Salgının ne zaman biteceğini bilmiyoruz. Yaza doğru biteceğine ilişkin tahminlerin tutmasını temenni ediyoruz ama sağlıkçılar pek net konuşmuyorlar. Yine de bunun böyle sürüp gideceği gibi bir kabus senaryosunu pek düşünmüyoruz.
Salgın sonrasında nasıl bir dünyada yaşayacağımıza ilişkin görüşler, salgın henüz bitmeden açıklanmaya başladı. Çok farklı görüşler ortaya atılıyor ama hepsinin ortak noktası, “bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. Yabancısı olduğumuz bir cümle değil, 2008 krizinde de kullanılmıştı. Gerçekten de o günden bu güne, 2008 öncesine göre çok şey değişti.
İçinde bulunduğumuz günler, 2008’e göre çok daha şiddetli bir ekonomik krizin başlangıcı olarak görülüyor. Dünya piyasalarına iyimserlik yaymayı asli görevi olarak kabul eden uluslararası kuruluşlar bile tahminlerini sürekli revize ediyorlar. Krizi atlatmak için devletlerin saçacaklarını ilan ettikleri paralar olağanüstü boyutlarda. Herkes bu krizin çok sarsıcı olacağının farkında. 2008’i bir kalp krizine benzeten ve şimdikinin bir felç olabileceğini söyleyenler var.
Önümüzdeki olasılıklar
Dünyanın yakın geleceğine dair farklı görüşlerin başında küreselleşme geliyor. Küreselleşmenin sürüp sürmeyeceği veya ne şekilde süreceğine ilişkin çeşitli tahminler var ama bugünkü uluslararası ticari ilişkilerin aynen devam edeceğini savunan yok gibi.
Küreselleşme sürse bile farklı bir şekilde sürecek.
Bugünkü neoliberal küreselleşme sürdürülse bile kuralları artık batının tek başına koyamayacağı, gücün batıdan doğuya kaydığı görüşleri yaygın. ABD’nin sorunları kendi başına çözemeyeceğini fark ettiği ve iç sorunlarına yöneleceği savunuluyor.
ABD’nin dünya ekonomisine daha fazla liderlik etmesi zor görülüyor. Avrupa Birliği’nin, tıpkı 2008 krizinde olduğu gibi, beklenen dayanışmayı gösteremediğinin ve bir güç olarak ortaya çıkamadığının herkes farkında. Bütün bu eğilimlere, salgın sırasında Çin başta olmak üzere bütün Uzak Doğu ülkelerinin, batıya kıyasla daha başarılı bir performans gösterdiklerini eklemek lazım.
Neoliberal küreselleşmenin sürdürülemeyeceği ortaya çıkmakla birlikte, daha farklı bir küreselleşmenin yaşanması olasılığı hala mevcut. Öncelikle, küreselleşmenin bir tercih değil, teknoloji ve üretim kapasitesindeki gelişmelerin zorunlu kıldığı bir durum olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
Küreselleşmenin kendisi değil, neoliberal olup olmaması bir tercih sorunu. Liberal politikaları esas almayan, daha kurallı ve koruyucu bir küreselleşmenin gündeme geleceğini düşünenler var. Üstelik salgının ülkelerin birbirine ne kadar bağımlı olduğunu gösterdiğini, bundan sonra da işbirliği arayışlarının artacağını savunuyorlar.
Tahminlerin önemli bir kısmı da küreselleşmenin sona ereceği yönünde. Zaten Covit-19 salgınından önce de böyle bir eğilim vardı ve daha da güçleneceği düşünülüyordu. Salgın döneminde ortaya çıkan kopuklukların tedarik zincirlerini dönüştüreceği, yurtiçi tedariklerin öne çıkacağı düşünülüyor. Beklentilerin aksine yoksul ülkelerde değil de ABD’de başlayan içe kapanma eğilimlerinin, Çin ve Uzak Doğu ülkelerinin muhalefetine rağmen yaygınlaşması mümkün. Ülkelerin en azından birkaç yıl boyunca içe döneceği tahminleri yaygın.
Küreselleşme sürsün veya sürmesin, bütün ülkelerde kamu hizmetlerinin güçlendirilmesinin gündeme geleceği açık.
