Bir ressam düşünün; Türkiye sanat tarihinde tartışılmaz bir yere sahip. Resimleri eleştirmenler tarafından neredeyse bir asırdır övgüye değer bulunuyor, eserlerinin gösterildiği galeriler ve müzeler ziyaretçi akınına uğruyor.
Bir ressam düşünün ki, resim yapmasının yanı sıra verdiği derslerle Türkiye sanat tarihine iz bırakan önemli ressamların yetişmesine vesile oluyor. Sanat üzerine engin bilgisiyle etrafını aydınlatıyor. Yetenekli bir ressam, değerli bir öğretmen olarak öğrencilerinde hayranlık yaratıyor. Derken bir gün bu ressam öğrencilerinden birine aşık oluyor. Tabii öğrencisi de ona. Tez vakitte evlenmeye karar veriyorlar.
Öğrencisi olan genç kadın yetenekli mi yetenekli, çalışkan mı çalışkan! Resim sanatına gönül vermiş, tuvalin önüne oturduğunda dünyalar onun oluyor. Öyle ki dünyayı avucunda hissediyor. Yeteneği ve azmi yalnızca nişanlısı olan ressam-öğretmenin değil, Avrupa’daki sanat otoritelerinin gözünden kaçmıyor. Genç ressam, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'ni, okulun ilk kadın mezunlarından biri olarak tamamladıktan sonra Avrupa’ya resim eğitimi alması için davet alıyor. Ancak bahsettiğimiz ünlü ressam, yeteneği ve bilgisiyle etrafını aydınlattığı halde nişanlısını sanat eğitimi alması için desteklemiyor olacak ki, nişanlısı olan genç ressam resim eğitimi almak için Avrupa’ya gitmiyor. Belki de buna ihtiyaç hissetmiyor. Neticede sanat ehli olmak için illa ki Avrupa sanat okullarının tedrisatından geçmek gerekmiyor ya!
Ne var ki bu tercihi ataerkil bir toplumda yaşadığı için, onun iddiasız bir ressam olarak algılanmasına, ömür boyu eşi büyük ressamın gölgesinde kalmasına sebep oluyor. Yaptığı resimler ne kadar değerli olursa olsun, kendisine her daim “dahi ressam” olarak değil, “yetenekli hayat arkadaşı” olarak bakılıyor. Sanat tarihçileri, eserlerinde kocası olan ünlü ressamın esinini bulmak için adeta yarış haline giriyor. Kimse ünlü ressamın Beyazıt’taki evlerindeki atölyede birlikte resim yaptığı genç karısından biraz olsun esinlenmiş olabileceğini öne sürmüyor. Genç ressamın resimleri, eşi “ünlü” ressam öldükten sonra dahi bu çerçevede değerlendirilmekten kurtulamıyor.
Güzin Duran’dan (1898-1981) bahsediyorum. Bugün ne yazık ki, birbirinden kıymetli eserleri olmasına rağmen hakkında fazla bilgi bulamadığımız, hayat hikayesini ve sanatçı kişiliğini eşi Feyhaman Duran’ın gölgesinden ayıramadığımız ilk kadın ressamlarımızdan biri olan Güzin Duran’dan…
Güzin Duran Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte kadın hareketinin en önemli ve verimli döneminde yaşar. Malum önce Meşrutiyet, daha sonra Cumhuriyet’in ilanıyla kadınlar önemli kazanımlar elde ederler. Kadın dernekleri kurulur, kadın haklarını odağına alan yayın organları faaliyete geçer. Kadınlar giyim kuşamlarından, hukuksal konumlarına kadar önemli haklar kazanırlar. Haliyle kamusal alanlarla daha çok görünmeye ve çalışma hayatına daha çok katılmaya başlarlar.
Bu süreçte kadın sanatçı ve meslek erbapları yetiştiren çeşitli okullar açılır. Güzin Duran da bu dönemde kadınların güzel sanatlar eğitimi alması için 1914 yılında açılan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'ne kaydolur ve Mihri Müşfik Hanım gibi Osmanlı’da resim sanatına yenilikler getiren bir ustadan resim dersleri alır. Bunun yanı sıra, Ahmet Haşim’den estetik, Feyhaman Duran’dan ise pastel boya dersleri alarak sanat zevkini geliştirir.
