Bazen bir seçim sadece bir seçim değildir; ötesinde yeni bir başlangıcın, demokratik ve özgürlükçü bir dönüşümün, birlikte yönetimin de habercisi olabilir. Bu satırları yalnızca 7 Haziran genel seçimleri için değil, geçtiğimiz 12 Mart’ta gerçekleşen İstanbul Üniversitesi (İÜ) rektörlük seçimlerini düşünerek yazıyorum.
Sandıkların açıldığı saatlerde, üniversitelerin tümü için yeni bir ümidin doğduğunu iliklerimize kadar hissettik ve biliyoruz ki, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. 2015 genel seçimleri öncesinde parlamentoya girmek için görevinden istifa eden rektörlerden biri de İÜ rektörü Yunus Söylet idi. Söylet’ten boşalan koltuk için tıpkı rektörleri vazifesinden ayrılan diğer üniversitelerde olduğu gibi “şipşak” seçim yapılması kararı alınmıştı. Adayların nasıl bir üniversite tahayyül ettiklerini anlatabilecekleri, yönetim anlayışı konusunda üniversitenin diğer bileşenleriyle müzakere yapabilecekleri bir zaman aralığı mevcut değildi. Birçok akademisyende seçim tarihinin bu denli öne alınması baskın bir seçim yapıldığı izlenimini yarattı ve tepkilerin artmasına neden oldu. Bu şartlar altında İÜ’deki seçim yarışını açık farkla İÜ Demokratik Üniversite Girişimi’nin adayı Prof. Dr. Raşit Tükel kazandı.
Tükel’in seçim zaferi, salt İstanbul Üniversitesinin öğretim, idari kadroları ve öğrencileri için değil tüm yükseköğretim kurumları için çok önemli. Neden mi? Bu sorunun cevabını bulmak için hem üniversitelerin karşı karşıya olduğu yönetsel sorunlara hem de İÜ Demokratik Üniversite Girişimi’nin özgünlüğüne temas etmek gerekiyor.
İÜ’nün 18 yılına şahit olmuş ve hem öğrenci hem de öğretim üyesi olarak üniversitenin farklı dönemlerini yaşamış biri olarak uzaktan ve yakından çok sayıda rektör seçimini ve yönetimini izledim. Aralarında rektörlük binasından fakülte ziyaretine makam aracıyla gelen de vardı; akademisyenleri ve öğrencileriyle Yunanistan’ı fethedebileceğini düşünen de. Öğrencileri yerlerde çevik kuvvet elemanları tarafından sürüklenirken zevkle seyre dalan da vardı; merkez kampüsü fakültelerden arındırmak isteyen de…
Öğretim üyesi, öğrencileri ve idari personeli ile Türkiye’nin en büyük üniversitesinde rektör olmanın büyük bir güce erişmek olduğu yadsınamaz. Belki de bu nedenle görev yapan rektörlerin bir kısmı akademik kaygıları aşan politik hırslar ve vizyonlarla kendilerini gösterme telaşına kapıldılar. Üniversite yönetiminde birlikte karar alma ve danışma yöntemini benimsemektense kendilerine yakın olanların ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda hareket ettiler. Araştırma görevlileri başta olmak üzere akademik hiyerarşinin alt katmanlarında yer alan öğretim elemanlarına karşı çoğu zaman buyurgan ya da onların taleplerine karşı kayıtsız oldular. 50/d meselesi başta olmak üzere hak mücadelesi veren öğretim elemanları kendilerine sahip çıkan yönetimler yerine tepkileri kontrol etme adına vaziyeti idare eden yöneticilerle muhatap oldular. Muhalif öğrencilere karşı tahammülsüzlük, güvenlik birimlerinin uygulamalarını destekler nitelikteki beyanlar sıkça karşılaşılan pratikler arasındaydı. Kimi rektörler, birçok meslektaşları gibi sadece dekanlar, müdürler ve fakültede kendilerine yakın gördükleri isimler üzerinden ve onların merceğiyle akademik birimlere baktı. Altyapı konusundaki karar alım süreçleri de diğer karar alma süreçlerinde olduğu gibi merkezi ve aceleciydi. Bugün üniversite rektörleri, değişen yüksek öğretim anlayışına uygun olarak şirket yöneticisi pozisyonu almayı tercih ediyor ya da buna zorunlu kalıyor. Üniversiteler şirketleşince kâr ve rant ilişkileri de karmaşıklaşıyor; mikro alanlarda büyük çatışmalar ve ittifaklar cereyan ediyor. Elbette bu durumun ülkenin genel siyasi atmosferiyle bağı yadsınamaz. Siyasal iktidar üniversitelerin yönetsel birimlerinden kendi isteklerine uygun kadrolarla yine merkezi iktidarın ihtiyaçlarını karşılayacak politikalar yürütmesini bekliyor. Bu beklentinin dışında akademik kaygılarla tavır alabilen üniversite sayısı bir elin parmağını geçmiyor maalesef.
