Sean Penn'e ikinci Oscar'ı kazandıran "Milk'" bu haftadan itibaren sinemalarda izleyebileceğiz. İzlemek için uzun zamandır heyecanla beklediğim Gus Van Sant'in bu son filmi, Amerikan tarihinde eşcinsel kimliğini gizlemeyen ilk siyasetçi Harvey Milk'in ve çevresindeki insanların mücadelesini konu ediniyor.
Filmi izlemek için sinemalarda gösterime girmesini beklediğimden, şu aşamada film hakkında söyleyebileceğim pek bir şey yok. Ancak filmi bahane ederek, San Francisco'da açık bir eşcinselin seçilebilmesini hazırlayan koşullardan bahsedebilirim. Bu sayede bir Harvey Milk'in neden İstanbul'dan değil de San Francisco'dan çıktığını anlayabiliriz diye düşünüyorum.
II. Dünya Savaşı'nın Getirdiği Değişim
II. Dünya Savaşı heteroseksizmle mücadele tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktası. Dünyayı kasıp kavuran bu savaşın iki farklı sonucu var. Bunlardan biri mücadele tarihi adına olumsuz bir sonuçken, diğeri olumlu...
Genelde modern eşcinsel, biseksüel, travesti ve transseksüel mücadele tarihi New York'taki Stonewall İsyanı'yla başlatılır. (Bu isyan ayrı bir yazı konusu, o yüzden hiç uzatmadan geçiyorum.) Nitekim bu isyanın gerçekleştiği günler, her yıl Türkiye dâhil tüm dünyada kutlanılır.
Ancak bu isyandan çok daha önce, başka bir coğrafyada / Almanya'da, modern mücadele adına ilk örnekler verilmekteydi. Bir bilim insanı olmasının yanı sıra bir aktivist olan Magnus Hirschfeld, iki savaş arası dönemde, eşcinselliği suç sayan Alman yasasının değişimi için hem bilimsel çalışmalarıyla hem de politik eylemleriyle mücadele vermiştir.
Hirschfeld'le birlikte yeşeren Almanya'daki mücadele ortamı, ne yazık ki Nazilerin yükselmesi ve ardından II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte yok edilmiştir.
II. Dünya Savaşı, Almanya'daki mücadele ortamını yok ederken, başka bir coğrafyada, Amerika'da -özellikle de San Francisco'da, mücadelenin yeşerebilmesi için gerekli olan koşulları sağlıyordu.
Savaş yüzünden çoğu genç kadın ve erkek, evlerinden, köylerinden ve kasabalarından uzaklaşarak; ailenin zorunlu heteroseksüel ortamından uzak, hemcinsleriyle yakınlaşabilecekleri ve bu anlamda bir kimlik bilinci geliştirebilecekleri ortamlara sürüklendiler. Kadınların ve erkeklerin birbirlerinden uzaklaşarak, hemcinsleriyle daha çok vakit geçirdikleri savaş ortamında, zaten eşcinsel olduğunun bilincinde olanlar kolaylıkla kendileri gibilerini bulabilirken; diğerleri, kimliklerini keşfedebilecekleri olanaklarla karşılaşıyordu.
Savaşla birlikte değişen San Francisco
San Francisco Amerika'nın en önemli limanlarından biri. Konumundan ve büyük bir limana sahip olmasından ötürü, II. Dünya Savaşı sırasında askerlerin ülkeye girişleri ve çıkışları büyük ölçüde bu şehir üzerinden gerçekleşiyordu.
O dönem Amerikan ordusu içinde eşcinsellere yönelik sıklıkla "temizlik faaliyeti" yapılmaktaydı. "Temizlik faaliyetlerinden" ötürü ordudan atılan gey ve lezbiyenlerin çoğu, evlerine dönmek yerine bu şehirde kalıyordu.
Çünkü çoğu eşcinsel asker, ailesine bu durumu açıklamaktan korkuyordu ve burada kalarak aileden / tanıdıklardan uzak, açık / özgür bir yaşam kurabiliyorlardı. Ayrıca o dönem Kaliforniya, eşcinsellerin barlarda toplanmalarını engellemeyen tek eyaletti ve bu imkân bölgede güçlü bir eşcinsel alt kültürün oluşmasına yarıyordu.
