Son dönemde sağlık alanında yapılan ya da yapılacağı söylenen değişikler için çevremdeki insanların kısa ve öz tepkilerinden küçük bir derleme yaptım. Başlık ve spottakiler bu tepkilerin "veciz" ifadeleri. En sonuncusu ise bana ait. Öncekileri art arda sıralayınca, serbest çağrışımla sonuncu da kendiliğinden çıktı!
Bu tepkileri doğuran gelişmeler nelerdi derseniz, kasım başından bu yana medya aracılığıyla kamuoyuna yansıyan bazı haberlerde sıralanıyor:
İlkini geçen hafta yazdım, 2 Kasım'ı 3 Kasım'a bağlayan gece yayınlanan 663 sayılı kararname. Aslında üzerinde konuşulacak, yazılacak pek çok nokta var ama, ayrıntılarına bu kez yeniden girmeyeceğim.
Hemen iki gün sonra, 4 Kasım 2011 tarihli ve "Doktorlara 'negatif' performans geliyor" başlıklı haberde(1) Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanı Fatih Acar'a atfen, reçetelere gereksiz ilaç yazılmasının önüne geçilmesi için Sağlık Bakanlığı'nın hekimlere yönelik "negatif performans" çalışması başlattığı belirtiliyordu.
Gerekçe ilaç konusunda bir "israf"ın olduğu, reçetelerin yüzde 46'sının aile hekimlerince yazıldığı, çoğunun gereksiz ve fazla olduğu, dolayısıyla ilaca ödenen paranın büyüklüğü ve bu konuda tasarruf edilmesi olarak ifade ediliyordu. Üstelik söz konusu uygulamanın yalnız aile hekimlerine değil, tüm hekimlere yönelik bir uygulama olacağı açıklanıyordu.
Acar'ın bu sırada söylediği bir cümle var ki üzerinde tartışılan pek çok noktayı da açık ediyor:
"Hep beraber bu işin sürdürülebilirliğini tartışmamız lazım!"
Bu cümle, bu işin giderek sürdürülemez hale geldiğinin de bir itirafı aslında.
O kadar değil bir cümle daha var ki bunu da yalnız hekimler değil, halkı suiistimal eden herkes için olduğu gibi, görevi bu tür suiistimalleri önlemek olan tüm görevlilere yönelik söylenmiş. SGK Başkanı, bu alanda suistimallerin yaşandığının da bir gerçek olduğunu söylüyor.
Peki "Negatif performans" ne?
Hekimler hem sayı, hem de içerik olarak çok sayıda reçete ve ilaç yazması durumunda bir tür "para cezası"yla karşılaşacak. Bu SGK'dan alacakları paralarda kesinti yapılması şeklinde uygulanacak.
Aslında aile hekimlerinin çoğu şu anda da pek çok nedenle bu tür "para cezaları" ödüyor, dolayısıyla eskiye oranla daha az ücret alıyorlar. İlk uygulamalar başladığında her aile hekiminin cebine giren 5-6 bin lira, şimdi ortalama 3-4 bin liraya inmiş. Ama aile hekimlerinin sesleri çıkmıyor, çıkamıyor, şimdilik ses çıkarmak yerine "dişlerini sıkmak" ya da "dudaklarını ısırmak"la yetiniyorlar sıklıkla.
İkinci haberle sürdürelim!
8 Kasım tarihli ikinci haberin(2) başlığı "Sevki olmayan doktora gidemeyecek" idi. Bu uygulamaya göre bundan sonra "acil hastalar dışında artık hiç kimse aile hekimi onayı olmadan hastanelere ve uzman doktora gidemeyecekler". Tüm karşılığı ceplerinden ödemezlerse, aradaki farkı verseler de bu kural geçerli olacak.
Gerekçe yine benzer; yani "kaynak darlığı". Bu kez haberin aktörü Çalışma Bakanı Faruk Çelik! Bakana göre tedavi ve ilaçta yaşanan savurganlık ve istismarın boyutu 4,1 milyar liraya ulaşmış durumda. Dolayısıyla bundan sonra hastalar kendi kendilerine hastanelere gidemeyecekler, buna aile hekimleri karar verecek. Başka bir deyişle "sevk zorunlu" hale gelecek.
Bakanın da yorum ve değerlendirmeleri ilginç: "Vatandaş kendi hastalığı hakkında kendisi teşhis koyup aile hekimine değil de devlet ya da üniversite hastanesindeki bir profesöre gitmesi gerektiğine karar veriyor. Yani hasta kendi kendini sevk ediyor. Hastanın bu tercihi sisteme maliyet yüklüyor."
Yani değerlendirme yine, yalnız ve yalnız para, "iyilik ve sağlık" umurlarda değil...
Sağlıkta Dönüşüm Programı'nda yapılanların uygulanır olmadığını başta hekim örgütleri olmak üzere bu konu üzerinde biraz bilgi sahibi olan herkes bu modelin "sevk zorunluluğu" olmadan uygulanamayacağını yıllardır söylüyordu.
