Anaokulu çıkışında öğretmen büyük bir sorunu tespit etmiş gibi yanıma yaklaştı. “Oğlunuz burnunu karıştırıyor” dedi. “Bugünlerde başka çocuklarla bir araya gelip örnek almış olabilir” diye devam ederek, ne de olsa öğretmeni olduğu okulun boş gururunu savunarak toplumsal ayıba karşı kendi kibrini de korumuş oluyordu. Öte yandan minicik çocuklar arasında da sınıf ayrımı yapılmıştı işte; erdem ve ahlakla örülü “bizim çocuklar” ve terbiyeden nasibini almamış “başka çocuklar.”
Evet, çocuğum üç yaşlarında burnunu karıştırmakla kalmıyor, bir de ağzına atıyordu çıkardığı salgısını. Çocuk doktoru bir defasında tesadüf edip “bu iyi bir şey, burun salgısı güçlü bir antioksidandır” deyince umarım ikinci çocuğum da sümüğünü yer diye düşünmüştüm. Belki bazılarımız bu cümlenin zihinde yaratılan kurgusuyla tiksinmeye başladı bile. Oysa videolarda goril yavrularını izlerken ne sempatik geliyor bu görüntüler değil mi? Ya da gizli bir kibirle burnu akan bir çocuğun portresini çekenler “bunu da seviyoruz, ne şeker” sınıfsal ayrımını ne de güzel örtbas ediyordu.
Salgılarından nefret ettirilerek büyüyor ve yetişkin dünyasına geçiş yapıyordu çocuklar. Ve yetişkin dünyasında cinsel birliktelik sırasında menilerinden tiksinen çiftler, koşarak ellerini yıkayan ve aceleyle çarşafını değiştiren cünüpler (!). Tabii yine sistem formülasyonunu kolayca kurdu. Önce tiksindi bireyler, sonra “cinsel tiksinti bozukluğu” diye bir hastalık adı türetti ve hastanelerde tedavisini bir güzel satıyor. Herkesin malumu olduğu antidepresanların piyasaya sürülmeden önce doğasından uzaklaştırılan insanlara yakıştırılan türlü türlü psikolojik vaka isimlendirmeleriyle pazarını kullanması gibi. Muhtemeldir ki insan salgılarını da kapsülleyip ambalajlayarak sattığında sorgulamadan zevkle satın alacaktır bireyler. Erkek menisinin cilde iyi geldiği dedikodusu her yerde yayılıyor bu yıllarda. Komplo teorisinden uzak tarihsel deneyimlerle ‘kapitalist sistemin ürün hazırlığı mı’ diye şüphelenmiyor değiliz.
İnternet tarayıcınıza “tükürük” diye yazdığınızda hastane sayfalarında karşınıza çıkan ilk cümlelerden birisi “aşırı tükürük salgısı olan vakalarda, tükürük bezlerine botoks uygulaması yapılabilir.” “Burun ve sinüs kanallarının KBB bölümünde temizlenmesiyle kişi daha rahat nefes alır” diye devam eden cümle, atmosferde değişen etkenler dolayısıyla tedavi amaçlı anlaşılır görülse de polikliniklere davet niteliğindeki tavsiyeler de yok değil.
Kaygılı yaklaşımla tarayıcınıza iki kelimelik soru sorduğunuzda “Burun akıntısı deyip geçmeyin” diye başlayan ve “beyin tümörü” gibi ürkütücü hastalıklarla ilişkilendiren cümlelerin ekranda ilk sıralarda karşınıza çıkması gibi. Değişen fiziksel koşullara bağlı olarak aslında vücudumuzdaki olağan, geçici değişimler dışlanarak korku ve kaygıyla hizmet ve ürün satın alma çarkına girdirilir. Oysa o burun akıntısı çoğu zaman üşümek ve mevsimsel değişim gibi basit bir nedenden kaynaklanıyordur. Ama algılar olumsuz psikolojik hislerle kolayca yönetilerek neden-sonuç ilişkisi satıcı sistem lehine bozulmuştur.
Salgıdan korkmak tıbbi hizmet ve tıbbi ürün tüketimini garantilerken, salgıdan tiksinmek envaiçeşitte hijyen ürünü satmayı garantiler. Salgıdan tiksinmek öz değerinden, öz saygıdan uzaklaşarak gerçek anlamda psikolojik sorunlarla başka bir satın alma çarkına girmek demektir aynı zamanda. Bir “pislik” salgıladığı için bedeni ve ruhu “hasta” olan insan “iyileştirilmeli”dir çünkü. “Kendini değerli hisset ürün satın al. Kendini değerli hisset güzellik satın al. Sağlık satın al. Güzel tatlılar satın al. Spor satın al. Lüks otellerde seyahat satın al.” “Kendini iyi hisset, iyi hisset, iyi hisset”… Ah ne de iyi, ne de insancıl gayeler bunlar(!). Psikolojik gereksinimlerimiz caaanım sistem tarafından ne de güzel doyuruluyor.
“Ter”inden de tiksinmelisin. Hele yoksul olan daha “pis” kokar(!). Terinden kurtulmazsan yoksulluğun sınıfsal kümesine atıverirler çünkü. Koltuk altı deodorantlar, parfümler sınıf sınıftır; karakteristiktir. Bana parfümünü söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Bir anne yavrusunu kokusundan tanırmış, sevdiğinin boynundaki kokuymuş unutamadığı. Ama çok hayvani düşünceler bunlar, en nihayetinde hayvan da değiliz biz (!).
Her insan tipi için ürün ve hizmet var kuşkusuz. “Zehirli kimyasal” bunlar diyen şüpheci kesim için “parabensiz, alüminyumsuz deodorant”; haram kaygılı insan için de “alkolsüz” olan var. Yeter ki kurtul o “ter” salgısından. Terlemenin, kulak salgısının ve diğer salgıların faydalarını yazmak bir yana dursun; gelecek kuşak üremeye devam ederse anlatıverecek belki de yavrularına “bir zamanlar sıcak havalarda ve hareketli hallerde insanların koltuk altından su gibi pis kokulu bir sıvı akarmış. Burnun iki deliğinden yapışkanlı pis bir madde salgılanırmış. Bununla da kalmayıp ‘ayıp’ yerlerinden bile değişik sıvılar gelirmiş”…
Tıp bilimi idrak sınırlarımızı zorlayacağından, gündelik hayatta malumumuz konularla sistemle biyolojik temasımızı kavrayabiliriz belki. Bilime göre salgıların azalması organizmanın işleyişinde büyük aksaklıklar meydana getirir. Salgılar organizmanın bütünlüğünü ve dengeyi sağlar çünkü. Felsefi açıdan bakıldığında da nedensellik bağı içinde ele alınabilir bu durum. Evrenle bağımızdır beş duyumuz ve beş organ da ayrı ayrı salgılar terini, sümüğünü, kulak akıntısını, tükürüğünü ve gözyaşını… Salgılarınızı ve hormonlarınızı özgür bırakın, sevin onları. Para harcayarak yok ettiğinizin yerini raflarda kapsüller ve paketlerle kimyasal form halinde ve yine para harcayarak geri alıyorsunuz vücudunuza.
İlkokulda ve ortaokulda dersliklerde yapılan veli toplantısında gördüm işte; neyse ki çocuğunuz sümüğünü gizli gizli sıra altına yapıştırıyor, haberiniz olsun!(YPT/AÖ)