NTV, CNNTürk, TV8, SkyTürk, Habertürk gibi haber ağırlıklı TV'ler belgeseller, yorum ve izlenimler ve naklen yayınlarla vefatı izleyen neredeyse her saati izleyicilere aktarırken, radyo ve gazeteler de üç gün boyunca Sabancı'nın vefatını ve bu olayın yankılarını çok geniş bir şekilde aktardı. Zaten yoğun bakıma alındığında da manşetlere çoktan çıkmıştı.
Öncelikle teknik ve mesleki kriterleri göz önünde tutarak, bu Sabancı "coverage"ının (izleme ve aktarmanın) içerik ve süre/sayfa olarak haber değerini mübalağalı olarak aştığını, ihlal hatta iğfal ettiğini belirtmek gerekir.
Türkiye'yi hiç bilmeyen ama Türkçe bilen bir yabancı okur, radyo ve TV programlarını izleyip gazeteleri okusa, Sakıp Sabancı'yı bir peygamber, bir imparator, bir kral ya da bir melek sanır.
Haber değerinin diğer önemli unsuru olan, toplumdaki doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen insan sayısı konusunda da Türk medyası abarttı.
Sakıp Sabancı'nın ölümü elbette ailesini, yakınlarını ve Holding ile çevresini doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir ama bu vefatın Hakkari'deki ya da Edirne'deki yurttaşın günlük, siyasal, toplumsal, kültürel yaşantısı üzerinde hiç bir doğrudan ya da dolaylı etkisi olmamıştır.
Medya organları da Sabancı ailesi ya da Sabancı Holding için yayın yapmadıklarına göre, bu "coverage" abartılıdır. Üstelik de kasıtlı, bilinçli...
Neden?
Bu sorunun kuşkusuz birden fazla yanıtı var. Ben Salı günü derslerimde öğrencilerle bu konuyu tartışmaya açtım ve ilginç sonuçlara vardık:
* Sabancı Holding Türkiye'nin en büyük üç reklam vereninden biridir. Dolayısıyla Türk egemen medyasının bu abartılı "coverage"ı medya organlarının önemli bir reklam verenine aşırı saygı gösterisi olarak algılanabilir. (Kimileri buna yalakalık diyor ama...)
* Türk medyasının yüzde 60'ından fazlasını kontrol eden Doğan grubunun sahibi ile Sabancı ailesi 'par alliance' akrabadır. Dolayısıyla bu abartılı "coverage"ı aile içi destek olarak da değerlendirmek mümkün.
* Türk medyasının önde gelen medya mülkiyetine sahip kişileri (Aydın Doğan, Mehmet Karamehmet, Turgay Ciner, Ferit Şahenk...vs...) Sakıp Sabancı gibi birer büyük işadamıdır. "Coverage"daki abartı, iş adamlarının kendi aralarındaki bir post-mortem dayanışma örneği olarak de algılanabilir.
* İnsan, her ölümde, özellikle de yakınlarının, yaşıtlarının ve meslektaşlarının ölümünde biraz da kendi ölümünü görür. Doğanlar, Karamehmetler ve Şahenk'le, Sabancı'nın ölümünde biraz da kendi ölümlerinin provasını mı yaptılar acaba?
Sabancı'nın vefatının medyadaki abartılı yansıması, kuşkusuz gerçek hayattaki bazı abartmaların da sayesinde kendine uygun bir zemin buldu. Aslında pek kimsenin anlayamadığı ama üzerinde fikir yürütmediği en önemli olay, Genel Kurmay Başkanının Pazartesi günü düzenleyeceğini ilan ettiği basın toplantısının, cenaze nedeniyle ertelenip Salı'ya kaydırılması...
Bir devlet, bir genel kurmay plan, taktik ve stratejilerini bir özel sektör mensubunun önceliklerine göre mi düzenler? Orgeneral Hilmi Özkök'ün tercihi siyasi bir tercihtir ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin ne zaman kime daha fazla imtiyaz tanıdığını göstermesi açısından anlamlıdır. (Kimileri buna anlamsızdır diyor ama...).
Sakıp Sabancı'nın medyatik ve güler yüzlü bir kişi olması, ayrıca bilim, kültür, sanat ve eğitim için önemli hayır işleri gerçekleştirmiş olması kuşkusuz olumlu noktalar olarak değerlendirilebilir, popülaritesinin kaynakları olarak anlaşılabilir.
