Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) Uluslararası Sağlık Politikaları Birliği (IAHP) ile birlikte Çankaya Belediyesi'nin ev sahipliğinde 29 Eylül-2 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirdiği "Kapitalizmin Krizi ve Sağlık" konferansında yazının spotunda belirttiğimiz gerçek bir kez daha dile getirildi.
Amerika, İngiltere, Belçika, Almanya, Malezya, Yeni Zelanda, Yunanistan, Filistin, Türkiye gibi dünyanın farklı bölgelerinde bulunan pek çok ülkede sağlık alanında yapılanların, aralarında birkaç yıllık zamansal farklar olsa da neredeyse tümüyle aynı olduğu bir kez daha tüm gerçekliğiyle ortaya çıktı.
Bu ülkelerde olan bitene bakıldığında Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslararası Para Fonu (İMF) ve diğer uluslararası finans ve sağlık sektöründeki çok uluslu şirketlerin isteği ve baskısıyla uygulanan bu programların iki somut değişimi ortaya koyduğu görülüyor:
* Küresel kapitalist düzenin hüküm sürdüğü ve bu sisteme eklemlenmiş tüm ülkelerde sağlık hizmetine erişim ve yararlanma artık bir hak değildir; sağlık küresel kapitalizmin yeni ve yüksek kâr oranlı alanlarından birisidir.
* Bunu sağlayan modellerin uygulandığı ülkelerde yaşayan toplumlar bir karşılık ve bedel ödeseler de sağlık hizmetine gerektiği gibi erişip yararlanamıyor ve hem ülkesel, hem de küresel ölçekte toplumların sağlıklılıkları giderek daha çok bozuluyor.
Bu saptamalar Türkiye'de uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı'na ve nasıl sonuçlanacağına dair çok önemli ipuçları da sunuyor.
Hemen hemen dünyanın hiçbir yerinde sağlıklılığı sağlamak ve sürdürmek bakımından başarılı olamamış bu modelin Türkiye'de uygulanabilmesi için yukarıda söz ettiğimiz uluslararası sermaye kuruluşlarının yaptığı neredeyse sınırsız desteğe karşın, özellikle kriz dönemlerinde gözlendiği gibi hizmetin sunulabilmesinde ciddi zorlanmalar gündeme gelebiliyor.
Bugün kamuoyuna duyurulan "aile hekimlerinin yazdığı reçete başına 3 TL'lik bir katkı payı"nın alınması uygulaması da kanımca bunu doğrulayan örneklerden birisidir.
Dünyada neler oluyor, bizde neler olacak?
Söz konusu katkı paylarının miktar ve oranlarının artırılması; giderek daha çok sayıda hastalık ve hizmet konusunun genel sağlık sigortası ödeme kapsamı dışına çıkarılması; ikinci ve üçüncü basamak hizmetlere ulaşma için sevk zorunluluğunun getirilmesi; sigorta primlerinin daha yüksek oranda ve bazı kesimler için tümüyle cepten ödenmesi; kapsam dışı hizmetler için tamamlayıcı sağlık sigortasının zorunlu olması; sigorta kurumlarının kısmen ya da tamamen özelleştirilmesi diğer ülkelerdeki uygulamalarda gözlenen ve çok uzak olmayan bir süreç için de bizimde yaşayarak göreceğimiz bazı uygulamalar olarak dile getirildi.
Nihai amaç bu alandan daha fazla kâr elde etmek.
Kapitalizmin daha önceki dönemlerinde sistemin varlığı ve sürdürülmesi "artık değeri" sağlayacak işgücüne gereksinim duyduğu için, insanların ve toplumların en azından ucuz ve sürekli işgücünün yaratılması için onların sağlıklılıkları önemliydi ve bu alandaki hizmetler, daha çok kazanç elde edileceği bilindiğinden kamusal kaynaklardan sağlanabiliyordu.
Ama şimdi yaşadığımız küreselleşmiş kapitalizmde artık sermaye birikimi için doğrudan iş gücüne dayanan bir artık değerin olması olmazsa olmaz bir unsur değil.
Günümüzde sermaye üretimle değil, paranın hareketi ve paraya yapılan müdahalelerle büyüyor. Dolayısıyla sağlık da artık diğer alanlar gibi bir "kâr" alanı olarak bir değere ve öneme sahip. İnsanlara sağlıkları ve sağlıklarını sağlayacak her şey bir tüketim nesnesi olarak satılmaya ve bunun üzerinden elde edilecek bir "kâr alanı" olarak bakılıyor.
