10 ve 24 Ağustos 2014 tarihlerinde Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak.
İlk tur seçimi 3 aday arasında, 24 Ağustos ikinci tur seçimi ise; birinci turu ilk iki sırada geçen adaylar arasında yapılacak. Ancak seçimin ikinci turu, ilk turda üç adaydan hiçbirinin, kullanılan toplam geçerli oyların yarıdan bir fazlasını alamaması durumunda yapılacak. .
Türkiye Cumhuriyeti 12. Cumhurbaşkanı, halkın oylarıyla seçilecek. Seçimde de üç aday yarışacak. Bu adaylar Ekmelettin İhsanoğlu, Selahattin Demirtaş ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan.
Diyebilirsiniz ki, “Erdoğan’ı ‘Sayın’ olarak tanımlarken diğer iki aday için Sayın sözcüğünü neden kullanmadınız? Bu, hem saygısızlık hem de bir eşitsizlik ifadesi değil mi?” Bu sorulara yanıtım kısa, açık ve net. Bu ifade hem öz, hem de biçim olarak bana ait değil. Erdoğan’a saygınlık atfedip, diğer iki adayı bundan âri tutan ifade biçim ve yaklaşımı Türkiye’nin önde gelen gazeteci ve akademisyen olan / olmayan siyasi yorumculara (!) ait.
10 ve 24 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin eşitsiz koşullarda gerçekleşecek olması, Erdoğan’ın propaganda ve seçim sürecinde devlet olanaklarından yararlanıp diğerlerinin bu olanaklardan yoksun bırakılmasından kaynaklanmıyor. Eşitsizlik ve adaletsizlik çok daha derinlere inebiliyor bu seçimlerde. Ama buna karşın yine de eşitsizlik ve adaletsizliğin kaynakları doğru saptanır ve bu süreçte yapılabilecekler bilinirse, demokrasi için hiç de geç kalınmış olunmaya bilir.
Fazla basılmış oy pusulaları
10 Ağustos seçimleri için fazladan basılmış 18 milyon oy pusulasından söz ediliyor. 5 Ağustos Salı gecesi Oğuz Haksever de NTV’de Erdoğan’la söyleşirken ‘bu fazladan basılmış oy pusulaları’ meselesine değindi. Erdoğan mealen dedi ki; her seçimde fazladan oy pusulası basılır. 30 Mart seçimlerinde de 30 milyon kadar fazladan oy pusulası basılmış, yani bugünkünden daha yüksek sayıda, ihtiyaç halinde kullanmak için...
Oğuz Haksever, Başbakan ve Cumhurbaşkanı adayı Sayın Erdoğan’a -elbette ve doğal olarak- şu soruyu sormadı. ‘30 Mart seçimlerinde üç ayrı seçim yapıldı ve seçimde kullanılan oy pusulaları her il ve hatta her ilçe için farklı kişilerin adaylığı nedeniyle birbirinin aynı değildi. Bunun için de her farklı yer ve durumdaki ihtiyaçlara cevap vermek açısından yüzde 15’lik fazla basıma gereksinim doğabilir. Oysa 10 Ağustos seçiminde Türkiye’nin her yerinde sadece tek bir oy pusulası kullanılacak.
30 Mart seçimlerinde bile acil ihtiyaçlar için yüzde 15’lik bir fazla oy pusulası basımı yapılmışken, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu oran neden yüzde 33’e yükseltiliyor sizce? Bu işin doğrusu Cumhurbaşkanlığı seçimleri için fazladan basılan oy pusulası oranını yüzde 10’a, hatta yüzde 5’e indirmek olmamalı mıydı?’ demedi.
Fazladan basılan oy pusulaları hangi işlere yarayabilir?