Ne var ki bir gazeteci hatta bir yurttaş, görünenin ötesine bakmak için bir dizi soru sorup buna yanıtlar aradığında farklı bir manzara ile karşılaşabilir:
- Sakıp Sabancı'nın halka ve medyaya yönelik konuşmalarını neden yapmacık bir Kayseri şivesiyle yaptığını merak etmiyor musunuz?
- Bilim, kültür, sanat ve eğitim faaliyetlerinin hangi kesimin bilim, kültür, sanat ve eğitim ihtiyaçlarına yanıt verme gayreti içinde olduğunu hiç düşündünüz mü? (Mesela elini sallayan lise mezunu Sabancı Üniversitesine girebiliyor mu?)
- Bu alandaki yani "charity" denilen (İnsan eksenli Philanthropy ile karıştırmayalım) hayır faaliyetlerinin vergiden düşmek için kullanıldığını aklınıza getirdiniz mi hiç?
Bir TV yayınına göre kişisel serveti 5 milyar dolar civarında olan bir iş adamının ölümü kaçınılmaz olarak züğürtlerin çenesini yoracaktır. Ama biraz meraklı isek, bu devasa servetin çalışarak, yani alın teri ile sağlanmadığını herhalde biliyoruz.
Türkiye'deki büyük iş adamlarının geçmişlerine bakıldığında, savaş döneminde karaborsacılık ya da el koyma gibi pek de hoş olmayan zenginlik kaynaklarıyla karşılaşıyoruz.
Bu konular medyada pek gündeme getirilmiyor. (Kimileri hiç getirilmiyor, diyor...). Bir öğrencim Sabancı Holdinge bağlı onlarca işyerinden üçünde halen grev sürdüğünü ama egemen medyanın bunu haber yapmaya bile tenezzül etmediğini söyledi. Bir başka öğrencim, 'Sabancı, Başbakanla son görüşmesinde, Aman Tayyip Bey şu grevler olmasa...' demiş olduğunu aktardı.
Bu 'ağam' muhabbeti de can sıkıcı... Akıllarınca Anadolu sempatikliği yapacaklar. Oysa ki 1923 kanunları 'Ağa', 'Bey', 'Şeyh' gibi sıfatların kullanımı yasakladı.
Bizim medyanın üzerinde durmadığı bir başka olay da Sakıp Sabancı'nın kardeşini neden ve kime kurban verdiği... Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde Kürt meselesine 'Bask modeli' öneren Sabancı, Alparslan Türkeş'in 'Ağam çizmeyi aşıyorsun' tehdidinin ardından 'faili meşhur' bir şekilde kardeşini işyerinde kaybetmişti.
Amerikan Mafya filmlerinde birine bir mesaj verilecekse, o kişinin kardeşinin değil mesela sevdiği atın kellesi, söz konusu kişinin kapısının önüne atılır. Bask modelinden sonra doğrudan siyasi ve hassas konulara girmemeyi tercih etmek zorunda kalan Sabancı'nın cenazesinin devlet eliyle ve töreniyle düzenlenmesi de manidar.
Sanayici, tüccar, bilim (?) adamı telefonlara koşuşup mikrofonların karşısına geçiverdi hemen: Rahmetli beni çok severdi! Yurtseverdi, çok hoşgörülüydü, bir keresinde bana demişti ki...
Hele biri, bir iktisat profesörü, yurtdışında imiş, hemen telefona sarılıp bir haber kanalına bağlanıp acil taziyelerini iletti. Bir yarış ki sormayın... Hepsi de ilkokul tahrir ödevi düzeyinde.
Akla gelebilecek her türlü olumlu ve övücü sıfatı kullanan Türk egemen medyası, Sabancı'nın ölümcül bombardımanı ile sınıf farklılıklarını kaldırmayı denerken, yurttaşlara tek yanlı bilgi verdi.
Övgüde ve sövgüde bir türlü dengeyi tutturamayan medya, hakiki Sakıp Sabancı'yı değil, iş adamlarının, sanayiinin, burjuvazinin kafasındaki ve gönlündeki Sabancı'yı yansıttı.
Bir öğrencim, egemen medyanın üç gün boyunca Sabancı Holding'in basın ve halkla ilişkiler bürosunca yönlendirilmiş olabileceğinden kuşkulandığını söyledi. Bir diğeri, 'Cenazeyi bile Sabancı markasının prestijini güçlendirmek için kullandılar' dedi.
Sonuç olarak Sakıp Sabancı'nın hakiki ölümü her ölüm kadar doğal ve trajikti. Sabancı'nın medyatik ölümü ise sadece trajikti. (RD/NM)