Zaman zaman ama kesintisizce, kalkınma için gerekli; yatırım yapıyoruz teraneleriyle doğaya saldırılıyor ve verilen zararlara karşı yerel anlamda mücadeleler de verilmeye devam ediyor. Bu, şimdilerde dozu artan zarar ve de doğal olarak daha örgütlü itiraz boyutuyla gündeme gelse de aslında günümüzün sorunu değil. Uzun yıllardır bu ülkede doğaya karşı sürdürülen bir saldırı var ve hız kesmeden de devam ediyor. Ne yazık ki kalkınma için yapıldığı söylenen bu kıyıma rağmen bir türlü de kalkınamıyoruz. Sağlanan rant az sayıdaki belirli sermaye gruplarını büyütüyor; gelir dağılımları arasındaki makas alt tabakalar aleyhine sürekli açılıyor. Çünkü bütün bu zorunlu olduğu söylenen yatırım(!)ların çoğu popülist ve doğanın kaynakları tüketilerek yapılıyor. Projeler büyütülerek, rantın da boyutu büyütülüyor.
Peki bu arada bir sanayi ülkesi olabildik mi? Tarım ülkesi özelliğimizi koruyabildik mi? Hayvancılığı yaşatabildik mi? Denizlerimizin, akarsularımızın, ovalarımızın, yaylalarımızın, ormanlarımızın değerini bildik mi? Kendimi bildim bileli gelişmekte olan ülke olarak adlandırılırız ama bir türlü gelişemedik vesselam! Ülke gelişemedi ama her dönem birileri gelişti ve gelişmeye devam ediyor! Her dönemin karar vericileri ve kıyıcıları değişiyor ama sistem değişmeden devam ediyor!
Çok gerilere, Marshall yardımı olarak yutturulan; aslında ürettikleri otomobillere yeni pazarlar yaratabilmek ve petrol bağımlılığımızı pekiştirmek amacıyla, yüzde doksanı yol yapımına harcanması koşuluyla verilen krediler dönemlerine gitmeye gerek yok. Doksanlı yılların sonlarında 1600 dönümlük İzmit-SEKA fidanlığı sermayeye otomobil fabrikası olarak peşkeş çekilirken, karşı çıkanları vatan haini olarak ilan eden ve gerekirse Çankaya Köşkünün bahçesini de veririm diyen Cumhurbaşkanlarını da gördü bu Ülke! Aynı dönemde, kendisine yönelik eleştirilere; asıl böyle bir yatırımı reddetmek vatan hainliğidir yanıtını veren Başbakanları da gördü bu Ülke! Verdikleri kendi mülkleri değildi; halkın, Ülkenin malıydı!
Birinci Boğaz Köprüsü’ne, bu köprü İstanbul’un trafik sorununu çözmez diye karşı çıkanlar, Üçüncü Köprü'nün açılışının yapılacağı bugünlerde haksız mı çıktılar! Daha kaç köprü yapmak gerekecek eşsiz Boğaz’a! Köprüleri yapanlar farklı ama, Üçüncü Köprünün güzergahındaki yüz binlerce ağacın geleceğinden kaygı duyan ve aylardır seslerini duyurmaya çalışan çevreciler aynı vatan hainleri! Belki de önceki hainlerin çocukları! İyi ki varlar ve iyi ki hainler!..
Son zamanlarda sağda solda inşaat sektöründeki başarılarımızla öğünmemiz, başka ülkelere saraylar, şehirler inşa etmek isteyişimizde haklılık payı var! Gelişmiş ülkelerin aksine diğer konularda değil de bu konuda söz sahibi olmamız anlaşılabilir bir durum! Birçok gelişmiş ülkede imar planları kırk-elli yıllık sürelerde revize ediliyor. Arsa alacaksan kırk-elli sene bekleyeceksin. Yok öyle al tarlayı, üç gün sonra değiştir imarı, yap gökdelenleri, kap rantı. Bu kadar yapılaşmaya uygun arsa yaratmak ve oralarda inşaatla uğraşmak elbette insanı geliştiriyor ve konunun uzmanı yapıyor! Gelişmiş ülkelerdeki restorasyon uzmanlığı para kazandırmıyor günümüzde! Sıfırdan inşa etmek, yıkıp yenisini yapmak geçer akçe!
Havasından, suyuna toprağına, ezcümle doğaya karşı sevgisizce ve acımasızca yapılan bu saldırılara karşı yerelde verilen mücadeleler zaman zaman başarı kazansa da sonucu değiştirmiyor. Cerattepe’de ki durum da böyle. Halkın kararlı mücadelesine karşı bir süreliğine geri çekilinip, tepenin arkasından- siz kanun anlayın- dolanılmaya çalışılıyor. Bu nedenle bu sorunlar sadece o yörede yaşayanların sorunu olarak algılandıkça ve karşı çıkışlar yerellikle sınırlı kaldıkça nihai kazanımlar olanaksız. Munzur’la Cerattepe’yi ayrı düşünemeyiz. Tek tek kaybedildiklerinde, farklı yörelerde de olsalar bir bütün olarak düşünüldüğünde, yaşadığımız coğrafyada gelecek kuşaklara bırakma sorumluluğumuz olan doğa miraslarının tümünü kaybediyoruz. Böyle bir durumda insanlığımızı koruyabildiğimizi kim söyleyebilir!...
Bize hainliği sevdiren Nazım Usta’dan:
O, topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhattır
Keremdir
ve Keloğlandır…
Yol görünür onun garip serine,
Analar, babalar umudu keser,
Kahbe felek ona eder oyunu
Çarşambayı sel alır,
Bir yar sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O «Yûnusu biçâredir
Baştan ayağa yâredir»,
ağu içer su yerine.
Fakat bir kere dert anlayan düşmeye görsün önlerine
ve bir kere vakt erişip
«Gayrık yeter!...»
demesinler. (Şİ/HK)
* Fotoğraf: Salih Zeki Fazlıoğlu - İstanbul/AA