Sanat şık galerilerin, uzaktaki müzelerin sunduğu neredeyse ulaşmanın imkansız olduğu sanatçıların icra ettiği bir şey midir? Yoksa her insan günlük hayatta neyle meşgul oluyorsa biraz yaratıcılık katarak sanatsal bir eylemde bulunabilir mi?
Yirminci yüzyıl sanatında mizahı, taktığı şapkayla özdeşleşmiş, işleriyle hep rahatsız eden Joseph Beuys’un zorlu yolculuğu ışığında, dışarıdan içeriye uzanan sanat(çı) sayıklamalarına, varolma ve yaratma süreçlerine değineceğim.
Güncel sanat nedir? Bu soruyu Şener Özmen ve Joseph Beuys’a yönelttim. Onların özellikle Beuys’un bundan hiç haberi olmayacak.
Bu soruda başlı başına bir sorun aslında. Nasıl mı? Herhangi bir şeyin tanımlamasını istemek, sınırlandırmak, kalıplara sokmak maksadı taşıdığından eğer başarabilirsem hatta başarabilirsek sürecin içine dahil olmaya çalışabiliriz. Buradaki başarabilirsek sizin yani bu yazıyla iletişime geçecek olan okuyucunun da soruları, itirazları, memnuniyetleri, şaşkınlıkları, değiştirdikleri kısacası her türlü kurulmuş ve kurulacak olan paylaşımın ışığında devam edecek. Yazılmış bu yazıdan çok sonra da bunun devam edecek olması sanatın gücünün kontrol edilemez çizgisinden kaynaklandığını belirtmeme gerek yok. Bu süreçteki her müdahalenin bu fiziksel olabileceği gibi düşünsel de olabilir.
Bunu açmak gerekirse şuan burda yazacaklarım doğrultusunda, sizlerin bunu sorgulaması, araştırması, eleştirmesi, başka bir ürün ortaya koyacak olmanız, hakkında konuşmanız ve benim de zamanla fikirlerimin değişebileceğini de işin içine katarsak bu sınırın kesin olmadığının ispatı olur sanırım.
Hangi sınırdan bahsediyorum? Bir sanat ürünü ortaya konulduğunda bitmiştir, böyle olmalı denilebilir mi? Ya da bu baskıyı uyguladığımızda da süreç durur mu? Bütün bunlar ve başkaları da yani şuan öngöremediğim ama olma ihtimali olan durumlar da sürecin içine dahil olacaktır. Bu nedenle sanat bir süreçtir.
Bunun sağlamasını ifade etmiş olmanın rahatlığı ve evet şuan bir sanat yapıyorum, yaşasın!
His hatta tavırla beraber konunun şu an bu yazıda da deneneceğini söyleyebilirim.
Bazı betimlemem gereken durumlarda var. Yaşasın sanat yapıyorum dedikten sonra oluşanlar: Yüzde hafif bir gülümseme, ayaklarda yürüme arzusu ve parmaklarda oluşan hafif bir uyuşukluk...
Noktayla sonuçlanan her cümleden sonra tuşlara daha da sert bastığımdan, keyif aldığım durumlarda bu olur. Hatta yoğunlaşan el kol hareketlerim nedeniyle şu an oturduğum sandalyeden düşebilirim!
Bu ayrıntıyla beraber, gülebiliriz!
Bu denli sınırsız, ne olduğu bilinmeyen ve bilmekle, öğretmekle, sonuca ulaşmakla ilgilenmeyen gizemli ama aynı zamanda da hafif olmakla eleştirilen bir güncel sanatla ilgili çaylak bir sanat takipçisi yani ben ne anlatacağım çok merak ediyorum.
Her şey tam olarak şöyle başladı.
Bir yıldan daha uzun bir süre önce İstanbul Modern’de bulunan bir videonun önünden geçiyordum.
Bu video kime ait, daha önce neler yapmış ve ne anlatıyor? Kısa bilgiler içeren bir tanıtım yazısının da olduğu o duvarın önünde uzun bir süre durdum, izledim!
