Mayıs ayının başında, İngiltere'nin 400 yıllık geleneği olan Şair-i Azam (Poet Laureate) ödülü, ilk kez bir kadına, Carol Ann Duffy'ye verildi. Bu ödülü, edebiyat dünyası sakinlerine verilen diğer ödüllerden ayıran en önemli özelliği, ödülün kime verileceğine karar veren jürisi.
Şair-i Azam'in jüri üyeleri, İngiltere Kraliçesi, başbakanı ve halk. Tabii "halk" kesimi biraz şaibeli olsa da, jürinin sınıfsal, kültürel ve politik çeşitliliğine vurgu yapması bakımından önemli. Dolayısıyla Duffy şimdiden, "halkın ve Kraliçe'nin şairi" olarak adlandırılmış durumda.
Yalnız, şairin kendisi, bu pek mühim ödülü ve unvanı çok da önemsemiş görünmüyor. Örneğin, ödülü kabul etmiş olmasının nedenini, "bu ödülü verenlerin ilk kez kadın şairlerin şiirlerini de göz önünde bulundurmuş olmasının değerini anlatmak" olarak açıkladı.
Aslında Duffy, bu 400 yıllık geleneğin, şiirlerini dikkate aldığı ilk kadın şair değildi ama bu ödüle layık görülen ilk kadın şair olduğu için, söyledikleri anlamlıydı. Ayrıca, kendisine verilen, senelik 5750 pound gibi, ulusal çapta bir ödül kazanmış bir şair için sembolik sayılabilecek miktardaki para ödülünü de şiir yazımını teşvik etmek üzere kurulacak bir derneğe bağışlayacağını söyledi.
"İlk İngiliz kadın Şair-i Azam'ı bir lezbiyen"
Ancak, İngiliz tabloid basınını, Duffy'nin şiirlerinden ya da aldığı ödülden ziyade cinselliği ilgilendirdi. "İlk İngiliz kadın Şair-i Azam'ı bir lezbiyen" şeklindeki haber başlıkları, Duffy'nin lezbiyenliğini, kadınlığının önüne koyuyorlar, bir "ilk"liği, bir diğerinin önüne geçirerek, kendi içlerinde toplumsal cinsiyetin hiyerarşisini belirliyorlardı.
Tabii bu arada, Duffy'nin "ödülü, ilk kez kadınlara verildiği için kabul ediyorum" şeklindeki, 400 yıllık geleneğin cinsiyetçiliğini eleştirmeye yönelik açıklamaları da güme gidiyordu.
Duffy, BBC radyonun "Kadın Saati" programındaydı geçen hafta. "Lezbiyenliğinin bu kadar ön plana çıkmasından rahatsız olmadığını" söyledi. Ona göre, tüm deneyimler özel ve önemliydi. Tıpkı, hamilelik ve doğum gibi, kadınlara özgü deneyimlerin algıda ve düşünce dünyasında yarattığı farklılık gibi, lezbiyenliğin de hayata bakışa yansıması farklıydı ve bu durum, kendisi için ilham kaynağıydı.
Aslında bu tartışma, feministlerin gündemini çok görünür bir şekilde olmasa da, uzun zaman alttan alta meşgul etti. Bir tarafta, "şair" yerine "kadın şair", "yazar" yerine "kadın yazar" gibi, üretenin toplumsal cinsiyetine vurgu yapan adlandırmaların kullanılması gerektiğini savunanlar, diğer tarafta ise bu tür adlandırmaların "kadın şair"in karşısına "erkek şairi" koyacağını söyleyerek, ayrımcılığı körükleyeceğini söyleyenler yer aldı.
Aslında genel bir bakışla, kadınların üretemeyeceğini varsayan, ürünlerini görmezden gelerek onları tarihten de edebiyattan da dışlayan patriarkal sisteme karşı, "kadınlar vardır, lezbiyenler vardır" demenin bir yoludur "kadın yazar" ya da "lezbiyen yazar" ifadeleri. Bu kamplaşmada da, Duffy'nin argümanını ilk kutupta değerlendirmek mümkün.
Kadın cinselliğinin sömürüsü
Ancak, bu tür adlandırma durumlarında cinselliğe yapılan vurgunun sakıncaları da yok değil. Örneğin, tabloid basına malzeme olmuş "lezbiyen şair" tanımlaması, içinde taşıdığı politik eleştiriden tamamen soyutlanmış ve tam da kadın cinselliğinin sömürü merkezi konumuna gelmiş magazinin malzemesi haline getirilmiş olur. Bu nedenle, "kadın şair" ya da "lezbiyen yazar" adlandırmaları, ya kullanıldıkları bağlama göre amaçlarına ulaşırlar ya da tam tersi bir etki yaratırlar. Yani "lezbiyen şair" adlandırması, ancak bu adlandırmanın içinde taşıdığı eleştiri akıllarda soru işareti uyandırabilir ve heteroseksist patriarkaya karşı takındığı tavır göz önünde bulundurulursa anlamlı olur.
Tabloid basının kendisine malzeme ettiği adlandırmalar ise, cinsiyetçi dili yeniden üretmekten öteye gidemez. Aslında Duffy, bu konuda açık ve net, "benim için çok da mühim değil tabloidlerin cinselliğimle ilgili yazdıkları" diyor. Ben yine de bu sorunun yanıtının bu kadar basit olduğundan emin değilim. (EG/SÇ)