Genel olarak nostalji duygusu yoğun bir insan değilimdir ben. Eskiyi takdir etmek ve dersler çıkarmak için kullanırım, ardından ileriye bakmayı tercih ederim. Meraklı adamım ben arkadaş, taş kaldırıp altında ne var diye bakmak oturup geçmişi hatırlayarak yapılmaz ki şimdi!
İşte bu nedenle 2016’nın en cafcaflı teknoloji konusu beni iliklerime kadar heyecanlandırıyor. Sanal gerçeklik, yani İngilizcesi “virtual reality” olan meretten delicesine bir keyif alıyorum. Konuya uzak olanlar için biraz özetlemem gerek tabii ki. Sanal gerçeklik, kişinin düzgün bir gözlük aparatı ve kulaklıklarla başka bir dünyaya taşınma sürecidir. Gözlerinin önündeki ekran onlara özel olarak üretilmiş içeriği sunarken kulaklıklar tümüyle orada olmayı (Ki VR dilinde buna “presence” deniyor) sağlıyorlar. Tabii bu iş gözlüklerin ekran kalitesine, ışık sızdırmamasına, içeriğin çeşidine, kulaklıkların sizi ne kadar izole ettiğine kadar birçok konuya bağlı.
Piyasada gerçek anlamda sanal gerçekliğin sorumluluğunu sırtlanabilecek iki araç var. Sırasıyla Oculus Rift ve HTC Vive, 2016’nın Mart ve Nisan aylarında piyasaya sunuldular. Ama o kadar fazla önsiparişe maruz kaldılar ki iki ürün de şu anda sahiplerine yollanamıyor, yeni siparişler için yaz sonu gibi tarihler veriliyor. Talep fazla, çünkü insanlar aslında bu ürünler yeni çıksa da sanal gerçekliği daha erişilebilir yollardan kullanıyorlardı. Ne beklediklerini biliyorlar, onlar da benim gibi umutlular.
Bir tarafta Samsung’un VR çözümü Samsung Gear VR telefonlarınızı ekran olarak kullanmanızı sağlayan güzel bir aparatken neredeyse 5 dolar gibi bir fiyata kartondan alabileceğiniz Google Cardboard ile telefonunuzu yine ekran olarak kullanarak ufak eğlenceler yaşayabiliyorsunuz. Sanal gerçeklik kabaca söylemek gerekirse “ayağa düşeli” çok oldu, telefonlar ise uyumlu uygulamalarla dolup taşıyor.
Tabii Oculus Rift ve HTC Vive bu çözümlere göre çok daha pahalı ve meşakkatli cihazlar. Kendileri pahalı oldukları gibi güçlü birer de bilgisayar talep ediyorlar. Yani nereden baksanız 6 bin TL’ye yakın bir masraftan bahsediyoruz ki, VR’ın bilgisayar ayağının geniş kitlelere yayılması zaten zor bir iş gibi gözüküyor.
Ama sanal gerçeklik, kesinlikle denendikten sonra değeri anlaşılabilecek bir şey. İlk günlerimi hatırlıyorum, konuya uzak olduğum zamanları. Daha ilk test ürününü bile kafama geçirmemişim. “Neyi değiştirebilir ki?” diyorum. Sonrasında sırayla yurtdışı oyun fuarları ve benim çıkan her sürüm Oculus Rift’i test etmem yaşanıyor peşi sıra. Gördüklerime inanamıyorum, her yeni sunum ve her yeni gelişmiş ekranla daha da keyif alıyorum. Video oyunları zaten 21. yüzyılın en yenilikçi ve özgürlükçü anlatı yöntemi. Bugün en dramatik hikâyeler artık sinema perdesi ya da televizyon ekranında değil, oyuncunun parmakları arasında şekle bürünüyor.