İstanbul’a geleli sadece bir kaç ay olmuştu. Lise eğitimi için daha önce burda olmuş olmam dışında, Taksim’e konserlere geldim, Gülhane Parkını, sarayları, camileri, kiliseleri gezdim. Az daha unutuyordum lalelere de dokundum. Gülhane Parkında bulunan tavşanlara zorla kısmet çektirme hikayesine katılmamış olduğum için, hayvanseverliğimle övünüp, Zeki Demirkubuz filmlerini izlemek için de İstanbul’a gelmiş olmamla beraber, sanatsal aktivitelere uzak olmadım!
Bunu artık diyebilirim, baktığım yerden epeyce bir şeyler yapmış görünüyorum.
O önünde durduğum videoya dönersek, Şener Özmen'e ait bir performans sunumuydu. Boş bir arazi, sararmış otlar, siyah kıyafetler giymiş bir adam... Konuşuyor! Sesi duyulmuyor. Çünkü uçakların gürültüsü adamın sesini bastırıyor. İlk tepkim söylediklerini duyuyorum! Evet dudak okuma yeteneğim yok. Ama biri konuşmak istiyorsa, kimse onu susturamaz! Eduardo Galeano başucu kitabım olan Kucaklaşmanın Kitabı’nda bunun için: “Yürekten geliyorsa, konuşmak gereksinmesinden kaynaklanıyorsa, insan sesini kimse susturamaz. Ağız bulamazsa eller ve gözlerle, gözeneklerle, ne bulursa onunla konuşur.”
Ne bulursa! Siyahlar giyinmiş sarı bir arazide durmuş adam... Sonradan araştırdım, okudum Galeano’nun bu tanımına çok uygundu.
Şener Özmen; resim öğretmeni, yazar, şair, çevirmen, İdilli bir güncel sanat sanatçısı ve baba. Çalışmalarına şimdi New York’ta devam eden sanatçı, yıllarca Diyarbakır'da, İstanbul'a yani sanata uzak bir coğrafya da “ben de varım”, “biz de varız” demişse, bu da kendi içinde, hayatını da bir süreç sanatı olarak görmüş olmasına yorumlanabilir.
Nasıl mı? İçinde bulunulan doğal koşulların yanında, yaşadığı coğrafyanın dinamikleri, anlık meydana gelen durumlar ve sanatçının bütün bu durumlardaki varlığı. Bakış açısı demekten özellikle kaçınıyorum. Çünkü Özmen’in sanatında yaşamın taklidi öğeler yok. Yaşamın bizzat kendisi var. Bunu da ben iddia etmiyorum. Sanatçıya ait çalışmaların sergilendiği müze ve galerilerdeki sunumların yanında, elimde duran kitabında da (Sevişen Kurgular, Lis Yayınları, 2016 ) bunu bizzat kendisi ifade ediyor. “Diyarbakır‘da yaşayan bir Kürt için ne çok uğraşa bulaşmış!” denilecek kadar geniş bir yelpazede sorular oluşturmuş. Dünyanın başka bir yerinde de bu soruların uzantısı vardır. Çünkü yaşadığımız yer kapalı bir fanus değilse; oksijen, rüzgar ve kuşlar başka yerlere gidip dokunabiliyorsa, elbet insanın da varlığı ve yaptıkları, daha medeniyetin internet ve kitaplarla buluşmadığı o zamanlar da bile bu olabilmişse bugün için artık sınırların varlığı, sanatı ve sanatçıyı bir bölgeye, zümreye ait olarak dile getirmek mümkün değildir. Yaptıkları için ifade sözcüğünün sözlükteki ilk anlamı olan dışavurum yerine “anlatım ve anlatılanlar” kavramlarını daha yerinde bulan sanatçı, yaptıklarının bir süreç olduğuna, bütün bunların onu ifade eden şeyler olmadığına, Sevişen Kurgular kitabında detaylı olarak değinmiş.
