak algılaması için de giyim kuşamda ve özellikle de başlıkta fark yaratmak ihtiyacı vardı. Bu anlamda Şapka İnkılabı bir tür sembolik dış politika aracı işlevi görüyordu.
Tabii ki, bununla sınırlı değildi şapkanın kerameti. Şapka aynı zamanda bir turnusol kağıdı olacaktı. Yeni rejime ve yeni muktedirlere sadık olanlarla, ona tahammül gösteremeyecek olanları ayıracaktı. Dahası, şapkadaki değişikliğin en önemli işlevi, artık yeni bir iktidarın kuralları yaptığının altının çizilmesi ve toplumca anlaşılması ve kabulü idi. İktidarın el değiştirdiği devrimci geçiş aşamalarında genelde sembolik alandaki yeniliklerin en önemli işlevlerinden biri, kuralları yapmaya kimin otoritesi ve yetkisi olduğunun ilan edilmesi ve vurgulanmasıdır. Devrimci dönemlerdeki yeniliklerin içerikleri yanında, hatta daha ziyade bu yeniliklerin hedefleri kritik bir öneme sahiptir. Buradaki hedef de, bundan böyle İttihat ve Terakki, Sultan, Halife yerine artık Kemalistlerin söz söyleme hakkı olduğunun başlık gibi en önemli ve hassas bir simgenin değiştirilmesi üzerinden ilanı idi.
Zira Atatürk'ün en yakın çevresinden Kılıç Ali, Şapka Kanunu çıkmadan daha bir yıl öncesine kadar fötr şapka takan insanları, şapkalarından ötürü aşağılıyor, hatta tartaklıyordu. Bir yıl sonraysa, İstiklal Mahkemesi'nin üyesi olarak başında fötr şapkayla Şapka Kanunu'na direnen fesli, sarıklı müderrislere hakaret edecek ve idamlarına karar verecekti. İronik bir durum gibi görünse de aslında simgesel düzeydeki reformların mantığına uygun iyi bir örnektir Kılıç Ali örneği. Yeni kuralın içeriği değildi önemli olan; yeni kurala, daha doğrusu onu koyanlara itaat etmekti.
İlkokuldan yükseköğretime kadar İnkılap Tarihi derslerinde üstünkörü anlatılan Şapka İnkılabı'nın toplumca nasıl algılandığı ile ilgili bir sosyal tarih çalışması neredeyse yoktur. Şapka İnkılabı karşısında toplumun ne düşündüğü ile ilgili olarak birkaç direniş ve protesto hareketi sayılır. Bu direnişlerde dinci-gerici kesimlerin rolü olduğu sık sık tekrarlanır. Cumhuriyet reformlarıyla birlikte, gelir ve statü kaybına uğrayan çok sayıda din adamı ve şeyhin gözünde şapka kuşkusuz "gavur işiydi." Çünkü artık sarıklılar değil, şapkalılar revaçtaydı. Öte yandan, sıradan Müslümanlar arasında halen fesin tüketicileri vardı. Kamusal alanlarda şapka giyenler arasında bile, evde fes takanlar ya da fesini özenle saklayanlar az değildi. Atatürk'ün ölüm döşeğinde olduğu haberleri yayılınca, Müslüman kesim arasında "şapkanın kaldırılıp, fesin geri geleceği" yolunda söylentiler halk arasında halen yeni şapkanın, dolayısıyla rejimin tam kök salmadığını gösterir.
Şapka, rejim karşıtlarının ve muhaliflerin söylemlerinde ve halk arasındaki söylentilerde, muhalefeti meşrulaştıran, toplumu seferber eden, rejimi toplumsal değerlerin karşısına koyan önemli bir karşıt-simge oldu. Gerek Terekkiperver Cumhuriyet Fırkası gerekse Serbest Cumhuriyet Fırka döneminde şapka devlet politikalarından rahatsız ya da reformları yadırgayan kitleleri mobilize etmeye yaradı. Muhalifler toplumu "fesin geri geleceği" yönünde seferber ederken, Kemalistler de bunu bir tür yıkıcı propaganda olarak damgaladılar.
Hatta Kürt isyanlarında bile "Türklerin şapkası" ya da "Gavur şapkası" söylemi Kürt köylüleri direnişlere entegre etmek için kullanıldı. Daha ilginci, şapkaya direnenler arasında çok sayıda gayrimüslim tüccar ve imalatçının da olmasıydı. Bunların çoğu fes üretimi veya ticaretiyle geçimlerini sağlıyorken, Şapka İnkılabı'yla birlikte fesler ellerinde kalmıştı. O nedenle fes kaçakçılığıyla feslerini satmaya tevessül ediyorlardı. Dahası, kârlarını artırmak için şapkanın kaldırılacağı yollu spekülasyon yapıyorlardı. 1925'ten sonra sürekli gündemden düşmeyen ve özellikle 1930 ve 1938'de yaygınlaşan, "Feslerin geri geleceği" yolundaki söylentilerin yayılmasında muhtemelen dindarlar ve muhalifler kadar onların da rolü vardı. Şapka İnkılabı'ndan zararlı çıkan bir başka grup ise keçeci esnafıydı. Çeşit çeşit keçe külahları ve başlıkları hem üreten hem de satan bu grup da Cumhuriyet döneminin kaybedenleri arasındaydı. Dolayısıyla şapkaya diş biliyorlardı.
Günümüzde Şapka Kanunu halen yürürlükte. Fakat arkasında yatan amaçlar güncelliğini kaybettiği için Şapka Kanunu'na aykırı başlıklar giyilse de artık devlet bu tür "kanun dışı hareketleri" önemsemiyor. Şapkanın kerameti gerçeklemiş bulunuyor. Şapka İnkılabı'nın altında yatan mesajın toplumca kabul gördüğüne ve Atatürk'ün toplum tahayyülünün gerçekleştiğine yönelik kanı artık Şapka Kanunu'na aykırı başlıklar karşısında yöneticilerin ve yargının daha toleranslı davranmasını sağlıyor. Öte yandan giyim kuşam ve imaj üzerinden siyasi ve ideolojik mücadelelerin bittiğini söyleyemeyiz.
Yeni iktidar mücadeleleri yeni imajlar ve yeni semboller üzerinden yürütülmeye devam ediyor. O nedenle tarih, sosyoloji ve antrolopoloji alanlarında, genelde entellektüellerimizin hızlı solculuk dönemlerinde, "şapkadan devrim mi olur?" diye küçümsedikleri kılık kıyafet düzenlemeleri ile ilgili çok daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç var.