Dünyanın çeşitli ülkelerinde çok sayıda kadın davet edilmişti. Hepsi kendi alanlarında kariyer sahibi kadınlardı. Saddam yönetimi Irak'ın kadınlara önem verdiğini belli etmek istiyordu.
Konferansın açılışında Saddam da konuşma yaparak kadınlara verdiği önemi anlattı. Biz Türkiye'den iki kadın gazeteci davetliydik. Cumhuriyet Gazetesinden ben, Milliyet Gazetesinden de Zeynep Oral.
Tüm dünya kadınları ile birlikte çok güzel ağırlandık. Her gece bir başka Bağdat bahçesinde üstü bin bir çeşit yiyeceklerle donatılmış uzun masalarda ziyafetler ve su gibi akıtılan viskilerin bulunduğu davetler veriliyordu.
Kalkan balığı formunda koskoca nehir balıkları yerde kumda yakılan ateşlerde pişirilip sunuluyordu. Zeynep'le birlikte, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Irak'ı işgalinden sonra yağmalanan ünlü Bağdat müzesini hayranlıkla gezmiştik. Babil'in ünlü asma bahçelerinin bulunduğu yerleri de gezdik.
Çölde bir küçük gölün kıyısında inşa edilmiş sosyal tesise götürülürken kum fırtınasına yakalandık, arabamız bozuldu, Iraklı şoför "No problem" diye güldükçe sinir olduk filan... Böyle anılarım var Irak'tan.
Bağdat'ta en büyük sıkıntımız ise Enformasyon Bakanlığı'nın önümüze koyduğu engeller oluyordu. Her ne yapmak, nereye gitmek istesek mutlaka Enformasyon Bakanlığı'ndan izin almak gerekiyordu.
Benim asıl sıkıntım ise haber yazacak daktilo bulamayışımdı. Elbette o zamanlar bilgisayar teknolojileri yoktu. Haberleri daktilo ile yazardık. Ben de çanta gibi daktilomu da yanımda götürmek istemiştim. İşte ilk şoku o zaman yaşadım.
Irak'a daktilo girmesi yasak...
Benim için Saddam ve yönetimi işte o anda bitmişti. Daktilodan korkan bir lider dünya kadınlarına hikaye anlatıyor... Daktilo neden yasak? İnsanlar fikirlerini yazıp çoğaltamasınlar diye.
Hani 12 Eylül 1980'den sonra yakalanan bazı gençler TV ekranlarında, suç aletleri olarak kitaplar, daktilo ve teksir makineleri ile gösteriliyordu ya. Dikta rejimlerinin en korktuğu şey fikirlerdir. Fikirlerin, düşüncelerin dolaşmasını engellemeye çalışırlar.
Saddam da ülkesini dünya kadınlarına güzel göstermeye çalışırken bir yandan da daktilodan korkuyordu. Yani fikirlerin dolaşımından..
Bakın o korku onu nereye getirdi. Fikirleri bastırdıkça karşı çıkanları çoğaldı, karşı çıkanları yok etmek istedikçe elleri kanlandı. Zalimliğin tüm sınırlarını aşınca gözü döndü. İran'la 10 yıl savaşırken belki de ABD'den de destek gördü.
İşte kendine o güvenle Kuveyt'i yutmak istedi. Kuveyt'i işgal etmekle de hayatının hatasını yaptı. Büyük bir petrol denizinin üstünde otururken, komşudaki petrolü de ele geçirebileceğini zannetti. Ona Kuveyt'i yedirmeyeceklerini göremedi.
Saddam Irak gibi farklı dinlerin, mezheplerin, etnik grupların bir arada bulunduğu bir ülkeyi baskı ve kanlı bir rejimle ve cehaletle yönetmenin daha kolay olduğunu gördü.
Zor olan bu ülkeye fikir özgürlüğü, tartışma ortamı tanımaktı. Halkı eğitip bilinçlendirerek sorunlarını tartışarak uzlaşarak çözmelerini sağlamaktı. Bu görüşü ve demokrasiyi benimsemek yöneticilere nedense hep zor geliyor.
Petrol gelirlerini, milyonlarca doları, insanlarını geliştirmek yerine, savaşlarda yok edilen silahlara, yer altı sığınaklarına, uçaklara yatırdı.
Irak'tan döndükten sonra orada daktilosuz olduğum için yazamadığım yazıları elbette gazetemde yayınlamıştım. Bizim vize işlemlerini halleden Ankara'daki Irak Büyükelçiliği'nden, yazdıklarımdan Bağdat yönetiminin asla hoşnut kalmadığı yolunda sinyaller gelmişti.
Eh n'apalım, onlar davet etti, en güzeli göstermeye çalıştı ama bu gazeteci takımı böyledir işte. Kendisine gösterilen güzellerin yanı sıra saklanmaya çalışılan kötü yanları da görür ve yazar..
Evet, saç sakalı uzamış, galiba uzun aylar boyunca bir delikte saklanmış, iki oğlunu birden yitirmiş bir Saddam'ın son tablosunu ibret için seyrettik. Yanında taşıdığı binlerce ABD doları da, aşireti de onu kurtaramadı, hatta belki de ele geçmesine neden oldu. Irak'tan kaçtığını düşünenler de yanılmıştı. Çünkü onu galiba hiçbir rejim kabul etmek istemedi. Ya da o kaçacağı ülkelerin elinde oyuncak olmaktan korktu.
Daktilodan, düşünceden ve fikirden korkan yöneticiler, çağımızda artık teker teker yok oluyorlar. Yeni yöneticiler, demokratik olmak zorunda. Sorunları tartışma ve uzlaşma ile çözmesini bilenler, saydamlık ve açıklıktan yana olanlar işbaşına gelmek zorunda. Diktatörlerin çağı kapandı.(FÖ/NM)