Afet, kaza, sehven yapılmış hatalı uygulamalar nedeniyle doğacak oy pusulası ve diğer malzeme ihtiyaçları ülke, il ve ilçe ölçeklerinde fazladan basılmış / hazırlanmış malzemelerle karşılanır ve böylece seçimin aksaksız yürümesi sağlanır. Ancak, fazladan hazırlanan malzemeler seçimin sağlıklı ve aksamadan yürümesi açısından ne denli önemliyse, bu malzemelerin kötü niyetle kullanılmaması için korunması da o denli önemlidir.
Çok partili siyasal yaşam ve seçimler konusunda yarım yüzyılı aşkın bir yaşanmışlığı ve geleneği olan bir ülke olarak Türkiye’de olmaz ama; bu fazladan hazırlanmış malzemelerle yapılabilecek kimi gayri yasal uygulamaların olabileceği de göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta.
Diyelim ki, seçim günü saat 17.00 ve de sandığın oy kullanma kuyruğunda 30-40 kişi var...Sandık kurul başkanı sıradakilerden en son oy kullanacak kişiyi de -sıranın en sonundaki kişi- belirleyip, yeni gelenleri sıraya almadan oy kullanma işleminin bitişini bekliyor. En son kişi oy kullanınca sıra, seçimi sonlandırma ve oy sayımı işlemlerine geliyor. Aslında yapılacak işler ve bu işlerin sıraları belli.
Önce sandık seçmen listesine göre oy kullanan / kullanmayanlar, eldeki mevcut zarf - oy pusulaları ve tüm malzemelerin sayısal dağılımları kayıt altına alınır. Ama işte tam bu noktada, şişman bir kara kedi trafoya girip sigortaları attırarak, okullu bölgelerin elektriklerinin kesilmesine neden olabilir. Ortalık göz gözü görmez hale gelince de, bir ışık aranıp evrak ve oylar kontrol altına alınmaya çalışılır. Eğer oda için yeterli ışık sağlanırsa da, sayım işlemlerine yeniden en baştan başlanır.
Varsayalım, 300 kayıtlı seçmenin olduğu sandıktan 320 zarf çıkar. Sandık seçmen kütüğünde her seçmenin karşısına, bazıları imzaya benzemese de, çeşitli işaretler konmuş. Oysa seçim tam bitmeden, son seçmenler oy kullanırken sandık kütüğünde oy kullandı imzası-işareti olmayan satırlar varken bunlar da -nasıl olmuşsa olmuş- birden yok oluvermiş. Bu da sandığa, son anda, en azından fazladan 50 oy atıldığını gösterir. Haydi bu oyların 20’si fazladan zarf olduğu için iptal edilecek ama, minimum 30 oy adaylardan birisine haksız avantaj sağlayacak. Ayrıca iptal edilecek 20 zarfın içinden çıkan oyların ne kadarı fazladan atılan oyların, ne kadarı da gerçek kullanılmış oyların iptali olacak, o da belli değil. Böylece de; hem seçimdeki yüzde doksanlık seçmen katılımı yüzde 100’e çıkarılmış, hem de o sandıkta bir parti (ya da aday) lehine asgari yüzde 10’luk oy artımı sağlanmış olur.
Böyle bir şey olabilir mi? Zor, hem de çok zor. Ama hatırlarsanız, 30 Mart 2014 Büyükşehir yerel yönetim seçimlerinde her 1000 sandıktan 15’inde sandığa atılan zarf sayısı, sandığın kayıtlı seçmen sayısından fazla çıktı. Ve bu sandıklarda sandığa atılmış fazla zarflar da rastgele sandıktan çekilerek iptal edildi. Böyle bir şey sehven olabilir mi? Olmaz olmaz dememek lazım, olmaz olmaz.
Eğer seçim sürecinde sandıklarda görevli sandık heyetleri görevlerini eksiksiz yapıp, sandık seçim tutanağını tüm taraflara tam olarak sunabilselerdi ve partiler bunu eksiksiz denetleyebilseydi, böyle bir şey olabilir miydi? Hayır. Olmazdı, olamazdı. Demek ki seçimde oy kullananlar oylarına sahip çıkıp, oy kullandım işim bitti demez ve sandık tutanağı ilan edilinceye kadar süreci denetlerse, ne sehven ne de planlı ve amaçlı bir biçimde seçim sonucunu saptırıcı/etkileyici olaylar yaşanmaz. Yaşansa bile bunlar onbinde, yüzbinde bir olacağı gibi, bu durum anında bir incelemenin konusu haline de gelebilir.
