Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, yalnızca vatandaş kadınları değil, ülkede yaşayan göçmen kadınları da doğrudan etkiledi.
Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve Orta Asyalı kadınlar, sözleşme sayesinde şiddete karşı uluslararası güvenceden yararlanabiliyordu.
Ancak 20 Mart 2021’de alınan karar, bu denetim mekanizmasını ortadan kaldırdı. Bugün Türkiye’de kadın sığınma evlerinin sayısı ve kapasitesi Avrupa standartlarının oldukça altında kalırken, göçmen kadınların güvenli barınma ve psikososyal destek hizmetlerine erişimi daha da zorlaşmış durumda.
Sanatoryum, edebiyatta uzun bir geleneğe sahip bir mekândır. Bu tema, elbette Thomas Mann’ın Büyülü Dağ (Der Zauberberg) romanında işlenmiştir. Ancak Prizkau bundan etkilenmemiştir; daha çok Sylvia Plath’ın Sırça Fanus (Die Glasglocke) ve M. Blecher’in Yaralı Kalpler (Vernarbte Herzen) eserleriyle ilgilenmiştir.
Yabancı bir ülkede kendisini var etmek isteyen kadınların ortak acılarını ele alarak onların dönüşümünü konu etmiştir. Anna Prizkau’ya göre sanatoryumu mekân olarak seçmesinin sebebi izolasyondur. Sanatoryumu “kapalı bir kozmos” olarak tanımlayan yazar, dijital dikkat dağıtıcıların olmadığı, yalnızca grup terapileri veya yemek saatleri için çalan telefon alarmıyla düzenlenen bir dünya olarak anlatmıştır.
Anna Prizkau, 1986 yılında Moskova’da doğdu ve 1990’lı yıllarda ailesiyle birlikte Almanya’ya göç etti. Kendi yaşantısından yola çıkarak tanık olduğu dışlanmışlık, dilsizlik ve yeni bir ülkenin getirdiği tüm yükleri kurguya dönüştürerek edebiyat aracılığıyla okuyucularla buluşturmuştur.
Yüzleşme mi?
Anna Prizkau’nun ilk romanı Frauen im Sanatorium’daki anlatıcı Anna, Hans-Lewitt Kliniği’ndeki kalışının sebebi sorulduğunda şöyle cevap verir: “Mutlu olamıyorum, bu ciddi bir şey değil.”
Aslında “neden” sorusu, sanatoryumun hastaları arasında tabu olan az sayıdaki yazılı olmayan kurallardan biridir. Bunun dışında ortam daha çok bir gençlik kampını andırır: gizlice viski içmek, sık sık sigara içmek ve yoğun cinsel ilişkiler. Personel için bunların pek önemi yoktur; yeter ki herkes oturumlara katılsın.
Tedavi, klinik doktoru Dr. Fauner’in rutin bir şekilde tekrarladığı empati klişesi “Sizi anlıyorum” ile sınırlıdır. Bu yüzden Anna, esas olarak klinik parkındaki kuşlarla konuşur – özellikle de Pepik adını verdiği bir flamingo ile. Ona, yalnızca “öteki” diye adlandırdığı bir şehirde geçen çocukluğunu anlatır. Anna Prizkau dünyalar arasında gidip gelir. Bir yanda gazetecilik ve edebiyat – FAS’ın kültür bölümünde on iki yıl çalıştıktan sonra işinden ayrılmıştır. Onu şekillendiren yerler: 1986’da doğduğu Rusya, 1994’te ailesiyle taşındığı Almanya, arkadaşlarının bulunduğu Ukrayna ve İsrail. FAS için düzenli olarak Ukrayna’dan haberler yazmıştır. Ancak kendisine “savaş muhabiri” demek istemez. Çünkü bu acının kendisine değil, orada yaşayan insanlara ait olduğunu söyler: “Bu benim acım değil, o insanların acısıdır.” Bunun bir tutum ve saygı meselesi olduğunu vurgular. Empati, yaşanmışlıkla aynı şey değildir. Kiev Belediye Başkanı Vitali Klitschko’nun ona söylediği bir sözü aktarır: “Eğer iki kolun ve iki bacağın varsa, iyi durumdasın.” O da buna tutunur.
Göçmenlik arka planı romanında da tam anlamıyla bir “arka plan”dır; karakterler bu zemin üzerinde hareket eder. Merkezde üç kadın vardır: Elif, Marija ve anlatıcı Anna. Prizkau, anlatıcıya kendi adını vermekte “fazla hayal gücü kullanmadığını” söyler. Romandaki Anna yedi yaşında Almanya’ya gelir, birinci sınıfı tekrar eder ve kısa sürede anne babasından daha akıcı Almanca konuşur. Bu noktaya kadar hikâye gerçek Anna Prizkau’nunkiyle aynıdır. Böylece yaşanmış olan ile kurmaca iç içe geçer, ayrıştırılamaz hale gelir.
Sanatoryum kavramı, 19. ve 20. yüzyıl başlarında verem gibi hastalıkların uzun süreli tedavisi için kullanılan kurumları ifade ederken, günümüzde Almanya’da “Kurklinik” ya da kısaca “Kur” olarak adlandırılan rehabilitasyon merkezlerine dönüşmüştür. Bu kurumlar kronik hastalıkların tedavisi, fiziksel ve psikososyal destek sağlama, bağışıklık sistemini güçlendirme ve yaşam kalitesini artırma gibi amaçlarla hizmet vermektedir.
Almanya’da sağlık sigortası tarafından tanınan bu klinikler, doktor raporuyla reçete edilebilmekte ve masrafları sigorta kapsamında karşılanabilmektedir.
Avrupa genelinde göçmen nüfus toplam nüfusun yaklaşık %14–15’ini oluştururken, bunun yarısını kadınlar meydana getirmektedir. Almanya’da ise 2024 itibarıyla göçmen kökenli yaklaşık 21,2 milyon kişi bulunmakta, bunların 11 milyonu kadınlardan oluşmaktadır. Göçmen kadınlar ve erkekler ile onların çocukları, göç sürecinin getirdiği özel koşullar nedeniyle sıklıkla sağlık sorunları yaşamaktadır.
•Birinci kuşak göçmenler: Yabancı bir kültüre ve ortama uyum sürecinde psikolojik ve fiziksel zorluklarla karşılaşmaktadır.
İkinci ve üçüncü kuşak göçmenler: Sürekli entegrasyon yükü altında travma sonrası stres bozukluğu, somatizasyon ve depresyon gibi tipik rahatsızlıklar geliştirebilmektedir.
Göçmen kadınların sanatoryumlarda veya kadın sığınma evlerinde korunma ve destek alma süreçlerinin finansmanı farklı kaynaklardan sağlanmaktadır. Sosyal yardımlara (Bürgergeld, geçim desteği) hak kazanan kadınlar genellikle bu yardımlar üzerinden konaklama masraflarını karşılayabilirken, sosyal yardım hakkı olmayan kadınlar konaklama ücretini kendileri ödemek zorunda kalmaktadır. Bu durum ciddi mali zorluklara yol açmaktadır.
Finansman koşulları bölgelere göre değişiklik gösterebilmektedir. Bazı eyaletlerde ek destek programları bulunurken, bazı bölgelerde kadınlar daha çok kendi imkânlarına veya bağışlara dayanmak zorunda kalmaktadır. 2032’ye kadar finansman büyük ölçüde sosyal yardımlar ve kişisel kaynaklara bağlı kalacak, 2032’den sonra ise kadın sığınma evleri için federal düzeyde güvence altına alınmış bir sistem yürürlüğe girecektir.
Ancak bu kurumların sayısı da yetersizdir. Almanya’da yaklaşık 400 kadın sığınma evi bulunmaktadır. Mevcut kapasite ihtiyacın üçte biri düzeyindedir. Bu nedenle birçok kadın ve çocuk, yaşadıkları şehirde yer bulamayarak başka bölgelere gitmek zorunda kalmaktadır.
Almanya’da göçmen kadınların görünmeyen bakım emeği, hem sağlık sisteminde hem de sosyal destek mekanizmalarında belirginleşmektedir. Kurklinikler ve kadın sığınma evleri göçmen kadınlara önemli destek sağlasa da kapasite yetersizliği, finansman sorunları ve entegrasyon yükü, bu kadınların yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Federal düzeyde planlanan yeni sistemler umut verici olsa da mevcut koşullar göçmen kadınların bakım emeğini görünmez kılmaya devam etmektedir.
Dil bariyeri, göçmen kadınların uyum ve tedavi sürecini büyük ölçüde sekteye uğratmaktadır. Örneğin Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinde yer alan Rehaklinik Kandertal, tedavi için Almanca konuşmayı zorunlu kılmaktadır.
Hastaların ana dillerinde tedavi yapılmaması, göçmenlerin tedaviye erişimini sınırlandırmaktadır. Savaş veya güvenlik nedeniyle iltica etmek zorunda kalan kadınların ve çocukların temel hakkı psikolojik destek almak iken, dil engeli kişilerin özgüvenini kısıtlamaktadır.
Özetle, Rehaklinik Kandertal, göçmenlerin yaşadığı psikolojik ve psikosomatik rahatsızlıklara odaklanmış bir merkezdir; fakat tedavi yalnızca Almanca dilinde yürütülmektedir. İşte bu ayrımcılık, Almanya’daki kur sistemi ve kadın sığınma evlerinin yaygınlığını ve başarıya ulaşmasını olumsuz yönde etkilemektedir.
Ancak yeni açılmaya başlayan Transkültürel Rehabilitasyon sistemi ile bu eksikliğin giderilmesi amaçlanmaktadır. Transkültürel rehabilitasyon Almanya’da giderek yaygınlaşmaktadır. Bazı klinikler yalnızca Almanca tedavi sunarken, bazıları ana dilde terapi imkânı vermektedir. Göçmenlerin yaşadığı entegrasyon stresi, travma ve kültürel uyumsuzluk, tedavi programlarının merkezinde yer almaktadır.
Orta Doğu’da yaşanan savaş ve politik sorunlar nedeniyle Türkiye’ye göç eden, resmi ikamet izinli yaklaşık 1,1 milyon yabancı kadın göçmen bulunmaktadır. Sayısı tam olarak bilinmese de tahmini olarak 300.000 civarında düzensiz kadın göçmen de ülkede yaşamaktadır.
Savaş, çatışma ve ekonomik sebepler nedeniyle göçmenlerin çoğu Avrupa’ya gidiş yolunun Türkiye’den geçtiğini düşünmekte ve ülkeyi bir durak olarak görmektedir. Avrupa’ya kaçak veya yasal yollarla gidemeyen kadınlar ve çocuklar ise savaşın ve ölümün kol gezdiği memleketlerine dönememekte, Türkiye’de kalmaktadır.
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve ulusal kurumlar sayesinde göçmen kadınların psikososyal destek, sağlık ve koruma hizmetlerine erişimi sağlanmak zorundadır.
Türkiye, 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. İstanbul Sözleşmesi, vatandaşlık ayrımı yapmadan tüm kadınları ve kız çocuklarını şiddetten koruma yükümlülüğü getiriyordu.
Bu nedenle Türkiye’deki Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve Orta Asyalı göçmen kadınlar da sözleşme kapsamında güvence altındaydı. Sözleşme, devletlere bu gruplara özel koruma ve erişilebilir destek mekanizmaları sağlama yükümlülüğü veriyordu. Türkiye’nin ulusal yasaları hâlâ koruma sağlıyor (örneğin 6284 sayılı Kanun), ancak uluslararası baskı ve denetim mekanizması ortadan kalktı.
Türkiye’de klasik sanatoryum ve kur anlayışının modern karşılıkları; göğüs hastalıkları hastaneleri, rehabilitasyon merkezleri, kaplıca ve termal tesisler, sağlık turizmi merkezleri ile psikososyal destek kurumlarıdır.