Son kırk yılın neoliberal politikalarının her yerde kamu hizmetlerini ne kadar zayıflattığını yaşayarak gördük. En zengin ülkelerin temel kamu hizmetlerini yerine getirmekle görevli kuruluşlarının kaynak, malzeme, insangücü yetersizliğinden yakındığını izledik. Salgın bunu insanlara en yaşamsal konuda, sağlık konusunda gösterdi.
Artık her ülkede sağlık sistemini geliştirmek için çaba gösterileceğini tahmin etmek zor değil. Tabii ki sağlık konusunda kamu hizmetlerini geliştirmek fakat diğer hizmetlerde zayıf kalmak söz konusu olamaz. Muhtemelen, uzun bir aradan sonra genel olarak kamu hizmetlerine ağırlık verilen bir döneme gireceğiz.
Salgından sonra birçok ülkenin, devletlerinin zayıflığı yüzünden, toparlanmasının zor olacağı düşünülüyor. Gerek sağlık gerekse ekonomiye ilişkin sorunlarının aşılamaması hoşnutsuzlukları artıracak, gerilimleri şiddetlendirecek.
Bu durum, içe kapanmayla birlikte milliyetçiliği ve otoriterlik eğilimlerini güçlendirebilir. Bu eğilimlerin şimdiden var olduğu dikkate alınırsa, özgürlüklerin ve demokrasinin daha da zayıflaması ihtimali gündemdedir. Buna karşılık mevcut neoliberal politikaların dünyayı daha demokrat ve özgür bir yer haline getirmediğini, salgından önce de diktatörlüklerin yaygınlaştığını biliyoruz. Neoliberal politikaları terk ederek kamu hizmetlerini geliştirmenin özgürlükleri de güçlendirmesi olasılığı yüksektir.
Bunların dışında, daha alt düzeyde, iş ilişkilerinden teknolojik gelişmelere, istihdam biçimlerinden gündelik hayat alışkanlıklarına kadar önümüzde bir dizi değişiklik alternatifi uzanıyor.
Geleceği tahmin etmek
Geleceği tahmin etmek sorunlu bir iştir, biraz kahinliğe benzer. Kahinlerin işlerini neye göre yaptıklarını bilmiyoruz. Rast gele palavra mı atıyorlardı, karşıdakinin hoşuna gidecek bir gelecek mi çiziyorlardı, korkutmaya mı çalışıyorlardı, yoksa bir tahmin yöntemleri var mıydı?
Günümüzde çeşitli tahmin yöntemleri var. Fakat bütün bu yöntemlerde kullanılan çok temel bir araç vardır, o da geçmiştir. Geçmişe bakarak geleceği tahmin ederiz. Sayısal tahminler için geliştirilmiş teknikler vardır ve yaygın olarak kullanılır. Gelecekte nasıl olacağını merak ettiğimiz değişkenin geçmişte nasıl bir seyir izlediğine bakarız ve bunu geleceğe uygularız.
Sayısal olmayan tahminler de benzer şekilde yapılır. Konunun o güne gelene kadar nasıl geliştiği incelenir ve bu gelişmenin bundan sonra nasıl devam edeceği, nelere yol açacağı tasavvur edilir.
Ne var ki tahminler çoğunlukla başarısızdır çünkü her tahminin arkasında zorunlu olarak bir varsayım bulunur.
Tahmin yapmak için en önemli olduğu düşünülen birkaç değişken seçilir ve bu değişkenlerin seyri incelenir, öteki değişkenlerin sabit kalacağı varsayılır. Oysa hayat sayılamayacak kadar çok değişkenden etkilenir ve bunların hepsinin bir model içinde ele alınması olanaksızdır. Hiç beklenmeyen bir değişkenin etkisi diğer hepsini silip süpürecek kadar belirleyici olabilir. Şu korona günlerinde bunu açıkça görüyoruz zaten.
Belki hepsinden önemlisi de dünyadaki değişime müdahale eden güçleri tanımaktır. Bu güçler devletler, ordular, siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve bireyler olabilir. Bunlar değişime olumlu ya da olumsuz yönde müdahale edebilir.
Değişimi hızlandırabilir, yönlendirebilir veya engelleyebilir. Tarihi insanlar yapar. Bu müdahaleleri yapanlar değişimin veya korumanın asıl sahipleridir. Yeterince sahip çıkılmayan bir eğilim varlığını sürdüremez. Evet, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ama nasıl olacağını değişime müdahale edenler belirleyecek. (BD/DB)