Yargı süreci: Çete oluşturdular!
Susurluk davasının nasıl sonuçlandığını artık bilmeyen yok; "Korkut Eken de içinde olmak üzere, devlet olanaklarından yararlanan bir grup, menfaat elde etmek için bir silahlı organizasyon, çete oluşturmuşlardır ", diyor hüküm. Cezayı da buna göre tesis ediyor. Hüküm kesinleşiyor.
Medya, "yeniden yargılama" tartışması başlattığında, meslekten hukukçuların ikiye bölünmesi, hukuk eğitimi alan biri için çok şaşırtıcı olmamıştır sanıyorum. Gerçi medya, yargılamanın yenilenmesini değil, yasa yolundan kararın bozulmasını umut ediyordu ama Yargıtay Başsavcılığı Eken'in "karar düzeltme" yasa yoluna başvurusunu reddetti.
Gerçekten de, olağan yasa yolları dışında, ceza usul hukukunda, "yargılamanın yenilenmesi" mümkün. Bunun için, "sonradan ortaya çıkan bariz bir hata"nın varlığı gereklidir. Üstelik, hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi söz konusu olduğunda, zamanaşımı yoktur. Olağan kanunyoluna başvuru hakkı olan herkes (sanık, savcı, müdahil) yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabilir.
Burada sorun, medyanın başlattığı kampanya ile birlikte ortaya çıkan generallerin açıklamalarının böyle bir "bariz hata"nın varlığını ortaya çıkarıp çıkarmadığıdır. Benim, meslekten hukukçu olarak görüşüm, evet, yargılamanın yenilenmesine ihtiyaç olduğu yönündedir . Nedeni çok basit: Generaller, açıkça ve alenen, çetenin bilgileri dehilinde olduğunu ("Herşeyden haberimiz vardı" demek suretiyle) bir kısmı da, tevil yoluyla ikrarda bulunarak ("Eken, emir dışına çıkmayacak bir askerdir" demek suretiyle) emri kendilerinin verdiğini söylemişlerdir. Bu, yargılamanın yenilenmesi nedenidir. Zira hüküm, Eken ve arkadaşlarının "kişisel menfaat sağlamak amacıyla" ve dolayısıyla "devlet görevi olmasızın" çete oluşturdukları yönündedir. Generallerin açıklamasının hükmü esastan etkilediği ortadadır.
Gönül isterdi ki, bu durum, pozitif hukuk bakımından da, hükümlü lehine değil de hükümlü aleyhine bir yargılama nedeni olsaydı. Ama, öyle de görünmüyor.
Ajan-provokatörlük: Cezalandırılmazlık nedeni
Suç oluşmakla birlikte, suçu ortadan kaldırmayan ancak "cezalandırma"yı engelleyen bazı haller vardır, ceza hukukunda. En çok bilineni, "meşru müdafaa"dır. Bunlardan biri de "yetkili merciin emrini ifa"dır. Generaller emrin varlığını ortaya koydular.
Bir çok ceza hukuku kitabında olmasa da bazılarında, "ajan-provokatörlük" de, "yetkili merciin emrini ifa" başlığı altında bir cezalandırılmazlık nedeni olarak sayılmaktadır. Burada tek sorun, ajan-provokatörlüğün sadece, bir suç örgütünün içine ajan olarak girmeyi mi içerdiği, yoksa Eken'in de dahil olduğu çetenin faaliyetleri türü faaliyetleri de kapsayıp kapsamadığıdır. Buna karar verecek olan da tabii ki, mahkemedir. Fakat, elimizde, hukuken kesin bir ölçüt var. O da Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun somut olayla ilgili kararıdır. Bu karar, yasa etkisindedir ve açıkça, bu tür faaliyetleri suç saymaktadır. Dolayısıyla, "yargılanmanın yenilenmesi" sanık lehine bir nedenle olmakla birlikte, yeniden yargılama sırasında, emri verenler de sanık sandalyesine oturmak zorunda kalacaklardır. Böylece, piyonların değil, gerçek suçluların yargılanması için bir yol açılmış olabilir.
Hukuk: Kim için?
Geçenlerde, bir Fransız romancının İnternette dolaşan bir "sol iktisatçılar" eleştirisini okudum. Mealen aktarırsam, kabaca diyordu ki, "bu iktisatçılar, IMF'yi hep başarısız buluyorlar ama merak ediyorum, IMF'nin varlık nedeni ne ki... Bu varlık nedeni, uluslararası sermayenin çıkarları değil mi? Bu temelde, IMF politikalarının başarısız olduğunu söylenebilir mi? Aksine, çok başarılı..."