Güzin Hanım, yeteneklidir, sanata ilgilidir, ki zaten dedesi hat sanatkarı Yahya Hilmi Efendi’nin ve dayısı müzisyen Rauf Yekta Bey’in sanat zevki ailede nesilden nesle tevarüs eden bir miras olarak ona da sirayet etmiştir. Tez vakitte bu cevher sanat çevrelerince fark edilir. Güzin Hanım Avrupa’ya eğitim almak için davet almasına rağmen davete icabet etmez ve hocası, aynı zamanda nişanlısı olan Feyhaman Duran’la evlenmeyi seçer.
Toplum olarak, mesleğinde veya sanatında başarılı olmuş bir erkeği ele alırken, hayat arkadaşı olan kadından bir kez bile bahsetme gereği duymazken, söz konusu başarılı kişi bir kadın olunca nedense hep hayatındaki erkeği zikretmek, hele bir de o erkek de başarılıysa eşinin üzerindeki etkilerini allandıra ballandıra anlatmak gibi kötü bir alışkanlığımız vardır. Nitekim bu alışkanlık Güzide Duran’ın da laneti olur. Avrupa’ya eğitim almak için gitseydi, bundan daha iyi bir ressam olur muydu bilinmez ancak şu bir gerçektir ki, Feyhaman Duran gibi usta ressamın eşi olması, onun daima iddiasız bir “hayat arkadaşı ressam” olarak algılanmasına sebep olur.
Bu algıda biraz da, söz konusu dönemde yetişen kadın sanatçıların sivrilmesinin toplumun yapısına aykırı bir yanı olmasının payı da vardır. Evet, söz konusu dönemde kadınlar çeşitli haklara ve fırsat eşitliğine sahip olurlar. Hatta kadınların meslek sahibi olmaları bizzat erkekler tarafından da destek görmeye başlar. Ne var ki mesele kadınların meslek sahibi olmaktan ziyade mesleklerinde sivrilmesi, mesleklerini hayatlarının yegane odağı haline getirmesi olunca, “kadın meslek sahibi olsa da onun önceliği evi, eşi ve çocukları olmalıdır” diye üretilen gelenek bunu yadırgar, buna çeşitli yollarla itiraz eder.
Geleneğin bu kadim itirazı belki de Güzin Duran’ı evlenmek yerine Avrupa’da sanat eğitimi almaktan men eder. Bu itiraz belki de parlak bir ressam olmasına rağmen eserlerinin sanat tarihçileri tarafından “eşi ünlü ressamdan esinlendiği” şekilde yorumlanmasına sebep olur. Her halükarda onun hayat hikayesi, kadına meslek sahibi olma imkanı tanıyan, buna rağmen onu erkeğin yanına, ev içine ait bir özne olarak tanımlayan, yeni kadın imgesini “fedakar, çalışkan, iyi anne, iyi eş, iyi yurttaş” kavramı üzerine inşa eden Cumhuriyet’in çok fazla değiştirmediği fikrin ve geleneğin bir sonucudur. Zaten dünden bugüne değişen fazla bir şey de yoktur.
Erkeklerin hem mesleklerini hem de evliliklerini bir arada yürütmesi, hatta zaman zaman mesleğini ailesinin üstünde tutması kimse tarafından yadırganmadığı halde, Osmanlı’dan günümüze kadar kim bilir kaç kadın daha Güzin Duran’ın bir zamanlar durduğu yol ayrımında kalmış, ya aşklarını ya da işlerini seçmek zorunda kalmış ve son tahlile yaptıkları seçimin fahiş faturalarını ödemek zorunda bırakılmıştır! Kaç kadın ne kadar çalışırsa çalışsın hayatını hep eşinin gölgesinde geçirmek zorunda kalmıştır! Ve acaba kaç kadın Güzin Duran kadar dahi ismini tarih sayfasına yazdırma şansından veya sevdiği sanatına ömrünü vakfetme imkanından yoksun kalarak, sahip olduğu yegane ömrünü yalnızca kocasına ve çocuklarına adamıştır! (MK/BK)