* Fotoğraf: AA
Kısa süre önce Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş’tan “kentimizde yaşayan insanları daha sağlıklı nasıl yaşatırız?” sorusunu alıntılayarak ana belirleyen olması gerektiğini yazmış ve yerel yönetimler stratejik planlarını, bütün programatik hatta gündelik faaliyetini bu prizmadan geçirerek değerlendirmeli ve öncelikler sıralamasını bu anlayışla organize etmeli diyerek “bu mümkün mü?” diye sormuştum; kendi yanıtımı da ekleyerek: Kolay değil ama her düzeyde (en küçük yerleşim biriminden, sokaktan, mahalleden başlayarak) katılımcı mekanizmaları ve katılımı tesis etmekle işe başlanabilir.
***
Yukarıda andığım yazının birçok eksiği olabilir ancak öz olarak “sağlık ve katılım”dan söz edip kastedileni yeterince açıklamadığımı kimi eleştirilerden anlıyorum.
Örneklemek gerekirse yazıda geçen “insanlığın karşısında duran sağlık sorunlarının mekânı da artık şehirler” ifadesi “kent hastalık üretmektedir ve bu nedenle hastalıkların tedavisiyle daha çok ilgilenilmesi gerekir” şeklinde yorumlanabiliyor.
Elbette kendi deneyimlerimizden de biliyoruz ki “sağlık sorunu” söz konusu olunca öncelik belirlemede yaygın tutum hastalıklarla işe başlamaktır. Bu kaçınılamayan bir doğal eğilimdir ve aksi hemen neredeyse tartışıl(a)maz bile. Bu ise kaynakların hastalıklara yöneltilmesi zorunlu sonucunu doğurur.
Oysaki yerel yönetimlerin kenti sağlık sorunlarının mekânı olarak kavraması demek bakışını dar anlamıyla hastalıkla sınırlamaması demektir.
Ulaşımdan gıdaya, kentin daha çok meydanlara kavuşturulmasından ağaçlandırılmasına, zaten merkezi yerlerde çok az kalan toprak parçalarının betonlaştırılmamasına, gereksiz yere bina yapımından “yenisini yapacağız” diye gereksiz yere bina yıkılmamasına, atıklardan budama hizmetlerine, sokakların bilinçsizce deterjanlarla yıkanarak temizlenmesinden (!) yürümeye engel reklam panolarına… sağlık sorunu yaratmayan bir gözle değerlendirmeye ihtiyaç vardır.
Dolayısıyla bu kavrayışın içselleştirilip içselleştirilmediği somut konulara yaklaşımda kendini gösterir, sorunları sağlıkla ilgili olanlar ve olmayanlar diye ayırmak temel yanılgıdır ve “iyi de bunun sağlıkla ne ilgisi var” cümlesiyle ifade olur ve kavrayıştaki hamlık/henüz olmamışlık hali bu cümleyle sırıtır, kendini açığa vurur.
Gerçekte sağlığı etkileyecek sorunların hemen büyük çoğunluğu yerelde çözümlenebilir ve çözümlenmesi gerekir. İlk adım her sorunun içerisindeki sağlık ögesini görebilmekte, bunun kendisini de yerel ölçekte ve katılımcı mekanizmalarla birlikte bir süreç yönetimi olarak yapabilmektedir.
Yaşanıyor, her sorunu vesile kılarak o yerele gitmek, katılıma davet etmek “başımıza iş çıkartmayalım” düşüncesiyle tercih edilmiyor. Onun yerine belediye binalarının içerisinde, toplantı odalarında “tek ayaklı” bir katılımcılık yürütülüyor. Bunun da bir değeri olmadığını söylemiyorum ancak eğer içselleştirilmiş bir değişim yapacaksak sabırla sorunun olduğu yerde katılım zeminleri kurmayı ve çözümü oluşturmayı -sözcüğün gerçek anlamıyla- denemeliyiz.
Katılıma ve toplumun kendisine odaklanılması, bireycilik yerine toplumsal dayanışmayı ve bir tartışma kültürü geliştirerek gerçek ihtiyaçlarımızı belirlemeyi, kararlara yön verecek eğilim oluşturmayı denemeliyiz.
Muhtarları bir salona toplayıp görüş vaaz eden bir anlayış ve ufku, tarzı uygun bulmayanlar için tekrarlamakta yarar var, her sorunu fırsat bilerek katılıma davet eden zeminler kurmak yerel yönetimlerin sağlık için yapacakları en önemli iştir.
***
Biliyoruz merkezi idareden “farklı” olan yerel yönetimlerin işi çok zor.* Merkezi idare seçim öncesi söylediğini seçim sonrası yapıyor, en hafif deyimle engeller çıkartıyor. Hal böyle olunca onların da diline “işimiz çok zor” daha fazla dolanıyor, bu “durum” bir gerekçe olarak öne sürülmeye başlıyor.
“Elimiz kolumuz bağlı, bu konuda yapacak bir şey yok” cümlelerinin kurulması ister istemez gözün ve daha kötüsü aklın çıkış için bir arayışa kapatıldığının dışa vurumu oluyor. Oysaki yerel siyaset ne yapılacağını bulmak ve devamında yapmak ile ete kemiğe bürünecek.
***
Ankara’nın çok sayıda sorunu arasında görece küçük ama “gözümüzün önünde” olan ve ABB’nin “eli kolu bağlı, yapacak bir şey yok” olan bir tanesini paylaşmak da bir sonraki yazıya kalsın. (EB/TP)
* “Zor” sözcüğü HDP’li belediyelere yapılanları anlatmak için çok yetersiz. HDP’li illerin karşı karşıya olduğu merkezden atamalı kayyım modeli en hafif ifadeyle seçmen iradesini tamamen yok sayma, ötesi hiçleştirme, deyim yerindeyse “sömürge” muamelesi/statüsü, düşmanca bir yaklaşım.