Aşık Daîmî diyor ya;
Kâinatta bir zerreyim / Ben kendimi bilmez miyim / Zerre içinde zerreyim…
Mamur benim, harap benim /Ayaklarda turap benim / Kadehlerde şarap benim/ Ben kendimi bilmez miyim…
Bu sözlere eşlik edecek şey ‘Tarih günümüzde ve biz de tarihin başlangıcında gizliyiz’ sözü olabilir. Kendini bilen insan nerede saklı olduğunu da bilir.
Savaş meselesi üzerinden düşününce geçmiş ve şimdi, direniş ve ihanet, teslimiyet veya herhangi başka bir meselenin güncelliği de yakamıza yapışır.
Özünde değişen bir şey yoktur. Direnenler tarihe kalıyor, yaşamı başkasına devrediyor; teslim olan, itaat eden de ettiği ile kalmayıp yıkım tarihi denen patikanın taşlarını döşüyor.
Aslında aklımda bambaşka bir yazı vardı ama izlediğim bir film planları alt üst etti.
Kâinatta zerre olan insanın yaşadığı hikâyenin de tozunu hatırlama sebebim bu film.
Film bir savaş filmi. Orijinal adı “Ansisung.” Piyasaya “Ansi Fortress” olarak girmişse de “The Great Battle” olarak yayılmış. Kısaca “Ansi Kalesi” ya da “Büyük Savaş” diyeceğimiz Güney Kore, 2018 yapımı ilginç bir film.
“Red Cliff”i izlediniz mi bilmiyorum. Çin’in bir nevi kuruluş hikayesini anlatan bu destansı savaş filmi; kurgusu ve felsefesi ile bambaşkadır. Tabii iki bölümlük orijinalini bulmanız dileğiyle. “Ansi Kalesi” de en çok bu filme benzediği için sevmiş oldum. Aslında film için biraz “Braveheart”, biraz “Yüzüklerin Efendisi” ve biraz da “Red Cliff” demek de yanlış olmaz.
Ama bu filmlerin tadını vermesi değil mesele, mesele bir filmin savaş ve hayata dair; barış ve varoluşa dair, varlık mücadelesinin nasıl olması gerektiğine dair bir derdinin olması.
Görsellik, savaş koreografisi, dönemsellik, teknolojinin kullanımı vs. arıyorsanız onlar zaten epik düzeyde tatmin edici. Fakat yetmez diyorsanız yazının devamı spoiler de içerir. Lütfen sonra “niye dedin detayları” olmasın.
***
Geçen eylül ayında bir yazı yazdım. Orada da 2017 yapımı bir Kore filminden bahsetmiştim. Filmin adı da “Kale” idi ve bir kalede sıkışan bir halkın kendi kaderine dair amansız tartışmasını siyaset yardımı ile anlamaya çalışmıştım. Bu film de bir kale filmi.
“Ansi Kalesi”… Bu kaledeki mesele ise “kimlik” olgusu.
Filmin hikâyesi gerçek. 645 yılında gerçekleşen ve 88 gün süren bir savunma savaşını konu alıyor. Komutan Yang Man-Chun ve Goguryeo ordusu, sıkıştıkları Ansi Kalesi'nde yüzbinlerce asker ile ele geçirmeye çalıştığı Tang Hanedanlığı’a karşı savunmaya girişir.
Kaledekiler Goguryeo halkına mensuptur.
Tang Hanedanlığı’nın kibirli imparatoru da dağıttığı, daha doğrusu bozguna uğrattığı ittifaklar sonrası başkente yürümektedir. Yol üzerinde olan tek yer küçücük Ansi Kalesidir. Savaşmadan teslim alıp yürüyüşünü tamamlayacak. Lakin meseleler umduğu gibi gitmiyor. Bir gecede hallolması beklenen süreç üç ayın sonunda hâlâ olduğu yerde duruyor.
Filme dair kısa bir akış da eklersem belki derdimi daha iyi anlatmada yardımcı olacaktır.
Bir savaş ile başlıyor film, Goguryeo halkından müteşekkil yapılar birleşip Tang Hanedanlığı’na karşı savaşıyor, orduları yerle bir oluyor. Bu savaşa destek atmayan sadece Ansi Kalesi’ndekiler birlik oluyor. Bundan ötürü de tüm kale vatan haini ilan ediliyor. Casuslar, suikastçılar gönderiliyor Yang’ı öldürmeye. Malum o vatan haini.
Devam eden süreçte işlerin öyle olmadığını, tam tersine savaşa gerçek manada hazırlık yapan yerin Ansi olduğunu görmeye başlıyoruz.
