Yıllar öncesinde, 1910'lu yıllarda, Diyarbakır’ın Eğil içsesindeyiz. Eğil, Diyarbakır’ın 50 kilometre kuzeyinde Dicle Nehri’ne hâkim bir noktada.
Diyarbakır’ın önde gelen Ermeni sanatçı ve yazarlarının da yetiştiği Heredan’ın bağlı olduğu Dicle ilçesi ile de komşu.
İlçede yaşayan Ermeniler, ülkenin farklı coğrafyalarında yaşayan binlercesi gibi bir gecede ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor, öldürülüyor, soykırıma uğruyor.
Suriye’ye göç etmek isteyenler ise yollarda açlık ve susuzluk nedeniyle yaşamını kaybediyor.
Onların terk ettiği yerlere başka insanlar yerleşiyor, mülklerini sahipleniyor. Geride kalan az sayıdaki Ermeni de bu sahiplenme halinden payına düşeni alıyor; Müslümanlaştırılıyor.
Gelelim bugünlere..
İstanbul Beyoğlu’nda bulunan Cezayir Restorant’ın büyük toplantı salonundayız. İstanbul’da bulunan Ermeniler, Kürtler, Hemşinliler, Lazlar, Türkler olarak yan yana; gözlerimiz dolu dolu bir belgesel izliyoruz.
Dev ekrandaki görüntüde, hayatı sonuna kadar hissederek yaşadığı belli olan yaşlıca bir kadın, odasındaki sandıktan bir haç çıkartıyor. Saklı bir haç.
Saklı Haç belgeseli çalışmaları devam ediyor. Belgesel, Diyarbakır'ın Eğil ilçesinde yaşayan Müslümanlaştırılmış Ermenilerin yakınlarının hikayelerini sizlere ulaştırıyor. pic.twitter.com/NKsfTeFL9J
— Saklı Haç Belgesel (@HacSakl) March 8, 2019
Yapımcı- yönetmenler Altan Sancar ve Serhat Temel de bu haçın peşinden gidiyor. Sadece gitmiyor hatta bizleri de sürüklüyor.
Belgesele adını veren Saklı Haç’ı izlerken, neneleri, dedeleri, Ermeni olan kişilerin tanıklıklarını duyuyorsunuz.
Geçmişi anlatırken yaşadıkları tedirginlik, kelimelerini tek tek seçmeye çalışmaları dahası kendi aile büyüklerini “onlar” olarak tanımlamaları bugünün koşullarında da eski soykırım ürkekliğini yaşadıklarını gösteriyor.
Belgesel, soykırımla yüzleşmenin önemine dikkat çekiyor; üzerine bir de şu soruyu sorduruyor: “Bir birimizden özür dilemeden bu topraklarda yan yana yaşayabilir miyiz?”
Peki belgeselde konuşanlar ne söylüyor?
“Benim dedemin adı Sarih’ti. Dediler, Salih yapalım. Müslümanlaştıralım yani. Onlara yeni bir kimlik yeni bir isim verdiler. Hepsi Suni Kürt oldu.”
“Ermeni soy ismi kalanlar var. Benim halam Suriye’de mesela. Babam, hacca giderken gördü onu. Öz kardeşiydi babamın. Ermeni idi. Burada Ermeniler ve Müslümanlar yan yana yaşıyordu. Bir şey yoktu 1915’e kadar.”
“Söylenti yayılmış, Ermeniler camiyi yakacak demişler. Hâlbuki ki kimse Müslümanlar’a bişi yapmadı.”
“Öldürdüklerini o mezarlara attılar.”
Belgesel yaklaşık yarım saat sürüyor.
Sizin bu zaman dilimine dönmeniz de izleyenlerden bir kadının “Ben Eğil’i terk etmek zorunda kalan Ermeniler ’in torunlarından biriyim” cümlesiyle oluyor.
Yönetmenler söyleşi için sahneye geliyor. Onlardan az önce sevgili Pakrat Estukyan kısa bir konuşma yapıyor. “Soykırımı teninde hissetmeye çabalarıyla bizim tanıklığımıza sundular. Birçok insan bir kısmını biliyordu yaşananların belki şimdi tamamını öğrenmiş oldu. Bunların hepsi gerçeğin hissedilmesidir” diyor.
Sancar ve Temel de belgeselin amacını, “Kürtlere yüzleşme çağrısı” olarak özetliyor. Kendilerine yönelik başlatılan nefret söylemi kampanyası hatırlatılınca ikisi de gülümsüyor: “Bize ikinci filmimiz için bolca destek yağdı, sayelerinde. Maddi destek fonu kampanyamızda hızlı ilerliyor.”
Her ikisi de Eğil’de büyümüş yönetmenlerin. Anlattıkları hikâyeler en başta kendilerinin. Sanırım bu nedenle şu çağrıları daha anlam buluyor:
“Biz küçükken arkadaşlarımıza ‘Ermeni’ diye hakaret ederdik. Oysa biz de onların torunlarıyız. Bu belgesel yüzleşmenin bir yolu. Sadece yüzleşme yeterli değil. Biz kendi adımıza onlardan özür diliyoruz.” (EMK)
* Fotoğraflar. Saklı Haç'ın sosyal medya hesabından alındı. Son fotoğraf ise İşhan Sancar