Perdenin ardındaki aktörler değişecek
Geçmişte sıkça belirtilen "sağlık alanından kâr edilmez" anlayışının doğru olmadığını, bu alandaki üç farklı sektördeki yüksek kârlılık oranlarına bakıldığında ortaya çıkıyor.
"İlaç sektörü", "tıbbi teknoloji şirketleri" ve "küresel sigorta şirketleri" bu alanın en çok kâr eden alanları ve bu kâr oranlarını korumak amacıyla doğrudan ya da dolaylı yollarla ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu bağlamda konferans sırasında dile getirilen Dünya Sağlık Örgütü'ndeki yeni yönetişim modeline yönelik çalışmalar "atı alanın çoktan Üsküdar'a geçtiğini" gösteriyor.
Şimdiye kadar yalnızca sağlık alanından gelen kişilerin yönetimde söz sahibi olabildiği bu örgütte bir paradigma değişikliği gidilerek, başta DB, DTÖ, IMF gibi finans kurumları olmak üzere, gıda ve besin, hatta barınma ve sosyal yaşamla ilgili sektörlerin, kapitalizme dair kararların alındığı uluslar üstü "STK" ve çeşitli güç odaklarının "yönetişim reformu" adı altında bu süreçlerde belirleyici rol alması planlanıyor.
Bunun somut anlamı şudur: Şimdiye kadar en azından çok sayıda ülkeyi etkileyen "pandemik hastalıklar ve sağlık sorunları"yla, yoksul toplumların yaşadıkları sağlıklarıyla ilgili uğraşan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bundan sonra bu sorunlara ve gerçeklere gözünü kapatan, yönünü yalnızca "sağlık alanından kâr eden yapılara" dönen bir örgüt haline gelecektir.
Bu gerçekleştikten sonra dünya ülkelerinde sağlık alanında bu programların şimdiye kadar olduğu gibi finans örgütlerinin doğrudan rol alarak uygulanması yerine WHO'nunetkisi ve belirleyiciliği ile uygulandığını göreceğiz.
Böylelikle kapitalizm bir kez daha vahşi yüzünü gizleyen bir perdeye kavuşmuş olacak, ülkelerde bu modelleri uygulayanların en azından ellerini rahatlatacak ve propagandalarını daha kolay yapmalarını sağlayacak.
Mücadele gerçekleri bilmeye dayanır
Konferans sırasında etkinliğin asıl sahibi olan Uluslararası Sağlık Politikaları Birliği de bu alandaki çalışmalarını daha yaygınlaştırma ve genişletme niyetinde olduğunu açıkça ortaya koydu ve katılımcılara daha yakın bir ilişki ve işbirliği için çağrıda bulundu.
Konferans sırasında yapılan birliğin genel kurulunda birlik başkanlığına, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi İkinci başkanı sevgili Feride Aksu Tanık'ın getirilmiş olması da kanımca bunun somut göstergelerinden birisi.
Böylelikle dünyada sağlık alanında nelerin olup bittiği, sağlığımıza küresel finans kurumları tarafından yapılan saldırı, Türkiye'deki sağlık gündemini izleyenler tarafından daha kolay ve yakından izlenebilecek. Tabii bunun tersi de söz konusu olacak: Türkiye'de olanlar da dünyanın başka ülkelerinde bu alanda çalışanları tarafından bilinir ve izlenir hale gelecek.
Bunun sonucunda da Türkiye'de bu modelleri uygulayanlar daha geniş ve küresel ölçekte bir direnci karşılarında bulacakları söylenebilir.
Konferanstan çıkarılacak bir başka önemli sonuç da, bu alana artık sadece "sağlık penceresinden bakmanın" yeterli olmadığı, onun ötesinde "küresel boyutta bir ekonomik olgu" olduğu gerçeğini görmenin ve sağlığa bu cepheden bakılmasının daha doğru olacağıdır.
Dolayısıyla sağlığın aslında çok önemli bir "politik alan" olduğu gerçeğinin bir kez daha ortaya konulması oldu.
Sağlık artık sadece sağlıkçıların işi ve sorunu değil, tersine küresel siyasetin başat unsurlarından birisidir. Başta medya olmak üzere tüm alanlar bu alanda daha çok rol almalı, söz söylemeli ve bir tutum almalıdır.(MS/HK)