Şimdi, aynı şeyi solcu hukukçular için söylememiz gerekiyor. Hukuk, kim içindir? Özel mülkiyet temelinde kurulu kapitalizmi korumaya işlevlidir, hukuk... Elbette, sınıf mücadelesi içinde, işçi sınıfı bazı kazanımlar elde edebilir, bazı demokratik ve sosyal haklar hukuksal çerçeveler içinde yer alabilir, ama nihai olarak hukukun işlevi değişmez, bu sınıf bağımlı bir işlevdir, mevcut düzeni koruma işlevi... O yüzden, "ajan-provokatörlük" bir cezalandırılmazlık nedenidir; o yüzden, "generaller yargılanamaz", bırakın yargılanmayı, "ifadeleri bile alınamaz"; o yüzden, "dışarıdaki burjuvaların içeridekilerden farkı olmadığı bilgisi, yüksek sesle yayılınca, derhal içerdekiler de salıverilir"... Solcu hukukçular, mevcut rejimin hukukunu değil, evrensel adalet, özgürlük ve eşitlik ilkelerini kerteriz alıp, düşünmek zorundadırlar . Aksi, IMF'yi başarısız bulan sol iktisatçılar gibi, kendilerini gülünür duruma düşürmekten ötesi olmuyor. Bu iyi yorum, bu yorumun bir adım ötesi, kapitalizme güvenme, onun demokratik (demokratik bir "hukuk devleti") olabileceğine inanma göstergesi olur ki, hiçbir meslektaşımı, burjuva mahkemelerini başarısız buldular diye, böyle eleştirmek istemem. Ama onlara şunu açıkça söylerim, bence mahkemelerimiz çok başarılılar. Öyle olmasa idi, mesela ben, sadece ve sadece üniversite kampüsü içinde basın açıklaması yapmış olan bir öğrencinin, dosyada mevcut, ikrar da dahil başka hiçbir delil olmaksızın, Türkiye'de mevcut bütün (!) sol yasadışı örgütlere yardım ve yataklıktan aldığı 3 yıl 9 ay cezayı temyiz etmekle yüz yüze kalmazdım.
Bu yüzden, Eken'in "yargılamanın iadesi" talebinde bulunması yerinde olacaktır . Generallerin celple mahkemeye daveti, mahkeme heyetinin soruşturmayı genişletip genişletmeme konusunda karar verememesi, iddia makamının, iddianamesini değiştirip değiştirmeme konusunda karar vermek zorunda kalması, Musa Anter'in, M. Sincar'ın, Hizbullah mağdurlarının avukatlarının müdahale talebinde bulunması, bütün bunlardan bunalan mahkemenin, muhtemelen generalleri tanık olarak dinlemekle yetinmesi, müdahale talebini reddetmesi ve biraz da namus meselesi yüzünden Eken'in "yargılamanın iadesi" talebini redderek "başarılı" bir yargılama yapması çok ama çok yerinde olacaktır. Ama Eken, bu talepte bulunmayacaktır; bunu en baştan söylemişti, "ben konuşsam çok şey olur ama susuyorum" diye... Ne olacağı açık değil mi? Ne olduğunu Generaller söylediler .
Yasal-meşru totalite mahkum olur mu?
Mesele basittir. Hiçbir mahkeme, yasal-meşru dayanağını oluşturduğu tüzel toplam olan devleti mahkum edemez . Bu kendi varlığını da mahkum etme anlamına gelir. Susurluk davasında, sanık, ne Eken'dir, ne de generallerdir, sanık herkesin bildiği ama söylemekten çekindiği üzere, yasa-meşru dayanağın kendisidir. Çiller'in ağzından çıkan "ya bitecek ya bitecek", bir iradenin dışavurumuydu, ve bu irade hiç değilse, Milli Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu'ndan ayrı düşünülemezdi. Eken ve diğerleri bu iradeye uydular. Abdullah Öcalan'ı yad ellerde yakalayıp getirenler gibi... görev ifa ettiler. Ertuğrul Özkök, boşuna yazmadı; "dağda iken kahramanlarımız olanlara, dağdan inince de sahip çıkmalıydık" diye...
O yüzden, hiçbir mahkeme, daha iyi bir karar veremeyecektir; hiçbir savcı daha iyi bir iddianame yazamayacaktır. Ama bize düşen, Eken'in yargılamanın iadesi hakkı olduğunu açıkça söylemektir. Sanık, Eken değildir çünkü, sanık bu yasal-meşru totalitedir. Bu yasal-meşru totalitenin, evrensel adalet, özgürlük ve eşitlik ilkeleri bakımından, hiç de meşru olmadığını karar altına alacak bir mahkemenin (halkın vicdanı dışında) olmadığı açıktır, ama buna inananların belki inançları sarsılır.
Belki, birileri de, "sahi, devlet nedir?" diye sorar. "Bu devletin ekmeğini yiyenler, ekmek yedikleri yerden kurşun da yerler" gibi absürd cümlelerin popülerliğinin altında yatan gerçeği, ekmeği üretenin kendileri olduğunu, bu yasal-meşru totalitenin kendi ürettikleri ekmeğe birileri adına el koyduğunu, sonra onları, doğrudan sermaye transferi ile o birilerine (burjuvalara) aktardığını ve onların düzeni sürsün diye çete beslediğini görür.
Büyük çoğunluk, bunları görmeden, ne adalet, ne özgürlük ne de eşitlik tarihin olanak hanesine yazılabilecektir.
O yüzden, bütün bu tartışma içinde düşünürken, meslekten hukukçu da olsa, solcunun, "sahi, devlet nedir?" diye sorması gerekir.