17-21 Kasım tarihlerinde gerçekleşen Genç Gazetecilerin Uluslararası Medya Forumu’na (International Media-Forum of Young Journalist) katılmak üzere Saint-Petersburg’daydım.
40’a yakın ülkeden gazeteciler, fotoğrafçılar, belgeselcilerin katıldığı kongrenin teması “Kültürlerin Diyaloğu”ydu.
Adresi ise Hermitage Müzesi.
Hermitage
Forum başkanı Ashot Dzhazoyan'ın moderatörlüğünde gerçekleşen forumların ve fotoğraf sergisinin adresi Hermitage Müzesi'ydi.
1764 yılında Çariçe II. Katerina tarafından kurulan müzenin yaklaşık üç milyon sanat eserine ev sahipliği yaptığı belirtiliyor. Dünyanın en büyük resim koleksiyonuna sahip olması, en çok tablo koleksiyonu bulunması nedeniyle Guinness Rekorlar Kitabında yer alması da diğer bilgiler.
Gazetecilik, kültür, baskılar
Açılış konuşmalarıyla başlayan ve üç bölümde gerçekleşen forumlarda pek çok katılımcı ve çeşitli kurum temsilcileri söz aldı.
Müzenin Genel Müdürü Mikhail Piotrovsky, Forum’da yayınlanan videosunda IŞİD’in saldırılarından söz ederek bunların insan hayatının yanı sıra insanların hatıralarına ve kültürel hafızaya da zarar vermeyi amaçladığını söyledi. Müzelerin hatıraları korumak ve geleceğe taşımak için önemli olduğuna işaret etti.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (OSCE) Basın Özgürlüğü temsilcisi Dunja Mijatovic de kültürü bilmeden gazetecilerin işlerini iyi yapamayacağını belirtti.
Terör saldırıları onun da gündemindeydi. Bu saldırılara karşı güvenliğin sağlanması için çaba harcanırken insan haklarına ve basın özgürlüğüne dokunulmaması gerektiğine dikkat çekti.
Gazetecilerin tehlike altında olduğunu, Rusya’da da durumun çok sağlıklı olmadığını anlatan Mijatovic’in notlarıma yansıyan tavsiyeleri ise “Mesleğiniz için mücadele edin”, “En önemli şey güvende olmanız” ve “Gazetecilik önemlidir, vazgeçmeyin.”
Türkiye’de basın?
Sunumlarda Mijatovic’in anlattıklarını destekler farklı ülkelerden örnekler verildi. Sunumlar ve soru cevaplar sırasında Türkiye’nin adı belki iki yerde IŞİD’in de yer aldığı cümlelerde geçti.
Türkiye’deki basının durumunu anlatmak da bana düştü. BİA Medya Gözlem Raporu’ndan verilerle Türkiye’de medyanın durumunu ve bu ortamda gazetecilik yapmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalıştım.
Belli ki bu durum Türkiye ile sınırlı değildi ve kendimizi korumak ve işimizi yapmak için her dilde “Basınım” diye bağırmayı öğrenmek bir alternatif olabilirdi ama kesin olan şey gazeteciler arasında, özellikle genç gazeteciler ve özellikle genç kadın gazeteciler arasındaki dayanışmanın gerekliliğiydi.
"Erdogan?"
Aslında asıl “Kültürlerin diyaloğu” kapı önlerindeki sigara molalarında başladı. (Rusya’da sigara içen insanın az olduğunu düşünürken, ikinci günde nedenini anladım, bina içlerinde sigara içecek yerler yok ve dışarısı çok soğuk)
En çok karşılaştığım soru “Erdoğan hakkında ne düşünüyorsun?”du.
“Erdoğan’ın görevinin başbakanlık mı cumhurbaşkanlığı mı olduğu” sorusu da bunu izledi. Konuştuğum herkes Türkiye’de hükümet işlerinin Erdoğan tarafından yönetildiği fikrindeydi.
Ve “Erdoğan” ismi dünyanın pek çok yerindeki gençler için iyi şeyler ifade etmiyordu.
“Sınır tanımayan” sorunlar
* Serginin açılışındaki kısa konuşmasında Dzhazoyan kadın fotoğrafçıların çalışmalarına vurgu yaptı.
Aslında benzer sorunlar her yerde vardı. Ve özellikle eğer kadınsan hangi ülkede yaşadığın çok fark etmiyordu. Türkiye'de muhabir olma halini sokaklarındaki protestolar, anmalardan ve gazetecilerin bunları izlerkenki koşullarından karelerle anlatmaya çalışan fotoğraflarla katıldım.
TIKLAYIN: UZAK UZAK ÜLKEDE BİR MUHABİR VE ALTI FOTOĞRAF
Benim çektiğim fotoğrafların yanı başında Mısır’dan bir kadın fotoğrafçı; Eman Helal’in tacize dair, bakınca bile beni rahatsız hissettiren fotoğrafları vardı.
Viyana’dan Michèle Pauty, şehir meydanlarında kadınların çıplak olduğu fotoğraflarıyla hem tacize hem de standart güzellik algısına karşı kadınların sesini duyuruyordu.
Diyaloglar ilerledikçe konular genişledi ve açıkçası kimse dünyanın gidişi hakkında çok da iyimser değildi.
Sınırların ötesinden tanıdıklık
Buna karşın iyimser olmak için de sebepler var.
Türkiye’den geldiğimi öğrenince, önce benim ne düşündüğüme dair fikir edinmek için sordukları soruların ardından, belki de cevaplarım güven verince, Ermeni olduğunu anlatan başka başka ülkelerden insanlarla tanıştım.
Soykırım’ın ardından evlerinden uzaklardaki bambaşka ülkelere gitmek zorunda kalan ailelerin üçüncü kuşağından yaşıtlarım insanlara Kamp Armen’i, direnişi, birlikte mücadeleyi, onca yıllık suskunluğun ardından Ermeni gençlerin seslerinin nasıl duyulduğunu ve Kamp Armen’deki zaferi anlattım.
Birlikte iyi hissettik. Yalnızlık duygusu uzaklaştı.
Sesini duyurmak
Sınırlarından ilk kez ulaştığım ülkeye döndüğümde sokağa çıkma yasakları sürüyor, bir gencin cenazesini karşılamak bile mutluluk sebebi olabiliyor, ölümler “Bir kişi daha” diye haberleştirilmeye devam ediyor.
Sesini duyurmak her zamankinden daha önemli oluyor. önce yanıbaşındaki sesini duysun istiyorsun ama bazen yanındaki duymazken çok uzaktan duyuluyor sözlerin.
Petersburg’a benimle gelen fotoğraflarda Hrant Dink’in, Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın, polis şiddetiyle karşılaşanların, gazetecilerin, barış için ses çıkaran kadınların sesi vardı.
Ve şimdi, bu yolculuktan sonra, sesimizi duyacak daha çok insan var. (BK)