Yang baştan kaybedilecek olan bir savaşa girmeyi kabul etmemiştir. Mesele budur!
Şimdi birkaç binlik ordusu ile yüzbinleri bulan ordu ile karşı karşıya kalmıştır Yang. Görünürde tek bir şansı yok. Teknik, moral, savaşçı açısından karşılaştırma yapılacak gibi değildir. Zaten bir gecede teslim almak üzere gelmiştir koca ordu.
Yang aynı düşünmemektedir. Hazırlığı vardır ve savaşmak istemektedir.
Baş döndürücü bir savaş başlar. Ansi Kalesi artık kendisi ile de yüzleşerek kaderine doğru hızla gidecektir.
Birkaç tema üzerinden şimdi filme yakınlaşalım.
1- Kahraman!
Yönetmen bir kahraman gösteriyor ama bir o kadar da göstermiyor. Meselenin öncülük sorunu olduğunu kabul ediyor ama kuru kahramanlık safsatalarına da prim vermiyor. Kahraman dediğimiz kişi, yönetebilen ve temas edebilme becerisi olan kişidir. Filmin başat karakteri komutan Yang için filmde bir köylünün tanımı şöyle oluyor: “O kaledir, kale de O’dur. Onsuz Ansi, Ansi değil.” Çünkü Yang dışarıda sıradan bir vatandaş, kalede yeni doğum yapan aileyi ziyaret eden kendi halinde biridir. Şansını kendisi yaratmak istemektedir.
Bir diğer durum, toplumun öncülüğü veya ‘kahramanlığı’ yoksa kişilerin bir anlamı yoktur. Film iki durumu da somutlaştırmaktadır. Savaşçı olmayanların dahil olma biçimi, savaşın ve halkın kaderini kökten değiştirirken savaşçı statüsünde geçici çözümler arayan komuta kademesi ise canından olmakla kalıyor. Tang Hanedanlığı imparatoru, ona suikast için gelen savaşçıları görünce garipser ve manidar bir soru sorar: Bunlar cesur mu aptal mı?
Evet, ‘kahramanlık’ olgusu tam da bu iki durum arasında sallanırsa sonuç maalesef sancılı olabiliyor. “Kale” (2017) filminde de zora düşen kral şu soruyu soruyordu: “Kral olmanın anlamı nedir?” Evet, buna dair anlam arayışınız sizi gerçek manada öncü veya öcü yapmaya yeter.
Popüler sinema genel olarak J.Campbell’in “Kahramanın Yolculuğu” arketipine sadıktır. Çünkü Campbell tüm kahramanların benzer yollardan geçtiğini ve süreçler tamamladığını anlatır.
Burada o yol takip edilmiyor. Toplumsal önderlik aklı yer yer ön planda ve bu durum, filmin bam teline de dönüşebilmektedir.
2- Halk gerçekliği!
Kahraman ve eylemleri, bizi halk gerçekliğini görmeye de götürür. Goguryeo halkı kısıtlı imkanlara sahip, dağa sırtını vermiş bir kesimdir. Aslında seçenekleri ikidir: Teslim olmak ya da olmamak!
Savaş başladığında herkesin gözü alınacak karardadır. Gerçekten komutan ne demelidir? Sağ kolu onu uyarır: “Zayıf görünme! Halk sana bakıyor…”
Peki direniş hücreleri yaratmayan ve içine toplumun da kendisini dahil etmeyen bir hareketlilik başarı şansı var mı? Filmin cevabı, olmadığı yönünde.
Halk, doğal bir gerçeklik olarak sahip olduğu duygu ve güç ile klişe olanın bozucusudur.
3- Savaş ama nasıl?
Savaş başlar, darbeler alınır. Umutsuzluk virüs gibi yayılır. Başarısızlık çok tehlikelidir. Hissi bile her şeyi bitirme kudretine sahiptir. Çok geçmeden teslim olma tartışmaları da başlar. Herkes tek çıkışı ve yaşama şansını buna bağlar. Oysa savaşın daha en başında düşman tarafı “Kaleye girin, çocuklarını köle yapın, kadınların ırzına geçin, her şeyleri sizin, serbest” fetvasını vermiştir. Karşı tarafı motive eden tek gerçek budur. Teslim olunsa dahi kurtulmayacaktır. O anlamda yönetmen burada işi olasılığa bırakmaz. “Gerçeklik budur” der.
Komutan Yang savaş kararlılığını beyan edince ve destek alınca herkes “ama nasıl” demeye başlar. Bunun cevabı da taktiksel önderliktir.
Filmin en güçlü sahnelerinden biri savaşın ortasında yaşanır. Yang bir soru sorar: “Sen sadece galip geleceğin zaman mı savaşırsın?”
Bu son derece motive edici bir sorudur. Aynı zamanda bir tercihin anatomisidir. Sadece galip geldiğinde savaşılacaksa savaşın anlamı nedir? Mücadelenin değeri nedir?
Teslim olmamak temel meseledir. Ölüm varken ben yokum, ben varken o yok! Gerisi hal olur.
Savaş bağlamında belki bir konuya daha değinmek iyi olacaktır. Özel savaş, savaşların en fecisidir. Savaşmadan savaşmak, kazanmadan kazanmak oluyor. Çökerten de var eden de o oluyor ve bu savaş tarihi ile eşdeğer bir durum.
Diğer bir şey, savaş dediğimiz olgu, inanç ile çok alakalıdır.
İnanç düşerse silah da düşer. Silah düşer ama inanç ayakta ise o savaş bitmiş sayılmaz.
4- Şaman!
Her toplumsal mücadelenin bir geriye çekeni vardır. Bu bazen örgütlüdür bazen de bireyseldir. Tabii ilgili habitatın hacmine göre değişir durumlar.
Bazen kültür ve inanışlar her şeyi belirler. 645 yılında yaşanmış bir savaş filmi için elbette din faktörü de çok güçlü kabul görmesi anlaşılırdır.
Filmde savaşı dışarıdan yöneten, yönlendiren bir şaman karakteri var. Tanrının mesajını iletiyor savaş kumandanlarına. Galip olanın yanında, yenilmesi gerekeni de çökertme planı ile teslim olmaya zorlayan bir işlevsellik.
Şaman savaşın en kızgın anında direnen Ansi halkına gider ve “teslim olun, başka şansınız yok” der. Bunu da tanrıdan aldığı mesaja bağlar. Tanrı işi gücü bırakmış yenilenlerin moralini bozmakla meşgul! Yang kendi kaderinin rotasını çizme kararı alır ve kutsal çağrılara kulak tıkar! Buna inanmamaktadır, inanmak istememektedir.
Haliyle savaşı kazanmak artık mesele değildir. Mesele nasıl öldüğündür.
Kendine ihanet edip gitmek mi, direnip kalmak mı?
Bu seçimi birçok şey tetikliyor. Film de buna dair cömertçe soru ve şartlar sunuyor.
5- Kimlik!
Savaşın sonucunu belirleyen faktör kimlik oluyor. Birleştirici bir etken olarak karşımıza geliyor. Yönetmen basit bir milliyetçilik tartışması yerine mücadele etmek için yeterli olabilecek tek neden olarak da veriyor durumu. Vatan haini ilan edilen Yang’ı öldürmek için gelen genç asker, en sonunda onu kurtarmak için ölüm fermanını verenlere yalvarmaya gider. Öldür emrini veren komutan sorar, neden bu dönüşüm? Neden yardım edelim bu vatan hainine? Genç asker tek bir cevap verir: “O sıradan bir vatandaştır. Onun tek özelliği Goguryeo vatandaşı olması” der. Bu cevap herkesi tatmin eder ve durumlar değişir. Soslu kimlik anlatımı yerine, ‘vatandaşlık’ bağı üzerinden bir değinme, genel akış içinde filmin bu yönünü güçlendirmiş denilebilir.
***
Toparlarsak,
İnce Memed külliyatının tek cümlelik özetini sorarsanız, bana göre “Direnmek haktır” dediği kısımdır. Evet bundan daha güzel bir hak yoktur.
Dımdım Kalesinde de direniş olur, Ansi Kalesinde de.
Ansi halkı bir bütünen direnmeyi seçerken teslim olmayı da lügatinden atıyor.
Yaşamak, anlamı ve amacı olan bir eylemdir. Belki en baştan farkına varılması gereken budur.
Teslim olmak, itaat etmek karanlığı harlamaktır.
İlla hayatta kalmanın bazen ölümden beter olduğu savına değinen yönetmen, direnmek isteyen için yeterli yollar olduğunu, bunu tercih etmeyen için ise çok daha fazla yol olduğunu tarihsel bir realite üzerinden veriyor.
Sonuç olarak Ansi düşmez. Düşmediği gibi de yol gösteriyor ve varlık olarak yeni bir ethos ile pathosun köşe başı oluyor.
Ansi yıllar önce yaşanmış olabilir ama kalenin içinde yaşanan duygular ve bu duyguların yaşanma, sonuçlanma halleri hâlâ capcanlıdır. Hâlâ bizim için gündelik yaşamda ve siyaset kanallarında aktiftir. Kendimizi sıkışmış hissedebiliriz, lakin çıkış hep vardır…(ÖA/AÖ)