Bakanlık ise bunun mümkün olduğu konusunda ısrar ediyor ve "küçük bir katkı payı farkı" ile bunu çözebileceğini iddia ediyordu. Şimdi bu karar çok önemli bir "geri adım", daha doğrusu, İ"MF/DB/DTÖ" tarafından dayatılan modelin gereklerini "harfiyen yerine getirme" eylemi. Tek bir anlamı var: bir kez daha emirlere boyun eğme; hem de toplumun sağlığı pahasına.
Bu noktanın sonrasının ise nasıl olacağını Bulgaristan örneğini yerinde inceleyen TTB ekibi yıllarca önce söylemişti: Aile hekimlerinin o dönemde oradaki adının "kasacı doktor!" olduğunu söylemişlerdi.
Neden kasacı? Çünkü onları aşıp hastaneye ve uzmana ulaşmanın ek ve yasal olmayan bir yolu var: "Çekmece!"
Bunu önlemek için de, bu kez tıpkı reçeteye ve ilaca gelen sınırlama gibi "sevk"e de sınırlama, yani "negatif performans", yani "para cezası" geleceğini söylemenin yanlış bir tahmin olmayacağı açık. O zaman da yalnızca "özel kasalara giren" paraların miktarının çoğalacaktır. Çünkü kesilen cezanın bedeli de çekmeceye girecek olan paraya eklenecektir.
Bir seçenek daha var tabi, geçen ayın 21'inde yapılan bir özel toplantıda görüşülen "sağlık alanında tamamlayıcı sigorta" uygulamasını getirerek, bu kez ödeyebilen herkesten ve peşin olarak bu "kasacı doktorlara" giden paraları almak ve onlara sevk ve ilaç konusunda bir "esneklik" sağlamak.
Ama bunun da bir sınırı olacağı, mevcut açmazların yenileriyle büyümesi ve giderek bir kısır döngüye girmesi kaçınılmaz. Çünkü her durumda para daima parayı çekecektir; öncelik para olunca da sağlık "güm"e gidecektir.
Bitmedi!
Gelelim kamuoyuna yansıyan son önemli karara.
Kapitalizmin krizinin bir salgın hastalık gibi, Yunanistan'dan sonra İtalya'ya da bulaşmasının ve risklerin büyüklüğünün farkında olarak, SDP'nın başından ve SGK'nın kurulmasından bu yana ertelenen, herkese kendi primini kendisinin ödeme zorunluluğu getirilmesi, onca ertelemeden sonra nihayet 2012 başından itibaren uygulamaya girecek.
Üçüncü haber bize bunu "muştuluyor." "Yeşil kart"lar ve "yeşil kartlılar"la ilgili, 11 Kasım 2011 tarihli habere(3) göre "Yeşil kart uygulaması 2012'de bitiyor!"
Haberin baş kişisi yine SGK Başkanı Fatih Acar!
Başkana göre Yeşil Kartlı'ların kuruma devri 2012'de yürürlüğe girecek. Böylelikle 9 milyon 210 bin Yeşil Kartlı Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamına alınacak.
Bunun uygulamadaki karşılığı ise halen 9.5 milyon kart sahibinden en az 5 milyonunun yeni düzenlemeyle sağlık sigorta primi ödemesi demek. Ayrıca halen yeşil kartlı olmayan ve bir şekilde sağlıkla ilgili harcamalarını gerektiğinde cepten ödeyen vatandaşların da artık düzenli ve sürekli sağlık primi ödemeye başlaması demek. Böylelikle hükümetin öngördüğü hedef, yeni bütçede 4.4 milyar TL tasarruf etmek.
Biraz irdeleyelim:
- Neden tasarruf edilecek?
"Halkın sağlığından"
- Nasıl?
"Onların daha çok para ödemesini sağlayarak."
- Bunların gerekçesi ne?
"Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın kuralları başka bir deyişle "amentüsü bu" da ondan."
"Sağlıktan tasarruf ölüm, özgürlükten tasarruf zulüm getirir" diyen sevgili Dr. Mahmut (Ortakaya) abi sen çok yaşa. Yıllar önce bu gerçeği en veciz bir şekilde ortaya koyduğun için!
Uzatmayalım, sonuca gelelim:
Tüm bunların hastaları önce hekimlerle, sonra da hekimlerle birlikte bu kez söz konusu kararları alanlarla "karşı karşıya getirecek" bir uygulama olacağı açık. Ama belli ki hükümet şimdilik bunu göze almış görünüyor. Birkaç gün önce ardarda yapılan ilaç fiyat indirimleri ve sınırlamaları, bu kez de ilaç şirketleri ve eczacıların da yine aynı kararları alanlarla karşı karşıya getirdi.
Bu aşamada henüz bu "karşı karşıya geliş"in somut sonuçları ve tepkileri ortaya çıkmadı, ya da olan tepkiler çok fazla görünür olmadı, ama kendi kendine mırıldanmaların zaman içinde giderek daha yüksek seslere ve itirazlara, çatışmalara dönüşmesi çok düşük bir olasılık sayılmamalı.
