medya takip merkezi'nden gelen mesajın ekindeki "doktora şiddetin oranı arttı..." başlıklı dosyanın içeriğini okuduğum sırada, dr. ersin arslan'la ilgili yazdığım yazıda sağlıktaki şiddet olgusuna "medyanın" etkisini yeterince ele almadığımı ve bunu da irdelemem gerektiğini düşünüyordum.
gönderilen bilgi notunda merkezin son iki yılın ilk dört ayını karşılaştırdığını ve sonuçta yüzde 156 oranında bir artış saptadığı yazılıydı. yaptığım yazışmayla bana yollanan aynı döneme ait 188 haber/yoruma göz attıktan sonra şiddete medyanın etkisini mutlaka gözden geçirilmesi gerektiği kanısına vardım.
medyanın da sıklıkla tekil örnekler olarak yansıttığı sağlık hizmeti sırasında yaşanan şiddet olguları tek yönlü değil, çok yönlü ve çok taraflıdır. bunları şöyle sıralayabiliriz:
* sağlık hizmetinden yararlananların, yani hasta ve yakınlarının (a) sağlıkçılara ve (b)sağlık kurumlarında çalışanlara ve zaman zaman da (c)birbirlerine yönelen şiddet uygulamaları;
* sağlık çalışanlarının ve sağlık kurumlarında hizmet verenlerin (a) hizmetten yararlananlara ve yakınlarına; (b) birbirlerine (özellikle hiyerarşik olarak daha üst düzeyde olanların daha alt düzeyde olanlara daha fazladır, bu bağlamda "mobbing" uygulamaları da bu kapsam içinde değerlendirilmelidir) yönelen ve içinde doğrudan ya da dolaylı şiddetin olduğu tutum ve davranışlar,
* başta kolluk görevlileri ve yöneticiler olmak üzere çeşitli düzeylerde kamu personelinin hem (a) sağlık hizmetinden yararlananlara, hem de (b) hizmet verenlere yönelik "şiddet" uygulamaları.
dikkât edilmesi gereken iki nokta daha vardır: ilki bunların hepsinin "fiziksel şiddet" biçiminde olmadığı, sözlü ve hatta "pasif şiddet" olarak tanımlanan uygulamalar şeklinde de yaşandığı gerçeğidir. ikincisi ise hizmetin gerçekleştirilmesi sırasında "güvenlik", "rahatlık", "kolaylık", "daha fazla teknolojik olanakların kullanılması", "modernlik" vb. yardımcı unsurların ilişkilerdeki insani boyutu giderek yoğunlaşan bir şekilde ortadan kaldırılması ve hizmet sürecinin mekanikleşmesidir.
hizmetten yararlananlara yönelik "görünmez şiddet"
sağlık alanında hizmet alanların bu süreçteki kayıplarına ilişkin kesin ve net veriler de yine kamu otoritesi tarafından doğru biçimde sunulmamaktadır. bunların bazıları öz itibariyle "şiddet unsuru" içermenin ötesinde, aslında "şiddete yönelmenin" de nedenlerinin başında gelmektedir.
bunu da ayrıntılarıyla irdelersek şu noktalarda sorunların ve bundan doğan fiziksel ve psikolojik zararlar yaşandığını söylenebil:
* kişisel ya da kurumsal herhangi bir nedenle sağlık hizmetine ulaşamama/erişememe,
* gereksinilen sağlık hizmetlerinden zamanında, etkin bir şekilde ve nitelikli olarak yararlanamama,
* hizmet sırasında yaşanan eksiklik, özensizlik, dikkâtsizlik, kurallara uygun davranmama,
* hizmetle ilgili ilişkilerde yaşanan olumsuzluklar,
* tıbbi kötü uygulamaların gerçekleşmesi,
* bilimsel risk sınırları içinde ortaya çıkan komplikasyonlar.
