Ülkemizde iktidar ve sanat ilişkisi hep sorunlu oldu ve iktidarlar, sanatın/sanatçının üzerinde sansür, tehdit vb. baskılar kurdular. Aynı durum, artarak devam ediyor.
Sanata dair olumsuz ve yıkıcı görüşlerini sıkça dile getiren bir başbakanın bu tavrına paralel olarak, sanatı muhafazakârlaştırma çabaları da hız kazandı. Heykelden tiyatroya, sinemadan bir sanat olamamakla birlikte TV dizilerine dek kendi anlayışlarını dikte etmeye soyundular. İktidar merkezli bu uygulama yelpazesinin önemli bir bölümünü de, "muhafazakâr sanat" vaazları oluşturmakta. Sanat gibi özgün ve özgür bir yapıya karşı onu, şu veya bu anlayış doğrultusunda zaptu rapt altına almaya çalışmak, bir tür sanat zaptiyeliğidir. Ancak sanatta zaptiyelik, sanatın doğası gereği de çok sırıtkan bir iştir.
Sanata muhafazakar stilli bir elbise dikmeye çalışanlardan biri de, İskender Pala.
Kendince bir "Muhafazakârın Sanat Manifestosu" yayınlayan Pala'nın, sanatın evrensel niteliğini reddeden (Daha doğrusu onu kavrayamayan) ve onu muhafazakâr dünyanın öznesine hapseden yazısı (İsteyenler bu yazıyı Zaman gazetesinden okuyabilirler) üzerinde durmayacağım. Kaldı ki, Pala'nın bu türden muhafazakâr muhafızlık çabaları, iktidardan destek görse de, sanat dünyasında sonuçsuz kalmaya mahkûm.
Sanat ve ahlak ilişkisi
"Muhafazakar sanat" tanımlamasının problemli olduğunun farkında olan İskender Pala, "Muhafazakarın sanat manifestosu"nu yayınlıyor. Sanki "muhafazakâr" yerine "muhafazakârın" demekle problem gideriliyormuş gibi! Hâlbuki sorun, olduğu gibi ortada duruyor. Çünkü sanat ve ahlak ilişkisi, muhafazakâr kesimin çıkmazını oluşturmakta.
Sanata ahlakın o izafi, yerel ve geleneksel değerler skalasından bakan ahlakçı bir anlayışın sahipleri, gerçekten de sunaklarda (sanat için) kurban töreni düzenleyen rahiplere benziyor! Sanatın ahlakla ilişkisi, onun ilişkisizliğidir!
Hasan Ali Toptaş'ın dediği gibi, "Sanatçı hiçbir sınır tanımaz. Sanat kanunların, tüm kuralların ve hatta ahlâkın da üstünde bir yerde durur". Totaliter iktidarlar işte buna çıldırırlar!
Elbette muhafazakârların bir sanat algısı, görüşü ve hatta uygulamaları olabilir. Ancak bu öznel durumu sanata tahvil etmek, sanata sınırlar inşa etmek, sanatçıya öyle değil de böyle olacaksın demek, sanat eserlerini ahlaklı veya ahlaksız gibi ilkel kategorizelere tabi tutmak; işte bunlar "zırvanın tevil götürmez" halleridir!
Sıra türkülerde!
Tiyatroyu palalayamayan İskender Pala, şimdi de değerli usta Neşet Ertaş'ın vefatı vesilesiyle türkülere el attı.
Pala, "Gel gelelim bazı türküler vardır ki maalesef eski oturak âlemlerinin veya cinsel sapkınlıkların sözcülüğünü yapar gibidir. Hazret-i Pir'in eşiğinde hiçbir Konyalının 'Haniya da benim elli dirhem yoğurdum' diye gezip dolanacağı düşünülemez" diyor.
Pala, "Konyalım" gibi türkülere takmış. Hem de üstelik Hazret-i Pir'in eşiğinde hiçbir Konyalının bu türküyü söyleyerek gezip dolanması düşünülemezmiş! Dolanırsa ayıp olurmuş!
Mevlana Konya'da ikamet etti diye, Konyalılar bu türküyü söyle(ye)mezler mi? Konya'nın Meram Bağları'ndaki oturak âlemlerini Konyalılar yapmıyor da kimler yapıyor? Ya da oturak âlemlerinden bir sanat eseri (roman, film, müzik vs) çıkarmak, ahlaksızlık mı oluyor? Hey gidi Gramofon Avrat, hey!