Çünkü bu uygulamalar, hemen tüm kesimlerin "ceplerinden daha çok paranın çıkması" ya da "sağlık hizmetine ulaşamama ve yararlanamama, başka bir deyişle bu konudaki hakların ihlâli anlamına geliyor.
Peki ne olacak?
Onun da çözümü de 663 sayılı kararnamenin "Gönüllü sağlık hizmeti ve sağlık gözlemciliği" başlıklı 52. maddesinde sıralanmış, maddenin içeriği aynen şöyle:
(1) Sağlık hizmeti sunmaya yetkili gerçek ve tüzel kişilerce sosyal dayanışma ve yardımlaşma amacıyla gönüllü ve ücretsiz olarak sağlık hizmeti verilebilir.
(2) Bu hizmeti yürüteceklere Bakanlıkça izin verilir. İzin talebinde bulunanlara gerekli değerlendirmeler yapıldıktan sonra sağlık gönüllüsü yetki belgesi düzenlenir.
(3) Sağlık gönüllüsü gerçek kişiler hastanelerdeki hizmetlerini hastane yetkilisinin belirlediği şartlarda verebilir. Bu hizmet hastanelerin doğrudan sağlık hizmeti olmayan hasta karşılama ve bilgilendirme, refakat, kişisel bakım ve sosyal ihtiyaçların karşılanması gibi destek hizmeti şeklinde de verilebilir. Bu halde sağlık gönüllüsünün sağlık meslek mensubu olma mecburiyeti yoktur.
(4) Gönüllü sağlık hizmeti sunumu ile gönüllülere ait bilgilerin kamuoyu ile paylaşımına dair usûl ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.
(5) Sağlık kurum ve kuruluşlarında hizmetin geliştirilmesi amacıyla Bakanlık, hizmetten faydalananların gönüllülük esasına göre yapacakları gözlemlerini değerlendirmek üzere gerekli düzenlemeleri yapar.
"Ne demek bu şimdi" diyenler için bu maddeyi herkesin anlayacağı hale getirelim:
Bir nedenle (örneğin parası olmadığı için) sağlık hizmetinden yararlanamayanlara "sosyal dayanışma ve yardımlaşma amacıyla gönüllü ve ücretsiz olarak sağlık hizmeti verilebilecek"
Bunları kimler verecek? Bakanlıkça izin verilenler ya da yetkilendirenler verecek!
Bir özellikleri olması gerekir mi? Hayır, bu kişilerin sağlık meslek mensubu olmalarına gerekmez? Peki sağlık meslek mensubu olmayan ama bir şekilde sağlık hizmeti veren kimler var?
Sıralayalım: Kırıkçı/çıkıkçılar, koca analar, kadın analar, hocalar, üfürükçüler, tütsücüler, otacılar, bio-enerjiciler, duacılar, iyilik melekleri... Bu grupları uzatabiliriz...
Bunların hiç birisinin hizmeti için SGK talimatnamesinde (şimdilik) herhangi bir "ödeme / karşılık faslı" yoktur, performans kriteri ve ödemesi de söz konusu değildir.
Peki bunların yapılması bedava mıdır? Bakanlık her ne kadar "gönüllü ve ücretsiz" dese de aslında öyle değildir! Bu ülkenin vatandaşı değer bilir; işi görülünce gönlünden kopup onlara "beş on kuruş, bir sepet üzüm, beş on yumurta, bir tavuk" vermeyi alışkanlık edinmiştir, bundan kime ne!
Şimdi biraz gerilere gidelim...
Ben o günleri gördüm; "Allah razı olsun, Allah tuttuğunu altın etsin, bu da bizim bahçeden" deyip kendisini muayene eden doktora "hediyesi"ni verenler eskiden de vardı.
Şimdi yine aynı noktaya geldik demek ki! Tek farkla ama, o zamankiler diplomalı doktorlardı, şimdikiler ise...
Koskoca Sağlıkta Dönüşüm Programı'nda bu kadarcık da dönüşüm olmasını çok görmeyin!
Çok görürseniz baştan uyarayım, şöyle karşılıklar alabilirsiniz:
"Bu kadar 'dönüşüm dönüşüm' dedik, her şey aynı mı olsun yani! İstersen yanına bir de Orta Asya'dan ya da Afrika'dan 'ithal daktır' verebiliriz, ama o pek işinize yaramaz!"
Şimdi yazımı bağlarken aklıma başka bir fıkra geliyor ama anlatmamak için kendimi tutuyorum!
Siz tutmayın söyleyin, sırasıdır: "Biz bu haltı niye yedik!" (MS/HK)
(1) http://www.hekimedya.org/oku.php?yazi_id=2290
(2) http://www.hekimedya.org/oku.php?yazi_id=2317
(3) ntvmsnbc