şiddet "iş kazası ya da meslek hastalığı" mı?
sağlık alanında yaşanan şiddet olgularına ilişkin gerçek verileri bilmiyoruz. şimdiye kadar sağlık çalışanları ve sağlık hizmetinden yararlananlarla ilgili "anket" şeklinde yapılmış çeşitli çalışmalar var. ancak bunların gerçek durumu gösterdiği ileri sürülemez. çünkü seçilen örneklemler, onların özellikleri, soruların soruluş biçimleri ve verilen cevapların doğuracağı sorumluluk ve yükümlülükler bu çalışmaların "doğru"lukları konusunda tartışmayı gerektirmektedir.
iş yerleri ve çalışma ortamlarında yaşanan kaza ve meslek hastalıklarıyla ilgili saptamalarda bulunan sosyal haklar derneği "28 nisan dünya iş sağlığı ve güvenliği günü" nedeniyle yaptığı bir açıklamada, medya taraması yoluyla kendi saptadıkları verileri sundular.
buna göre 2011 yılında iş kazalarında 641 çalışanı yaşamını yitirmiş; 668 çalışanı ölümcül derecede ağır yaralanmaya maruz kalmış; 2166 çalışan da ölümcül olmayacak şekilde yaralanmış.
dernek verilerine göre, bu rakamlar önceki yıla göre % 15 oranında bir artış gösteriyor.
"iş kazalarının" sektörlere göre dağılımı irdelendiğinde de "kamu sağlığı" ile ilgili konularda 6 ölüm, 10 ağır yaralanma, 57 de yaralanma olgusu gerçekleştiği belirtiliyor.
bir sivil toplum örgütü olarak ikinci elden kaynaklara dayanılarak ortaya konulan bu rakamların doğruluğu tartışılabilir. ama sanırım onların doğruluğunun tartışılmasından daha önce tartışılması gereken bu konudaki "doğru veriler"in yetkililer ve sorumlular tarafından sunulmaması ve ortada olmamasıdır.
şiddet olgularının kaydı yapılıyor mu?
tüm şiddet olgularını içermese de, en azından anketlerde saptananlara göre daha gerçekçi olan bu verilerin çeşitli yerlerde "resmi" kayıtları olduğunu düşünüyorum. dolayısıyla "şiddet"in gerçek boyutu aslında büyük ölçüde bilinmektedir. o zaman sorun bunun kamuoyuna sunulması halinde ortaya çıkacak sonuçtan korkulması, bunu açık etmekten çekinilmesi olmalıdır. kuşkusuz bu anlaşılır olsa da kabul edilebilir bir durum değildir.
bundan hem sağlık çalışanlarının, hem de sağlık yöneticilerinin gerçeklerden korktukları sonucunu çıkarıyorum. çünkü yukarıda belirttiğim kapsamda dikkâtle izlenip kaydedilecek şiddet olgularının tüm hizmet modelini, bunun uygulanma biçimlerini ve ayrıca da uygulayıcılarla, hizmetten yararlananların tutum ve davranışlarındaki olumsuzlukları ve yanlışları ortaya çıkaracaktır.
bunların tümüne ilişkin ayrıntılı veriler ve bunlardan çıkarılmış "doğru" bilgiler olmadığı için hem hizmetin verildiği kurumlara, hem de aynı kurumlardaki değişimlere ilişkin veriler olmadığında net kıyaslamaların yapılması olanaksız hale gelmektedir.
"şiddet"in gerçek boyutu somut olarak ortaya konulmayınca bunların gerçek nedenleri, bu nedenlerin etki dereceleri ve sorumluları anlaşılamamakta ya da görünür kılınamamaktadır. sonuçta ise hem durum sürekli yaşanmakta ve muhtemelen giderek artan sıklıkta tekrarlanmaktadır.
doğal olarak bir diğer sonuç mağdurların mağduriyetleri ve karşılaştıkları zararlar karşılanamaması ve sorumlu ve suçluların gerçek anlamda yaptırımlara maruz kalmalarının etkisiyle ortaya çıkan "adaletin gerçekleşmediği" duygusu ve kurumlarla kişilerin birbirlerine yönelik güvensizlikleri gündeme gelmektedir. bir konuda duygu olarak hissedilen "adalet"le gerçek adalet arasındaki makas açıldıkça, orada mağdurların "kısas" mantığı ile hareket etmeleri kaçınılmazdır ve bunun yaşanması da ne yazık ki "polisiye" tedbirlerle engellenememektedir.
böyle bir ortamda resmi ve gerçeklere dayanan veriler olmadığında, tekil örneklerden hareket ederek gerçekliğin ortaya konulmasından daha doğal bir şey olamaz. o zaman da tekil olayların genelin bir göstergesi olduğu sanısı toplumca benimsenir.