Devlet hastaneleri ve rehabilitasyon merkezlerinde verilen hizmetler ücretsiz olup Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kapsamında karşılanmaktadır. Kaplıca tedavileri ise SGK tarafından kısmen karşılanmakta, ancak konaklama giderleri kişiye ait olmaktadır. Kadın sığınma evleri ise tamamen devlet tarafından ücretsiz olarak sağlanmakta ve şiddet mağduru kadınlara güvenli barınma ile psikososyal destek hizmetleri sunulmaktadır.
Türkiye’de kadın sığınma evi sayısı yaklaşık 150 civarındadır. Ancak mevcut kapasite, Avrupa standartlarının oldukça altında kalmakta ve ihtiyacı karşılamada yetersizdir.
Kadına yönelik şiddet vakalarının artmasına rağmen yeni merkezlerin açılış hızı düşük seyretmekte, bu da mağdurların güvenli barınma ve destek hizmetlerine erişimini zorlaştırmaktadır.
Türkiye’de kadın sığınma evlerinde kalış süresi standart olarak 6 ay ile sınırlıdır. Almanya’da ise sabit bir süre bulunmamakta; çoğu kadın birkaç hafta ile birkaç ay arasında kalırken, yalnızca çok azı bir yıldan daha uzun süre barınabilmektedir.
Edebiyatın merkezinde yer almaya başlayan kadın karakterler ve sanatoryum konusu ile modern dünyada yaşanan savaş, politika, yoksulluk ve şiddet gibi nedenlerle kadınlar ve çocuklar ülkelerini terk etmekte; bazen de yurt bildikleri evlerindeki erkek şiddetinden kaçarak kendilerini güvende gördükleri bir kuruma sığınma ihtiyacı duymaktadır. Genel anlamda savaş olgusu, özelde erkek şiddeti ile birleşir ve tüm kadınların ortak bağı haline gelir.
Prizkau’nun romanında anlattığı gibi karakterlerin tanıları hiç söylenmez. Onları “hasta” olarak değil, ciddi ve karmaşık bireyler olarak betimler. Hangi ülkelerden geldiklerini de belirtmez. Söylediği gibi: “Sonunda nereden geldiğimizin önemi yok, hepimiz yine de hastayız.”
Sonuç olarak, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, yalnızca Türkiyeli kadınları değil, ülkede yaşayan göçmen kadınları da doğrudan etkiledi.
Suriyeli, Afgan, Afrikalı ve Orta Asyalı kadınlar, sözleşme sayesinde şiddete karşı uluslararası güvenceden yararlanabiliyordu. Ancak 20 Mart 2021’de alınan karar, bu denetim mekanizmasını ortadan kaldırdı. Bugün Türkiye’de kadın sığınma evlerinin sayısı ve kapasitesi Avrupa standartlarının oldukça altında kalırken, göçmen kadınların güvenli barınma ve psikososyal destek hizmetlerine erişimi daha da zorlaşmış durumda.
(HŞİ/EMK)
Kaynaklar:
- https://www.swr.de/kultur/literatur/wir-sind-menschen-wir-sind-dazu-geboren-um-zu-luegen-100.html
- https://www.zeit.de/2025/51/anna-prizkau-frauen-im-sanatorium-debuetroman
- https://www.deutschlandfunkkultur.de/rezension-anna-prizkau-frauen-im-sanatorium-roman-psychische-gesundheit-100.html
- Statista – Aufenthaltsdauer der Frauen in Frauenhäusern in Deutschland 2023.
- https://www.sanatoryumtipmerkezi.com/
- Finanzierung des Hilfesystems - Frauenhauskoordinierung
- Reha vs. Kur 2025 | Unterschiede, Ziele & Kostenübernahme - Reha Klinik Finden
- https://morcati.org.tr/wp-content/uploads/2024/08/2-gocmen-komite-rapor.pdf
- İstanbul Sözleşmesi’nden Çekilme Girişimi ve Sonrasında Yaşananlar - İstanbul Sözleşmesi
- gocvediaspora.org/public/publish/0/6/goc_ic.pdf



