“Evlenecek kadınlara üç nasihatım olur. Birincisi: Kocan tarafı evine geldiği zaman, elinde yoksa bile yağdır. Önlerine koy her şeyi. Gittiklerinde de sıkarsın elini. İkincisi: E(l-v)indeki altını, vazoyu, havluyu başkalarına hediye etmeye kocanı alıştırtma. Üçüncüsü “Kocanın sana aldığı bir şeyi, hediyeyi abartıp, defalarca teşekkür et ama ardından da ekle. ‘Keşke mavi taşlısını / daha büyüğünü alsaydın’ de. Kadın kısmı talepkar olmalı.”
Bu sözler arkadaşım Şehrinaz’ın annesi Samoyet Teyze'ye ait. O bir akil kadın ve ben bayılıyorum ona.
Kızlarının “Ahh bir de okuyaydı var ya; bu kadın bizim hepimizi elinden çıkarırdı” dediği Samoyet Teyze’yi uzun aralıklarla görsem de ilişkimiz hiç kopmadı.
Kullan at değil, dönder çevir; işe yarat
Son yıllarda yazın İstanbul’un Nişantaşı’sına dönüşen, kışın da metruklaşan köyünde tek başına memnun mesut yaşam sürdüren, kendi dahil herkesi seven, “kullan at değil, dönder çevir; işe yarat” devri insanı olan bu kadın öyle özel ve güzel ki...
Sebzesini yetiştiren, inek- tavuk besleyen, nadiren giydiği ince naylon çorabı kaçtığında yumurta aracılığıyla tutturan, torununun hediye ettiği CD player yerine grundig marka lambalı radyosunu kullanan, yorgan kaplamayı sürdüren, uygun gördüğü her şeyin üstüne kolalı dantel örtüler, zemindeki her boşluğu orlon ipten yaptığı tığ işi paspaslarla kaplayan, bir kadın o.
Bahçesinin başka köşesine yeni bir ev yapılsa da, onun sadece bir bölümünün yıkılmasına izin verdiği hayat+küçük bir odadan oluşan ‘dam’ dediği evin pencerelerinde eski zaman işi brizli perde kullanan, kışın yaktığı sobanın üstünde demlediği çayı çıtırdayan çam odunlarının kokusu eşliğinde içen, yaz-kış buradaki pirinç karyolasında öğle uykularına yatan Samoyet’imizin elinden kahve içmek her insana nasip olmaz.
Hayattaki divanın altındaki hasır sepetin içindeki kahve müştemilatını eksiksiz tutan, kaminotesinde pişirdiği okkalı sade kahvesini anılarıyla şekerlendirerek incecik porselen fincanlara döküp, mentollü sigarası eşliğinde içen Samoyet canı isterse lütfederek davet ettiği kişiye fal da bakar.
“Dul kadınlara moral vereyim diye fal bakar oldum. Öyle çoğaldık ki... Fincan başına beş YTL alsam karnım doyar vallahi” diyerek bizi güldürür.
Samoyet eğer size “Gel benim eski evin hayatına gidelim. Ben sana elimle dibekte dövdüğüm kahveden yaparken, sen şöyle bir arkana yaslan“ derse bunun meali: “Kafam karışık sana bir akıl danışacağım.” demektir. Zaten hayata davet edilmeden gitmek kimsenin harcı değildir ya.
33'ünde dul Samoyet
On beşindeyken, otuzlu yaşlarını süren komşuları Topal A(h)met A(ğ)a ile evlendirildiğinde çok ağlamış.
Dört kız çocuk vermeyi de ihmal etmediği kocasına erkek çocuk vermediği için kendini suçlayıp yine ağlamış.
"Efendisi" traktörden düştüğünde de ağlamış.
Yedi yıl boyunca içinden isyan etse bile her gün altını alarak banyosunu yaptırma, karnını doyurma işini kimselere bırakmayan ve bu arada da ‘dağ gibi adam yatağa çakıldı’ diye ağlamasını sürdüren, ancak öldüğünde de ‘ne yalan söyleyeyim ağlamak gelmedi hiç içimden’ diyen, otuz üç yaşında köyün dul kadınları arasına katılan birisi o.
Evlendikten sonraki altı yıl içinde arka arkaya doğurduğu kızlarının okuması için kendini heder eden bu kadın bir yandan hasta kocasına bakarken büyük kızları Şehrinaz ve Perinaz birer yıl arayla Ortaklar Öğretmen Okulu sınavlarına girip de kazandıklarında köyün içinde adeta şeref turu atmış.
"Mezun olunca hemen evlenmek yok"
“Öğretmenlik kadınlar için biçilmiş kaftan. Kızım yarım gün okul, yarım gün evinde çalışır” diye böbürlenen Samoyet Hanım; Öğretmen Okulları mevzuat değişip de liseye dönüşünce kahrından hastalanmış ama teslim olmamış.
Buca Eğitim Enstitüsü sınavını kazanan kızlarını dul başına, babasından kalan tarlalardan birini satarak okuturken koşul koymuş. “Mezun olduğunuzda hemen evlenmek yok. Kardeşlerinizi, Sudenaz’ı, Serfiraz’ı okutacaksınız. “
Kayınço ve görümceleri mal paylaşımına yanaşmadığından kocasından kalan bağ-bahçe haklarını zorla on yıl önce alan Samoyet Teyze, kendi babasından alacağı payda da –şimdi ‘iyi ki’ dese de- haksızlığa uğradığı için çok üzülmüş. Deniz kenarında hiçbir işe yaramayan tarlaları kız kardeşlerine, zeytinlikleri kendilerine alan iki abisi, köyün taşı-toprağının altın, deniz kıyısındaki yerlerin elmas olacağını hesaba katamamışlar elbette.