Peki, gelelim daha önemli bir konuya: Cinsel sapıklık ne demek? "Konyalım" türküsünden cinsel sapıklık çıkaran bir beynin, sanatla ve de hayatla ilgili ciddi sorunları var demektir! Hazret-i Pir'in, yani Mevlana'nın "Mesnevi"sindeki hikâyeleri, meselleri, alegorileri ne yapacağız? Örneğin şu 'eşek ve evin hanımı' meselini. Ya da yakalım mı Mesnevi'yi! Bu türküler Mevlana'nın yazdıklarının yanında o kadar hafif kalırlar ki...
Sanat adına konuşan Pala'nın şu cümlesine bakın: "...erotik denecek kadar müstehcen..." Bu cümle, erotizmi müstehcenlikten bir gömlek daha aşağı görecek kadar sakattır!
Erotik ile müstehcen, erotik ile porno birbirinden ayrı iki kavramdır. Erotizm, sanatın konusudur. Erotizm sanata imkânlar sunar ve sanatsal temaların estetik ifade biçimleridir. Sanatçı, sanatsal bir kavram olan erotizmi eserinde ister işler, ister işlemez. Sanatçı özgürdür, özgür olmalıdır ve erotizmi estetize ettiği ölçüde de başarılıdır. Ve zaten estetize edilmiş/olan cinsellik, erotiktir!
Pala'yı divan edebiyatı uzmanı olarak biliyoruz.
Tamam, divan edebiyatı daha bir muhafazakâr kalıpları içeriyor, ama bu edebiyatta bile erotizm yok mu? Divan edebiyatının temelinde yer alan iki zıt ve birbirini tamamlayan gül ve bülbül metaforunu nasıl yorumlayacağız? Sürekli gül dalına konmak isteyen bülbül, neyin feryadında? Örneğin Divan edebiyatının kaynaklarından olan o devasa Fars edebiyatını, Şirazlı Sadi'yi, Hafız'ı, Ömer Hayyam'ı nasıl okuyacağız? Ah bu sanatı muhafazakâr kılma çabası, insanı ne hallere düşürüyor! Öyle ki dünyevi aşktan bahsi edepsizlik olarak algılayacak kadar bir zavallılık var ortada.
Neşet Ertaş'ın türkülerinde de erotizm var diyen Pala, "Bir tenhada can cananı bulunca, diye başladığınızda istediğiniz sahneyi üretebilirsiniz" demiş. Sanat da bir muhayyile ürünü olarak budur zaten! İyi ki türkülerde de erotizm var. Bir tenhada can cananı bulunca Pala, kafasında hangi sahneyi üretiyor acaba?
Can ile canan tenhada buluşunca bir ihtimal ki, sırların enginliğindeki sözün ırmaklarına gark olurlar. Ya da can cananla bir tenhada buluşunca, büyük ihtimalle sevişirler!
Bu güzel bir şey değil mi? Sanat eserlerinde sevişmenin ifade edilmesini edepsiz bulabilirsiniz. Ama bu sanattan bihaber öznelliği sanata, sanatçıya ve topluma dayatmaya kimsenin hakkı yoktur!
Türkülere sansür uygulamayı öneren Pala'nın bu anlayışı, faşizan bir anlayıştır! Pala sanıyorum bunun için "kadın budu" köfte de (bu tür yemek isimlerinin değiştirilmesi de gündeme getirilmişti) yemiyordur! İsabet olur!
Anlaşıldığı üzere Pala'nın sansüründen Mevlana, Nasreddin Hoca, Karacaoğlan ve daha binlercesi kurtulamaz. Totaliter/otoriter iktidarların sanatla hep sorunları olmuştur. Bir zamanlar "Alman ruhunun temizlenmesi" adına meydanlarda kitap yakma törenleri düzenlendi ve sanat, Nazilerin emrinde bir piyona dönüştürüldü! Bu ülkede de, edep adına, sanatı kendilerince edepsizlikten arındırma törenleri düzenlemeyi düşünenler olabilir!
Aydınlanma dönemi eserlerinden başlayarak alevler yükseltilmeli, heykellerin kimi yerleri yeniden yontulmalı! Ya da Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz diyen zihniyet gereği resim ve heykeller tamamen yok edilmeli! Bu anlayışın tümüyle hükümran kılındığı bir iktidarın, bunları yapmayacağının bir garantisi var mı?
Hâlbuki sanatın tek ölçütü vardır: Estetik. Sanatın zaptiyeleri karşısında bu gerçeklik sürekli tekrar edilmeli.
Sorun, İskender Pala ve onun gibilerin estetikle kurdukları (veya kuramadıkları) ilişki biçiminde yatıyor! (HŞ/HK)