Kampüsleri aşan bir birliktelik
2012 rektörlük seçimleri sonrasında, yukarıda değinip geçtiğim başlıklar dahil olmak üzere üniversitenin sorunlarını takip etmek ve eşanlı olarak başka üniversitelerde yaşanan problemlerin çözümünde farklı demokratik kurumlarla eşgüdüm içinde çalışmak amacıyla İÜ Demokratik Üniversite Girişimi’ni kurduk. Prof. Dr. Raşit Tükel, 2012 seçimlerinde iyi bir oy oranıyla sandıktan ikinci çıkmış ve akabinde en yüksek oy alanın rektör atanması gerektiğine dair ilkeli bir tavrı savunarak YÖK’e gönderilecek isimler arasında olmamayı tercih etmişti. Bizler Raşit hocanın teşviki ve çabasıyla İÜ Demokratik Üniversite Girişimi’ne giden yolu beraberce inşa ettik. Sonrasında İÜ’nün ve genel yükseköğretim alanının sorunlarında aktif bir katılımla, kararların beraber alındığı, çözüm önerilerinin tartışıldığı ve her bir akademik birime ulaşma konusunda özenin gösterildiği yeni bir döneme girdik.
Kendi adıma çok heyecanlı ve umutlu bir başlangıç yaptığımızı hissediyordum. İÜ’nün temel sorunlarından biri olan tıp fakülteleri ile sosyal bilimler arasındaki ilişki noksanlığı bu süreçte yerini sıcak bir diyalog zeminine bıraktı. Sosyal bilimciler olarak biz ilk defa tıp fakültelerinden hocalarla samimi bir mücadele arkadaşlığını tecrübe ettik; zihnimizdeki birçok önkabulün bu esnada yıkıldığını gözlemledik. Tıp fakültesinden meslektaşlarımız da benzer bir biçimde sosyal bilimler alanındaki sorunlara nüfuz etme şansını yakaladı. Orman fakültesinden edebiyata, edebiyattan Cerrahpaşa’ya yeni dostluklar inşa edildi ki bu kurumsal kimliğin belki de ilk defa hakiki ve doğrudan ilişkiler ile yaşamımızın bir parçası haline gelmesi serüveniydi.
Herhangi bir seçim ajandası yapmaksızın, tabandan demokratik karar alma mekanizmalarını genişletme mücadelesi verdik. Tüm bu süreçte Raşit hoca, detaylı ve özverili bir çalışmayı bizlere ilham olacak şekilde yürüttü. Üniversitelerin sorunlarıyla yakından ilgili örgütlerle Raşit hocanın köklü ve güçlü ilişki kurma iradesi tabanda da karşılığını buldu. Kampüslerin duvarları adım adım aşılmaya başladı; bunun en güzel kanıtlarından biri Raşit Tükel’in adaylığının ülkenin birçok üniversitesindeki öğretim elemanlarından destek görmesi.
Birlikte yönetmek
Bu süreci ayrıntılı anlatmamın nedeni seçim sonuçlarının ötesinde, bir ilkeler birliği etrafında hareket eden çoğulcu ve etkin bir mekanizmanın işleyişine dair fikir vermekti. Akademia’nın işleyiş rutininden farklı olarak hiyerarşik değil yatay ilişkiler temelinde sadece sorunları tartışan değil ve fakat nasıl bir üniversite istiyoruz sorusuna da cevap arayan bir birliktelik hikayesi bu. Makro ve mikro ölçekte baskıların yoğunlaştığı bir dönemde, kimseyi ötekileştirmeden cesurca dayanışmanın motivasyonumuzu nasıl yükselttiğini beraberce gördük. Bu model, ülkenin özgürlük, emek ve demokrasi mücadelesi veren birçok bileşeni için de etkin bir örgütlenme ve işleyiş şekli sunuyor. Sandığa giderken birçok meslektaşımız Raşit hocanın seçilse bile Cumhurbaşkanı tarafından atanmayacağını dile getirdi. Onlara ilk cevabımız, öncelikli amacın demokratik bir biçimde en çok oyu almak olduğunu ifade etmekti. 1202 kişi kendi iradelerinin iktidarın diline pelesenk ettiği ifadeyle söylersek vesayet altına alınma ihtimaline karşı duraksamadan oy verdi. Bu kez çoğunluk, ‘sakıncalı’ çoğunluktu. Hegemonik siyasi diskurun sürekli marjinalize ve kriminalize etmeye çalıştığı kitle, üniversitede yalnız, edilgen ve çaresiz olmadığını oylarıyla beyan etti. Aynı zamanda bu çoğunluk, popülizmin ve pragmatizmin ötesinde bir çoğunluk inşa edilebileceğinin de göstergesiydi. Sürekli olarak sandık ve “milli irade” vurgusu yapan muktedirlerin, sandıktan istedikleri çıkmadığında kendileriyle çelişkiye düşmek pahasına ikinci ya da üçüncü gelen isimleri atadıklarını biliyoruz. Ancak bu durumun kabullenilemez olduğunu daha önce de açıkladık; bugün de aynı şeyi söylüyoruz. Seçim sonuçları Raşit Tükel’in ve demokratik, katılımcı mekanizmanın ne kadar önemli bir dönüşüm gerçekleştirebildiğine işaret ediyor. Sıkıştırılmak istendiğimiz dar alandan kurtulmak, umudu ve heyecanı demokratik değişim için itici güç kılmak adına çok büyük bir adım atıldı. Birçok üniversiteden, kurumdan ve kişiden gelen destek mesajlarının başlı başına bunun kanıtı. Raşit hocanın rektör olarak atanması için sadece İÜ’nde kendisine oy veren vermeyen akademisyenlere değil tüm akademisyenlere ve demokratik kamuoyuna görev düşüyor. Kampüste filizlenen umut tüm üniversitelerde ve ülkede özlemi çekilen özgürlük atmosferinin habercisi olacak.