Herhangi bir hizmet alanında doyumsuz bir "müşteri" tipolojisi yaratırsanız, yetinmeyip hayata geçirmeyi hedeflediğiniz programa itiraz gelmesin diye yarattığınız doyumsuz "müşteri"nin isteklerini bilerek kışkırtırsanız ve imkânsız doyumu talep eden bu müşterinin beklentilerinin karşılanmadığı her durumda da hizmeti üreteni/sunanı suçlu olarak gösterirseniz yaşanacak çalışan cinayetlerinde affedilmez bir suçunuz var demektir.
Ne yazık ki bu ülkede son on yılda sağlık alanında tarif etmeye çalıştığımız bir süreç yaşanıyor. Ve hiç kuşku yok ki, dünyanın hemen hiçbir ülkesinde görülmeyen hekim cinayetlerinden, sağlık çalışanlarını hedef gösteren Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) sorumludur. Son olarak 30 Kasım 2012 günü Sağlık Bakanlığı'nın şikâyet hattı olarak işlev gören "Alo 184" SABİM hattına yapılan bir şikâyete maruz kalan Dr. Melike Erdem, çalıştığı hastanenin altıncı katından atlayarak intihar etti.
Elbette bu trajik ölüm sağlık çalışanları arasında haklı bir öfkeye neden oldu. Çünkü ilk değildi ve çalıştıkları ortam ne yazık ki son olmayacağına da işaret ediyordu. Bu çerçevede sağlık hakkının yok olmaması için toplum olarak sağlık çalışanlarının öfkesini anlamak ve soruna taziye mesajlarının ötesinde ciddi çözüm üretmek gerekiyor. Ve yine hiç kuşku yok ki, bu çözümleri üretecek olan da sağlık çalışanlarını son on yılda hedef haline getiren siyasi iktidarın kendisidir.
Ancak bu saptamalarımız sağlık çalışanlarının bu süreçte geliştirdiği her itirazının da haklı olduğunu baştan kabul etmiyor. Kanaatimizce sağlık çalışanlarının Dr. Melike Erdem cinayeti nedeniyle 4 Aralık 2012 günü "Alo 184" SABİM hattının kapatılması amacıyla gerçekleştirdikleri eylem bu çerçevede değerlendirilmelidir. Çünkü bu eylemle sağlık çalışanları, sağlık hizmetinde sorun yaşayan / yaşadığını düşünen insanların dertlerini ilettikleri ve sorumluları hakkında işlem yapılmasını talep ettikleri bir uygulamanın kaldırılmasını istediler. Ancak çalışanların bu isteği, aslında doğru uygulanması halinde hasta, çalışan ve sağlık hakkı açısından olumlu sonuçlar üretebilecek bir yapının ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Oysa sağlık çalışanları, özellikle bugünlerde hastanelerin işletmeleştirilmesi ve CEO'larla yönetilmesi gibi uygulamalarla sağlık hakkının yok olmaması için, alanlarında olup biteni layıkıyla topluma aktarmak ve öfkeyi doğru adreslere yöneltmek zorundadırlar. Aksi halde Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın uygulayıcılarının tam da istediği gibi halk ve sağlık çalışanları karşı karşıya gelecek ve empatinin gelişmediği bu zeminde sağlıktaki ticarileştirme politikaları hız kazanacak.
Hâlbuki Dr. Melike Erdem'in cinayeti sonrası sağlık çalışanları, "Alo 184" hattının kapatılmasını istemek yerine; "Alo 184" uygulamasına hasta ve sağlık hakkı çerçevesinde sahip çıkabilir, ancak Sağlık Bakanlığı ve sağlık idarecilerinin bu hattı sağlık çalışanlarını yıldırmak ve bezdirmek için kullanılmasını önleyecek ve sürece çalışanların örgütlerini de dahil edecek yeni bir "Alo 184" işleyiş mekanizması talep edebilirlerdi. Benzer biçimde 4 Aralık 2012 günü "Alo 184"ün kapatılmasını istemek yerine, performans puanları ve CEO'larla sağlığın ticarete, hastanelerin işletmeye ve hastanın müşteriye indirgenmesinin aslında temel bir sağlık hakkı ihlali olduğunu ifade edebilir ve puansız, işletmesiz ve CEO'suz bir sağlık ortamının sözcüsü ve inşa edicisi olabilirlerdi.
Belki de tüm bunlardan önce ve öncelikle, 4 Aralık 2012 günü kentlerin meydanlarına kuracakları büyük "kırmızı telefon"larla hastaların/yurttaşların "Alo 184"ü aramasına zemin yaratabilir ve sağlık çalışanlarının tükenmesinin, performans puanına mahkûm edilmesinin, uzun geceler boyu çok çalışmasının ve tüm bunlara rağmen siyaset mekanizması tarafından suçlu olarak hedef gösterilmesinin temel bir hasta hakkı ihlali olduğunun bizzat halk tarafından ifade edilmesini sağlayabilirlerdi. Kanaatimizce böylesi bir eylem, aynı zamanda halk ile sağlık çalışanlarını karşı karşıya getiren Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın siyasi sorumlusu olan Dr. Recep Akdağ ile Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat halk tarafından "Alo 184"e şikâyet edilmesine dönüşebilirdi.
Ama olmadı ve sağlık çalışanları 4 Aralık 2012 günü "Alo 184-SABİM / Yetti Artık, Çık Devreden" diyerek "Alo 184"ün kapatılmasını istedi. Kanaatimizce bu eylem sağlık çalışanlarının "Luddite Hareketi"dir. Çünkü nasıl ki, "Luddite Hareketi"nde işçilerin işsiz kalmasının sorumlusu makineler olarak görülmüş ve makineler kırılmaya kalkılmışsa, bugün de sağlık çalışanları "hasta hakları"nın simgeleşip cisimleştiği "Alo 184" sanki suçluymuş gibi davranıp onu kırmaya/kapatmaya kalkışmıştır. Oysa ne makineler suçluydu, ne de "Alo 184". Aksine suçlu, makineleri de, "Alo 184"ü de bireyin, çalışanın ve toplumun yararına değil de piyasanın çıkarına kullanmak isteyenlerdi. Daha önemlisi nasıl ki dün, moderniteye mührünü vuran kapitalist sanayi devrimi nedeniyle makine artık yaşamın vazgeçilmez bir parçası olmuşsa, benzer biçimde bugün de hekimlerin profesyonel egemenliğini örselese de, "sıradan uzmanlığın" yükselişi ve bu "uzman"ların "Alo 184" gibi yollarla profesyonelleri sorgulaması, şikâyet etmesi ve yaptırım istemesi yaşamın artık vazgeçilmez bir parçasıdır.
Ve nasıl ki dün, "Luddite Hareketi" ile tarihin tersine akması ve makinelerin ortadan kalkıp çıplak el emeğine dönülmesi mümkün olmamışsa, bugün de tarih bir daha tersine akmayacak ve "hasta hakları" kavramının var ettiği şikâyet mekanizması bir daha ortadan kalkmayacaktır. O nedenle yapılması gereken tarihsel akışa karşı çıkıp "Alo" hatlarını reddetmek ya da "Alo 184"ü kapattırıp başka bir "Alo" hattı açtırmak yerine, tam aksine sağlık hizmetinin ve çalışan haklarının kökeninde yatan "hasta hakkı"na sahip çıkıp o kavramın piyasanın elinde "müşteri memnuniyeti"ne indirgenmemesini sağlamaktır.
* Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi