Petrol Arapların ellerine bırakılamayacak kadar değerli Batı için. Libya'ya başlatılan saldırı bunun kanıtı. Saldırı kararını meşrulaştıran BM Güvenlik Konseyi ise Batılıların bu bölgedeki çıkarları için kullanılan bir enstrüman.
Bu bir petrol savaşı
1991 yılında SSCB'nin çökmesiyle soğuk savaş sona erdi. Dünyadaki iki kutuplu sistem yerini ABD'nin önderliğinde kurulan "yeni dünya düzenine" bıraktı.
Amerikan hegemonyası etrafında toplanan Avrupa devletleri ve İsrail, yeni kurulan sistemden paylarına düşeni alabilmek için ABD'nin kurguladığı bu yeni dünya düzenine birer köşesinden asıldı.
Amerika'nın çıkar listesinin ilk maddesi ise dünyadaki enerji kaynaklarının kontrol edilebilmesiydi. Dünya'da kullanılan enerji kaynaklarına baktığımızda ilk sırada yüzde 37 ile petrol ikinci sırada yüzde 24 ile doğal gaz geliyor. Nükleer ve hidroelektrik kaynaklı enerjinin toplamı ise yüzde 12.
Dolayısıyla ABD'nin en çok ihtiyacı olan şey öncelikle petrol ve doğalgaz. ABD enerjiyi ve enerji akışını kontrol ederse dünyayı kontrol eder. Ortadoğu ve Kuzey Afrika bu açıdan baktığımızda ABD için çok önemli.
Orayı yönetmek, yönetemezse bölüp parçalayıp yönetmek ABD'nin en büyük hedefi. Bunun için de eline geçen her fırsatı değerlendirmek zorunda. 11 Eylül 2001'de ABD'nin simgesi olan New York'ta ki Dünya Ticaret Merkezlerine gerçekleştirilen saldırılar bunun için iyi bir fırsattı.
George W. Bush bu fırsatı iyi değerlendirdi. Usame Bin Ladin, Saddam ve radikal İslam tehditlerini kullanarak Irak'ı ve Afganistan'ı işgal etti. Ortadoğu'da iki cephe açtı. Tamamen yalana dayalı bir propagandayla. Uluslararası tepkilere aldırmadan. Mahallenin kabadayısı tarzında.
Yeni Muhafazakarların (Neo-con) tek hedefi ABD'nin süper güç olması ve dünyanın güvenliğinin ondan sorulması. Savaşan bir Amerika ise olmazsa olmazları. Zira süper güçseniz bir noktada savaşmanız gerekiyor. Tıpkı yıllarca dünyada savaşan eski imparatorluklar gibi. Aksi takdirde yolunuza devam edemezsiniz.
Fakat ABD'nin Irak ve Afganistan'da öngöremediği iki şey vardı: Biri Ortadoğu'nun etnik yapısının asla kontrol edilemeyeceği ikincisi ise Araplarla savaşılamayacağı. Sonuç ortada Irak ve Afganistan ateşten gömlek artık.
Arap halkları ise ABD'ye gerçekten çok öfkeli.
Şimdi Arap coğrafyasında aynı olmasa da, yeni bir senaryo devreye sokulmaya çalışılıyor. "Hazır Araplar demokrasi için bizim yıllardır desteklediğimiz ve beslediğimiz diktatörlerine baş kaldırmışken durumdan vazife çıkaralım" derdindeler.
Ne de olsa Sudan'ın ardından Libya, yemek sonrası tatlı misali.
Bu kez ise şova, panayır dansçısı çılgın Sarkozy'nin başrolü almasını sağlayarak ve geri planda kalmaya çalışarak başladılar. Şimdi ise başlattıkları saldırının komutasını devretmek için adam arıyorlar.
Amerika'nın siyasal güç sahibi "kingsmaker"ları kısa ve orta vadede Libya'da yeni bir lider yaratacak. Şimdiden belli olan bu lider ve ekibi de Batı'nın hizmetkarı olmaktan öteye gitmeyecek.
Oysa ki hedef Kaddafi'yi devirmek değilmiş. Can alıcı türden bir şaka olsa gerek tüm yaşananlar.
Sömürgeci küresel güçlerin unutmaması gereken şey ise Libya'nın Batılı yani Kaddafi'nin deyimiyle "haçlılara" karşı yeni bir cihad alanına dönüşme olasılığı. Bu yeni radikallerin doğması anlamına geliyor. Üstelik dünya'da parayla satın alabileceğiniz terör örgütleri var. Kaddafi'nin parası ve nefreti bu hücrelerin uyanmasına neden olabilir.
Kısaca bu kez ABD, Avrupa'yı da yanına alarak Arap coğrafyasının içine ediyor.
Başkanlar değişse de ulusal politikalar değişmiyor ne yazık ki. (BS/EÖ)