İnsan yaşlanmak istemez. Yaşlanmak ne kelime, yaşlanmanın lafını bile duymak istemez. Bize sunulan “yaşama biçimi”, gençlik üzerine kuruludur. Her şeyin güzeli gençken yaşanır.
Hal böyle olunca insanlar da hep genç kalmak ister. Yaşlılığı önce (sözümona) “bilinmez bir gelecekte” olduğu için sözlük dışında bırakırlar. Sonra sonra da habire itelerler, sanki ite kaka yaşlanmayı durdurabilecekmişiz gibi…
Böyle dediğime bakıp da, benim farklı olduğumu sanmayın. Altmışımı geçtim, ama hala yaşlanmayı yakıştıramıyorum kendime. Kütüphanemde “yaşlanınca okurum” diye üst raflara kaldırdığım Simone de Beauvoir’ın Yaşlılık adlı kitabının kapağını açmadım daha!
İşte böyle bir haleti ruhiye içindeyken, İletişim Yayınları’ndan yeni bir kitap geldi. Wilhelm Schmid’in Sakin Olmak (Yaşlanırken Kazandıklarımız) adlı kitabı. Görüleceği gibi yaşlılık değil sakinlik ön planda. Bu yüzden hemen sırtımı çevirmedim.
Sonra baktım kimmiş bu Schmid diye. Alman bir felsefeci, benden de iki yaş küçük üstelik. O da altmışını yeni geçmiş. Oturmuş bu konuyla ilgili bir kitap yazmış. Üstüne üstlük Tanıl Bora kardeşimiz çevirmiş. Okumasam ayıp olacak dedim… Ve işte “yaşlılık” konulu ilk kitabı elime alıyorum (bu bir başlangıç, ama neyin başlangıcı dersiniz).
Wilhelm Schmid felsefeci ama öyle “bu adam ne diyor da ben hiçbir şey anlamıyorum” dedirten tarzında bir yazar değil. Sade, açık seçik, sohbet eder gibi yazıyor yazacağını.
Lafa önce itiraflarla başlıyor. Aynı benim gibi “ihtiyarlamak” sözcüğüyle nasıl soğuk bir ilişki içinde olduğunu söyleyerek. Ama ne çare ki insan bir yaştan sonra “ister istemez” bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyor. Yaşlılığa adım mı atıyorum yoksa? Yoksa adım atacağım yaşlılığa hazırlık mı bu? Ufukta görünen bu garip yaratık yoksa yaşlılık mı?
Schmid öncelikle bu tür endişelerden uzak durmamızı öğütlüyor. Birbirinin içine giren iki sözcük var yedeğinde. Sükunet ve sakinlik… Telaşa kapılmanın gereği yok, yiğitçe göğsünüzü yaşlılığa doğru açın demenin felsefecesi. Bunu elbette kibar kibar anlatıyor. Örneğin; “Yaşlanmanın doğal bir anlamı, bireyin, yaşam dalının eğilmekte olduğu gerçeğine yavaş yavaş alışması olabilir,” diyor.
Siz de bu kibarlık karşısında “eee tamam öyleyse,” diyerek; yelkenleri indirmeye başlıyorsunuz. Kitabını “bu kitap, gözlemlerden, tecrübelerden ve düşüncelerden hareketle sükunete giden 10 adımı bulma denemesidir,” diye tanımlıyor. Yani yazarın deyimiyle “diklenmeden, tahrik etmeden” gerçeği kabulleneceğiz… Görelim bakalım nasıl olacak?
Bu 10 adımı özetlemek kolay değil. Karmaşık değil de, pek içiçe. Adımları saymayı bırakırsanız anlatmaya çalışacağım. Önce yaşamın mevsimlerini elden geçiriyor. Çocuklar, gençler, yetişkinler ve yaşlılar için farklı farklı anlamlar taşır hayat. Her dönemde yaşamın hızı farklı algılanır. Hevesler, planlar, projeler dolu bir yaşam; pişmanlıklar, hayal kırıklıkları ve başarısızlıklarla dolu bir sona doğru evrilebilir. Tersi de olur ama pek seyrek…
Adımları kenara koyduk ya, kestirmeden söyleyeyim. Yazarımız bize aslında tek bir şey söylüyor benim kanımca: “Yaşlandığını itiraf et ve kabul et”. Sanki kolaymış gibi!