Seçimlere katılım ve katılımın geçerli oy dağılımına etkisi
Seçimlerde, halk oylamalarında değerlendirmeler hep geçerli oylar üzerinden yapılır. Kayıtlı seçmenler, seçmen kütüklerinde kayıt altına alınmış ve oy kullanma hakkına sahip seçmenlerden oluşur.
Genel, yerel seçimlerde ya da halk oylamalarında sandık başına gidip oy kullanan seçmenlerin sandığa attıkları oylar iptaline neden oluşturacak bir işaret ve / veya işaretleme hatası içermiyorsa, geçerli oy olarak sayılır. Örneğin 30 Mart il genel ve büyükşehir belediye meclisi seçimlerinde kabaca kayıtlı her 100 seçmenden 89,5’i oy kullandı ve oy kullananların 4,5’inin oyu ise çeşitli nedenlerle geçersiz sayıldı. Sonuçta; bu seçimlerin birincisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) geçerli oyların yüzde 43’ünü aldı ve kayıtlı seçmenlerin yüzde 36,5’i tarafından desteklenmiş oldu.
Eğer AKP kayıtlı seçmenlerin yüzde 36,5’i tarafından desteklenirken toplam geçerli oylar, kayıtlı seçmenlerin yüzde 70’i tarafından verilmiş olsaydı, AKP’nin oy oranı yüzde 52,1’e yükselecekti.
5 Ağustos Salı gecesi Oğuz Haksever NTV’de Erdoğan’a “yaptırdığınız kamuoyu yoklamalarında son durumlar nedir, katılım nasıl olacak” şeklinde bir soru yöneltince, Erdoğan yanıtını kesin bir dille verdi.. Şu anda elinde, 5 binin üzerine denekle yapılmış iki araştırma varmış ve bu araştırmaların biri önceki haftanın, diğeri de bu haftanın durumunu sergiliyormuş. Seçmenlerin seçime katılım düzeyi her iki araştırmada da yüzde 90 olarak bulunmuş. Erdoğan’ın seçimde alacağa oy ilk araştırmada 55, ikinci de ise 56 olarak ölçülmüş..
Oğuz Haksever, Erdoğan’a doğal olarak “Sayın Cumhurbaşkanı adayı, acaba ne oldu da seçmen desteğiniz 12 Eylül referandumundan 6 puan, 2011 milletvekili seçimlerinden 10 puan, 2014 yerel yönetim seçimlerinden 14 puan daha üste çıktı? Bu başarıyı neye borçlusunuz acaba?” diye sormadı. Tabii ki Erdoğan da, “katılıma yüzde 90 dememiz, sandığa gitseniz bile bu seçimi biz kazanıyoruz diyebilmek ve rakipleri sandık başına gitmekten vazgeçirebilmek için.. Yüksek katılımda yüzde 40’larda kalacak oy oranımızı, düşük katılımla yüzde 50’nin üzerine taşıyabilmemizin tek yolu bu çünkü,” demedi.
Sonuç yerine
10 Ağustos 2014 eşitsiz Cumhurbaşkanlığı seçimleri, seçmenlerin sandık başına giderek oy kullanmaları, oy kullandıkları sandığa sahip çıkarak kendi oylarını korumaları ve bu oyların kayıtlara sağlıklı geçmesini sağlamaları durumunda hem Türkiye açısından yeni bir dönemin başlangıcı, hem de demokrasinin önünün açılışı olacak.
Ama bunun olmazsa olmaz koşulu, katılım ve katılımla elde edilenlerin sonuna kadar savunulmasından geçiyor. (ST/HK)