Şehrinaz, Samoyet’in danışmanı ancak aralarındaki ilişki çekişmeye -ve çekiştirmeye- dayalı. Diğer kızlarına sürekli ablalarının dedikodusunu yapsa da herkes bilir ki ne o, ne kendileri ‘şehri’siz yapamaz.
Kendinden önce kardeşlerini düşünen Şehrinaz’a ailenin ‘yeddi emini’ dendiğinden Perinaz’ın kocası yukarı tarlanın paylaşımına müdahale etmeye kalkıştığında kızlarına “Siz susun ben hallederim.” deyip, damadına da “Sen karışma. Bu bizim işimiz” deyip sert tavır koyarak kısa süren bir kırgınlığa yol açan Samoyet, deniz kenarındaki eski evinin de içinde olduğu büyük bahçeyi yarı yarıya yükleniciye verdiklerinde paylarına düşen on evin sekizini çocuklarına paylaştırmış, kendininkinin birini de kiraya vermişti.
Altını sobada saklayınca...
Oturacağı evi eski evinin kenarına konumlandırtan, son derece işlevsel ve şık olan, klimalı-kaloriferli evine bir türlü alışamayan ancak mecburiyetten oturan Samoyet’imiz balık- patlıcan-büber kızartmasını, hamur işini bahçede küçük tüpte, aşuresini de damın önündeki ocakta kaynatmayı sürdürüyor.
Eline geçen her parayı altına çeviren Samoyet’imiz sattığında zarar etmesin diye ya cumhuriyet altını yada 22 ayar ray bilezik alır ve evin değişik yerlerinde saklar arada bir yerlerini değiştirirmiş.
Eski evde otururken yatak odasındaki sobanın dirseğine koymuş içi altın dolu küçük yoğurt kabını. Baharda sobayı kaldırmamış. Kış geldiğinde içindeki odunları tutuşturup yaktığında aklına düşmüş altınlar. Sobayı su dökerek söndürüp, altınlarına kavuşmuş.
Yedi torunu var ya... Sırayla her ailedeki iki çocuk için iki bilezik yaparmış.
Şehrinaz’ın tek çocuğu olduğu için hak yemeyip Ozan’a da iki bilezik ayıran Samoyet’e kızlardan biri küçük bir kasa almış.
Bilezik sayısı sekize ulaştığında torunlarına hakkını veren anane için torunların en birincisi Ozan. Bu tartışmasız kabul edilen aile gerçeği.
“Dul kadının bir köşede parası olmalı. Kimseden para istememeli“ diyen Samoyet’imiz yıpranan diş protezleri yenilenince yıllarca sakız çiğneyememenin verdiği özlemle bolca sakız çiğnemeye başlamış.
"Sakızım bana arkadaşlık ediyor "
Çıkarttığı ses nedeniyle annesine kızan Serfiraz’ın aldığı yanıt aile tarihine geçmiş. “Aaa size ne! Sakızım bana arkadaşlık ediyor”
Bazen Ankara’da çok bunaldığımda eski, açık hava sinemaları gibi rengaahenk ampullerle aydınlatılan Samoyet’in bahçesinde olmayı hayal ederim. Büyük masanın çevresindeki divanlarda oturup, kalabalık, çoluk-çocuk çiğdem yiyerek, çoğu kez dedikodu yaparak gülüştüğümüz eski günlere dönerim. Artık hepimizin çocukları büyüyüp, bizden ayrı tatile çıktığından özlemle anarım o günleri.
Yazı uzadı biliyorum ama kesinlikle bu fıkrayı anlatmalıyım.
Şehrinaz Öğretmen Okulu’ndayken kız basket takımı kaptanıydı. Annesi köyde dul kadın kızına sahip çıkmıyor denmesin diye Şehri’nin kısacık şortlarla sahaya –yani oğlanların önüne- çıkmaması koşuluyla basket oynamasına izin vermiş. Elbette bu yasağa uyulmadı hiç. Turnuvalar sırasında şampiyon olduklarında gazetelerde kızının boy boy çıkan resimlerini görmemiş hiç Samoş.
Değişmeyen tek şey değişmenin kendisi...
Geçen yaz Şehrinaz akşam üzeri çaput pazarına giderken annesine ‘bir şey lazım mı?’ diye sorunca “Bana bir tayt alsana. Siyah olsun” deyince Şehrinaz kendi saçları yola yazmış. ”Ne tayt ha! Sen bana çocukken maçlarda şort giydirtme ama kendin 75 yaşındaki bir kocakarı olduğunda, şort bile değil, tayt giymeğe kalkış...” diye haykırırken Ozan ananesine destek olmuş:
“Şehri’cim! Neydi o laf? Değişmeyen tek şey değişmenin kendisi...”
Samoyet’in kocaman oduncu gömleğinin altına giydiği taytıyla inek sağarken çektirdiği fotoğrafı keşke siz de görebilseniz...(ŞD/EZÖ)
*Şadiye Dönümcü. Sosyal Hizmet Uzmanı.