medyanın etkisi
tekil olayların ve örneklerin topluma yaygın olarak aktarılmasının temel aracı bilindiği gibi medya ve basındır. yapılan haberler ve olaylara yönelik yapılan yorumlarla şiddet "toplumsallaştırılmaktadır."
basın bu tür olayları doğrudan yaşayanların ve tarafların aktarımlarıyla, onlara dair değerlendirmelerle ve bu konulardaki resmi makamların değerlendirme, vargı ve kararlarıyla sunmaktadırlar.
olayın sonuçlarından hareketle önem derecesine göre "mağdur"lardan yana tavır alma tutumu basının sıkça karşılaştığımız tutumudur. "popüler" olan her durumda medya "toplumun ortalamasının tutumu ne ise o doğrultuda bir yayıncılık" yapmaktadır ve bu genel/değişmez bir yaklaşımdır.
benimsenen ortalama tutum, değişmez ilkelere ve doğru temellere dayanmamakta, somut irdelemeler ve değerlendirmelere göre değil, sıklıkla ön yargılara ve genel eğilimlere göre şekillenmektedir.
medyanın yayınlarında "taraf" olması öncelikle olayların sunuluş biçimlerini ve kullanılan ifadelerinde ortaya çıkmaktadır. genellikle manşet ve spotlarda yer alan bu ifadeler, çoğu zaman bir "yargı"yı ifade etmektedirler.
yapılan yayınlarla bu yargılar toplum tarafından da hemen benimsenir, paylaşılır ve çoğaltılır, giderek bir "ön yargı ve inanç"a dönüşür. bu noktaya gelindiğinde artık sonuç tekil olayla ilgili değil, o alandaki bir olguyla ilgili hale gelir.
bu süreçte ikinci önemli yaklaşım biçimi, yayın organlarının kendi "politik" konum ve tavırlarıyla, iktidarla olan ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. olayların sonuçlarındaki "yargı"lar bu nedenlerle de gerçeklerden uzaklaşabilmekte ve değiştirilerek (manipule edilerek) verilebilmektedir.
hangi etken belirleyici olursa olsun sonuçta haberin manşetinden, spotuna, resim ve resim altından ara başlığına, haber içindeki unsurların metin içindeki sıralanışı ve vurgulanışına sıralanışına kadar hemen her şey bu "yargı"yı şekillendirmektedir.
sonuçta ortaya çıkan haberde, her ne kadar olay tekil ve özgül olsa da, bunları sağlayan ögeler geri plana düşer, "kimlikler ve kişisellikler" kaybedilir, unutulur ve ortaya "tipler", "roller", "kategoriler" ve "taraflar" ortaya çıkar.
bu yargıların yeni "kriz" anlarında bir eyleme dönüşmesi kaçınılmazdır. bu haberlerin etkileri ancak benzer bir durumun yaşandığı sonraki örneklerde yeniden üretildiğinde gözlemlenen sonuçlarla anlaşılabilir.
gerçeği görünür kılmak için
medya takip merkezinin 2012'nin ilk dört ayında yaygın ve yerel medyayı tarayarak "doktor cinayetleri" çerçevesinde listeleyip, kupürlerini gönderdiği 188 haber/yorum yazının bu unsurlar açısından değerlendirilip yorumlandığı bir bilimsel çalışmanın yapılması halinde bu varsayımların doğrulanması büyük olasılıktır.
sağlık alanı dışında bazı konularda, örneğin, spor ve eğitim alanında medyanın şiddet olgusuna etkisi konusunda bazı çalışmalar var. bunların bazıları mevcut sonuçları analiz eden daha dar alanda olsa da daha net bilgiler veren çalışmalara rastladım. ancak sağlık alanında benzer örnekler ne yazık ki yok.
medyayla ilgili yapılar da, ne de sağlık ve sağlık yönetimi alanının kurum ve yapıları da bu tür değerlendirmeleri yeterince etkin bir şekilde yapmıyorlar. bilimsel kurumlar da gereken ilgiyi göstermiyorlar. dolayısıyla sağlık alanındaki şiddet konusunda medyanın tutum ve davranışlarının daha yakından ve ayrıntılı irdelenmesi bir somut görev olarak önümüzde duruyor. (ms/hk)