Zamanla bu alt kültür öyle güçlendi ki, şehir içinde sırf eşcinsellerin oturduğu mahalleler belirmeye başladı. Eşcinseller, şehrin önemli bileşenlerinden biri haline geldi. San Francisco'daki bu güçlü alt kültür, Stonewall öncesinde zayıf da olsa bir hareketlenmenin ortaya çıkmasını sağladı. O dönem şehirde eşcinsel özgürleşmesini savunanlar, diğer tüm Amerikan şehirlerinden daha fazlaydı.
Amerika'daki "eşcinsel uyanışı"
San Francisco şu an olduğu gibi, o dönemde de eşcinsel özgürleşme mücadelesi adına önemli bir örnekti. Ancak eşcinsel uyanışı olarak adlandırılabilecek Amerika'daki mücadeleye dair ilk adımlar, II. Dünya Savaşı sonrasında hemen her büyük Amerikan şehrinde atılmaya başlanmıştı.
Amerika'daki ilk modern mücadele, 1950'de bir diğer Kaliforniya şehri Los Angeles'ta kurulan "Mattachine Society" ile başlar. Bu dernek, eşcinselleri ve heteroseksüelleri bir araya getirerek, eşcinsellere yönelik önyargıların yıkılmasını hedefliyordu.
Mattachine Society'nin ardından, 50'li ve 60'lı yıllarda tüm Amerika'da ve San Francisco'da uzlaşmacı anlayışı benimseyen dernekler kuruldu. Ancak bu anlayış, 60'lı yılların ortasına doğru yerini daha cesur ve mücadeleci bir anlayışa bıraktı.
Hareketin 70'li yıllara doğru gittikçe sertleşmesinde / mücadeleci bir ruh kazanmasında, o dönemdeki sosyal ve politik havanın da etkisi vardır. Savaş karşıtı hareketler, öğrenci hareketleri, siyah hareketi, feminist hareket gibi Amerikan günlük yaşamını değiştirmeyi başaran sosyal ve politik direnişler, eşcinsel özgürleşme hareketindeki karşı koyma / ayaklanma girişimlerini hazırlar nitelikteydi.
Mücadele ortamında Harvey Milk
Harvey Milk, bir bakıma 60'ların ortasından itibaren başlayan ve Stonewall İsyanı'yla zirveleşen bu mücadeleci atmosferin ürünüydü. Özellikle Stonewall sonrasında tüm Amerika'daki gelişmeler öylesine umut vericiydi ki, öncesinde dört duvar arasında gizlenen lezbiyenler, geyler, biseksüeller, travestiler ve transseksüeller sokaklara çıkarak mevcut ayrımcılık ortamını değiştirmek için bir şeyler yapmak konusunda, tarihte hiç görülmediği bir biçimde cesur davranıyorlardı.
Sadece birkaç yıl içinde çok önemli gelişmeler gerçekleşmişti. Ayrımcılığa karşı çeşitli yasalar, kimi Amerikan yerel yönetimlerince kabul edilmişti. Üstelik polislerin keyfi tutuklamaları, sodomi yasaları ve medyadaki görünmezliğe yönelik etkin stratejiler geliştiriliyordu.
Harvey Milk ise San Fransico'da politik, ekonomik anlamda gelişen cinsel azınlıkların ve eşcinsel özgürleşmesini savunanların desteğini arkasına alarak Amerikan tarihinde bir ilki gerçekleştirebildi. Böylece ilk kez eşcinselliğini gizlemeyen bir siyasetçi, halk tarafından seçilerek yönetime geçebildi. Bunda bütün bu gelişmelerin payı vardı.
Peki, İstanbul'un eşcinselleri?
Almanya'daki ilk girişimlerin ardından 110 sene, San Francisco'daki ilk eşcinsel uyanışlarından 65 sene, Stonewall İsyanı'nın ardından ise 40 sene geçmesine rağmen, maalesef İstanbul'dan henüz bir Harvey Milk'i çıkaramadık.
Hiç şüphesiz ki bundaki en büyük etken, San Francisco'daki gibi ekonomik ve politik bir ortamın / Harvey Milk'i yaratan koşulların, hiçbir zaman İstanbul'da sağlanamamış olmasıdır.
Ama unutmamak gerekir ki, bu koşulları yaratanlar bizzat elini taşın altına sokan eşcinseller, biseksüeller, travestiler ve transseksüellerdi. Dolayısıyla, yakın ya da uzak bir gelecekte, bu coğrafyadan da bir Harvey Milk'in çıkabilmesi için, elimizi şimdiden taşın altına sokmamız gerekiyor. Bu sorumluluğu üstlenmemek gibi bir lüksümüz olamaz.(YB/BÇ)