Güncel sanat yolculuğu, şair, yazar, baba Özmen, yaşadığı coğrafyanın sanatçısı Özmen, dünya sanatçısı Özmen...
Hangisi? Hepsi mi? Biri mi? Tanıma ihtiyacı var mı?
Sanatçı üretmekten haz almanın yanında, bütün bu kimliklerin ondan beklenilen kalıpların hepsine birden, o video da durmadan konuşuyordu. Sesi duyulmuyordu. Uçakların gürültüsü, boş bir arazi... Özmen deli mi? Yoksa bütün insanlığa kafa mı tutuyor? Sarı boş bir araziden sesin duyulma ihtimali ne kadar olabilir?
Hikayenin bundan sonrası için, cevaplar için ve yeni sorular için de yaptıklarını gidip görmek, okumak ve araştırmak gerekir. Ya da ilgilenmeyip dışında da durabiliriz.
Sanat, yaratım sürecinden öncesi, yaratım süreci ve yaratımın izleyiciyle buluştuğu süreçle beraber devam eden sonsuza uzanan, hep yaratılan, hiç bulunamayan haliyle de iddialı bir duruştur.
Bu hiçbir şeye benzemeyen ve aynı zamanda da her şeyi içine alan tanım, Beuys'un ışığında; İstanbul Modern'de bulunan bir video, çaylak bir sanat takipçisi ve Özmen’in kitapları. Hepsinin toplamı kafası karışmış yani sorgulamaya başlamış, siyasal damara, coğrafi bunalımlara, orası herkese hem çok yakın hem de çok uzak olan ülkenin doğusu, dünyanın da bir parçası… Özmen, ordan buraya, burdan oraya:
“Sanat, tüm insanlıkla ilgilidir, öyle olmak zorundadır.”*
Duydum! (GB/HK)
Beuys ve Özmen hakkındaJoseph Beuys, (12 Mayıs 1921 – 23 Ocak 1986) Alman performans sanatçısı, heykeltraş, yerleştirme sanatçısı, sanat kuramcısı, grafiker. Kendi iddası olan sosyal heykel fikri ile bilinir. Bu fikrini de bütün performanslarında, röportajlarında dile getirir. Sosyal heykel: Ona göre insan, sanat yapabilme imkanı ile doğmuştur. Estetik kaygılar duymadan her insan sanat yapabilir. İnsanın yaşamını bir sanat olarak görür. Bunun için biçimlendirme, öğrenme ve bilmenin yararlarına değinir ve sunar. Deneysel, sıra dışı ve yerleşik anlayışa karşı çıkan eserleriyle sanatı sosyal bir olgu tam anlamıyla yaşayan durumlar olarak betimler. Hem yaşamı hem de yapıtlarıyla aykırılığı ve zorluğu seçmiştir. Çünkü sesini duyurmak için kendi yöntemlerini kullanmıştır. Beuys ve yapıtlarıyla ilgili daha fazlası için yönetmen Andres Veiel’in Beuys belgeselini önerebilirim. Belgesel, Beuys’un daha önce yayınlanmamış ses ve görüntü kayıtlarını çarpıcı bir kurguyla sunuyor. “ Ölü bir tavşanla sanat tartışıp, kahkahasız devrim mi yapacaksınız?" diyen Beuys’un sanat ve dünya görüşünü ele alan belgesel bir arşiv çalışması niteliğinde. Şener Özmen, (1971 Şırnak) yazar, çevirmen, güncel sanatçı, resim öğretmeni, baba... Çalışmaları bir çok sergi ve müzede gösterilen sanatçının özellikle İstanbul Modern’de bulunan performans sunumunu baz alarak “Sanatçı Ne İster” sorduğu soruya başka sorularla cevap vermeye çalıştım. Konun başında sorduğum soruya kişisel cevabım evet peki siz ne diyorsunuz? Her insan günlük hayatta neyle meşgul oluyorsa biraz yaratıcılık katarak sanatsal bir eylemde bulunabilir mi? |
* Şener Özmen, Sevişen Kurgular, Lis yayınevi