(Sürekli bunu söylüyorum, sizden de hiç “Ama Sarp Bey bir öneride bulunun, vurdulu kırdılı oyun dışında oyun bilmiyoruz biz nedir bu isimler?” mailleri gelmiyor. Çok kırılıyorum, gözlerim doluyor sonra biliyor musunuz? :)
Evet, Türkiye’de bu olgunluğa ulaşmanın çok gerisinde video oyunları. İşin içine lisan giriyor çünkü akıcı bir şekilde İngilizceyi anlamak ve okuyabilmek gerekli gerçekten dişe dokunur eserleri sindirebilmek için. Ama Avrupa ve ABD’de işler yolunda gidiyor. İçerisinde hâlâ sinemada bile çözümü bulunamayan birçok toplumsal tabuyu ya da ayrımcılığı oyunlarda tartışabiliyor insanlar. 2016’da durup düşünüyorum ve içinde bulunduğum bu atmosferden mutluyum. Yalnız ufukta kara bir bulut var, bu kara bulut tam olarak da heyecandan kıpır kıpır olduğum şey aslında.
Sanal gerçeklik beni heyecanlandırdığı kadar endişelendiriyor da. Çünkü bir tarafta bunun sizi içine çeken, dünyadan ayıran ve tükettiğiniz süre içerisinde eşsiz bir deneyim yaşatan özellikleri var sanal gerçekliğin. Diğer tarafta ise tehlikeler, yine bilinçsizliğin getireceği onlarca farklı suçlama var. Delik deşik bir peynir silindiri gibi yeni bir alan açılıyor video oyunları için sanal gerçeklikle. İlk korku oyununda birisi kalp krizi geçirdiğinde, ilk otokontrolü olmayan birisi hayatını idame etmeyi unuttuğunda, ilk yavru ebeveyninin gözlük kordonuna dolanıp düştüğünde, ilk “Oyun oynarken kedisini ezdi!” başlığını attıracak içerik çıktığında kıyamet kopacak.
Ne yazık ki tüm bunlar söylenirken kimse sanal gerçekliği kullanan insanın rahat bırakılması gerektiğini, Oculus Rift’in aslen oturularak kullanılan bir içerik sunumu olduğunu, HTC Vive’ın ise 2x1 metrelik bir alana ihtiyaç duyduğunu bilmiyor olacak. İnsanların suratlarında o gözlük varken şapşal gözüktükleri kadar savunmasız olduklarını, sosyal yaşamın aksine onlara hareketlerinde destek olmanın gerektiğini kimse hatırlamıyor olacak. Birisi korku oyununu denerken bunun onu “gerçekten de korkutacağını” fark etmiyor olacak. Kimse bu tür şeylere hazırlıklı olmayacak, uyarı yazılarını okumayacak. Çünkü sadece bizim genel basınımız değil, tüm dünya “tık getiren” (Ki internet dilinde adı “click-bait”tir) parıltılı başlıklara âşık. Tüm bu olaylar da böyle başlıklara dönüşecek ne yazık ki.
Sanal gerçeklik şimdilik Türkiye’de AVM’lerdeki ufak eğlenceler ya da arkadaşlarınızın kafasına geçirip onlarla dalga geçmenize sebep olan kısa etkileşimlerden öteye geçemeyecek uzunca bir zaman. Stokların dolması, sonra Türkiye’nin kayda değer bir pazar olarak görülmesi, kısaca çok prosedürü var daha sürecin. Ama hepsi olur da insanlar bu cihazlarla ciddi ciddi tanışmak zorunda kalırlarsa yine her konuda olduğu gibi eksiğimiz bilinçsizlik ve en büyük düşmanımız bundan faydalanmaya niyetli genel basın olacak.
İlk taşı ben atıyorum, sanmayın ki günahsızım. Ama birisinin bu işi yapması lazım, eğer nefesim çabuk tükenmezse VR hayatımıza girene kadar daha çok taş atmaya niyetim var. Bilginize.
Bir de diyorum, ne oldu o mailler? (SK/HK)