Kabulden sonra, bu istenmeyen misafirle nasıl birlikte yaşayacağımızı anlatıyor. Mesela “alışkanlıklarına sahip çık” diyor: “Yaşama sanatı alışkanlıkların bilinçli idaresidir aynı zamanda, alışkanlıklarda çoktan belirlenimini bulmuş bulunan bütün o şeylerin size yön göstermesine izin vermek.” Yani fazla çırpınma, kendini olayın gidişine bırak, hayatını sakinleştir, o gideceği yeri bilir. Gideceği yer sanki hayırlı bir yer!
“Hazların ve mutluluğun tadına var” bir başka bölümün başlığı. Artık habire yenilikler peşinde koşma, elinin altında bak ne keyifler var. Yediğinin tadına kokusuna yoğunlaş. Gezip dolaşmanın keyfini çıkar. Sohbet et, sohbet dinle. Bahçeyle uğraş, toprağı avuçla. Tamam bir gecelik aşklar geride kaldı, lakin hala “sakin sakin” sevişmenin mümkün olduğunu unutma.
Anlayacağınız yaşlılık dediğiniz Schmid’e göre sanki bir meditasyon. Mutluluk hapı almış gibi, yaşlılığın kollarına bırakıveriyorsun kendini. “O işini bilir” demek istiyor galiba!
Latife bir yana, eğer yaşlılığa adım atttınız ya da atacaksanız, elimizdeki kitap iyi bir rehber. Acılar ve mutsuzlukları nasıl bir kenara koyacağımızı; yakınlıkları arttırmak için “temas etme”nin ne denli önemli olduğunu, “sevgi ve arkadaşlık” kavramlarını nasıl yüceltmemiz gerektiğini hatırlatıyor bizlere.
Aslında elbette bunların hepsi yaşam sanatının ayrılmaz parçaları. Ama ne zaman yeteri kadar hayata geçirebiliyoruz, orası meçhul. Schmid “bari yaşlanınca bunları unutma” diye uyarıyor bizi.
Kitabın sona yakın bir bölümünün başlığı biraz abartılı: “Şen ve sakin olmak için kendini dinlemek”. Tamam zor zoruna sakin olmaya çalışmaya karar verdik diyelim. En azından deneyeceğiz.
Ama bir de tüm bunların yanısıra “şen” mi olacağız! Oh yaşasın yaşlanıyoruz mı diyeceğiz. Yazarımız bunu da şöyle açıklıyor: “Mizaha yatkınlık ve gülebilmek.” Eh mayanızda bu yetenek varsa sizden iyisi yok!
Kitabı bitirdim, son satırına kadar okudum. Demek ki artık yaşlandığımı kabul ediyorum. Karşıma geçmiş pis pis gülümsüyor, yaşlılık. Ona inat, yanına gidip, ellerini avuçlarıma alacağım, gözlerinin içine bakıp, “artık birlikte yaşlanacağız” diyeceğim. Sakin sakin… Yaşlanırken kazandığımz tek şey aslında bu: Yaşlılık! (GA/YY)
* Gökhan Akçura, DTCF Tiyatro Kürsüsünü bitirdikten sonra, aynı alanda öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1981 yılında üniversiteden ayrıldıktan sonra reklam ve senaryo yazarlığı, yayıncılık, editörlük, radyo programcılığı gibi işlerde çalıştı. İstanbul Devlet Tiyatrosunda dramaturg olarak görev yaptı. Akçura serbest araştırmacı ve yazar olarak çalışmalarını sürdürüyor. Tiyatro, sinema, günlük yaşam tarihi gibi konularda yirmiyi aşkın kitabı yayınlandı.
** Sakin Olmak/Yaşlanırken Kazandıklarımız, Wilhelm Schmid, çeviri: Tanıl Bora, İletişim Yayınları, Ocak 2015, 100 sayfa