2013'ün ilk ayının elbette siyasal manada en önemli "umudu" Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmelerden sonra barış ve müzakere sürecinin yeniden başlaması heyecanı ve bu umut verici gelişmenin önünü kesmeye isteklilerin PKK'li üç Kürt kadın siyasetçinin gaddarca katledilmesi idi.
Ama bu genel ve kamuoyunca aşikâr ayan beyan gelişmelerin gerisinde kalan ve kimilerince eski tabirle gazetelerin üçüncü sayfasına malzeme olacak aşağıda paylaşacağım iki haberin okumasının yeterince yapılmadığına ve bunlar üzerinden bir perspektif oturtulması gerektiğini düşünüyorum.
Haberlerden ilki şu: Van'ın Başkale ilçesinden Ankara'ya gitmek üzere bir araç görevlendirilir. "Adli Emanet deposundaki uyuşturucu numunelerinin Ankara'ya sevki" amaçlıdır aracın tahsisi. Araç yol güzergâhında Kırşehir civarında arıza yapar. Servise gitmek durumunda kalır araçtakiler. Dikkatli servis görevlilerinin polisi haberdar etmeleri üzerine aracın bagajında uyuşturucu numunelerinin dışında paketlenmiş vaziyette fazladan uyuşturucuya rastlanır. Araçta bir hâkim, bir savcı, bir jandarma uzman çavuş, bir yazı işleri müdürü ve bir şoför vardır. Haberin takibini yapan basın mensuplarının yazdıklarına göre hâkim ve savcının sonradan "seminer görevi" nedeniyle Ankara'ya gittiklerini beyan etmeleri, hatta aynı ekip içinde görevli olduklarını dile getiren "sonradan düzenlenmiş" evraklara rağmen olayın vahameti dikkatli bir yargı görevlisinin hassasiyetiyle yargı sürecine intikal eder.
İkinci haber ise Diyarbakır'dan: Gecenin geç bir vakti Dicle Üniversitesinin bir bölümünde yatan hastalarının ziyaretine ikisi kadın, biri polis, diğeri de uzman çavuş dört kişi gider. 84 yaşındaki yakınlarının odasında görevli hemşirenin, hastanın sağlığı açısından ziyaretin olumlu sonuç doğurmayacağı uyarısı üzerine, hemşireyi beyin travması geçirecek kadar saçlarından sürüyerek dövmeleri ve güvenliğe haber verilmesi sesleri üzerine "çağırın bakalım, biz de polis ve askeriz, güvenlik biziz" diyerek alenen gözdağı vermeleri.
Aslında iki olay da çıplak haliyle Kürt coğrafyasındaki otuz yıllık travmatik halin gündelik hayata, sokağa yansıyan yüzünün çıplak görüntüsü.
Evet, kesindir ve doğrudur. Kürt Sorununun siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel boyutlarıyla çözümüne ihtiyaç duyulan acil müzakere ve müdahale hali vardır. Bu üzerinde mutabakata varılmış bir ruh halidir. Ama bir başka reel hal de vardır ki; "mesele"den kaynaklı, gündelik hayatın bölgede görev yapan kamu görevlilerinin "vahşi düzen"inin sür(dürül)mesinden kaynaklı etik değerleri hiçe sayarcasına demokratik düzende suç sayılan "iş"leri meşru imiş gibi varsaymaları, yaşamaları, yaşatmaları meselesidir. Hatta bu yasal olmayan ama alışılmış yaratılmış meşruiyeti doğalmış gibi sürdürmekte ısrarları! İşte meselenin bam teli sanırım burası.
Bu sebeple yıllar evvel bir Kürt bilgesi Ankara'dan her "şefkat" sözü dillendirildiğinde çok haklı olarak diyordu ki; "Ankara'nın şefkat söyleminin zerre kadar anlamı yok. Mesele Diyarbakır'ın, Batman'ın, Hakkâri'nin sokağındaki kamu görevlisinin davranışıdır. Eğer o kamu görevlisi seni kucaklayayım diye kaburganı kırıyor kafanı gözünü yarıyor hatta yok ediyor ve hakkında da hiçbir işlem yapılmıyorsa! Edilen sözlerin Ankara garından öte kıymeti harbiyesi yoktur."
"Şeytan, ayrıntıda gizlidir" diye bir tabir var. Eğer gündelik hayatta insana değen noktalarda devlet adına güç ve otorite kullananlara devletin gücü değmiyorsa onlar sistemin devasa gücünü kullanarak şahsi ve grup güçlerine güç katıyorsa siz istediğiniz kadar sorunları siyasal manada çözmek için büyük laflar edin, muhteşem yasalar çıkardığınızı dillendirin, anlamı olmuyor. Uyuşturucu ticareti, ya da gasp, çete örgütlemek, herkesin gözü önünde devletin verdiği yetkiyi adeta gasp edercesine insan darp etmek eylemleri sıradan ve "olabilirliği olan vakalar" gibi insan teki tarafından kabul görüyorsa asıl tehlike ordadır. Çözülme ve kokuşmuşluk ordadır. Belki aslı oradan müdahale etmek ve başlamak en doğrusudur. (ŞD/EKN)