“En zoru yaşadığım kayıplardı. İnsanların hayatımdan gitmesine izin vermek zorunda kalmak... Abilerim yirmi beş yaşına geldiklerinde farklı senelerde, farklı sebeplerden öldüler. Biri lösemiden öldü. Biri intihar etti. Birine de bisiklet sürerken araba çarptı. Hepsi de öldüğünde yirmi beş yaşındaydı. Abilerimden ilkini kaybettiğimde ben on dokuz yaşındaydım. Son abim öldüğünde ise yirmi üç.”
Ruth 44 yaşında. Belçika’da küçük bir kasabada dünyaya gelmiş. Tek bir mesleği yok. Çevre ve permakültür projelerinde çalışan, zaman zaman “Renkleri Hissetmek” adlı teknikle seanslar yapan, doğayla bağlantısı kuvvetli bir kadın.
“Uzun süre izole bir yaşam sürdüm. İhtiyacım olan yardımı doğada buldum. İçinden geçmek zorunda olduğum o zor zamanlarda; önümü göremediğim, artık hiçbir şeyden emin olamadığım, kayıp hissettiğim o zamanlarda… Yeryüzünün frekanslarını hissettiğim, doğanın beni iyileştirdiği, sarıp sarmaladığı, bağrına bastığı hissi. Ben de evrene teşekkür edip toprağın beni yeniden şarj etmesine izin verdim.
Bir süre, elementlerin şehre temas etmeden, saf haliyle yer aldığı bir yaşam sürdüm. Yemeğimi ateşte pişirdim, suyu dağdan içtim. Bahçe düzenledim. Ara ara seyahat ettim ama uzun süren bir yalnızlığı yaşadım. Çok insanla bir araya gelmedim. Böyle olunca enerji kendi içerisinde başka bir alan yaratıyor. Ve doğa kendine daha derin bir şekilde yer bulabiliyor. Hepsi uyum içerisinde. Bunlar olduğunda insan şaşırıyor. ‘Vaaooovvv!’ Onu kaybetmek istemiyor insan. Bunu daha çok beslemek istiyor. Kurulan bu bağ bir insan olarak beni besliyor. Onu kaybedince tamamen kaybolmuş gibi hissediyorum. Doğayı hissedemiyorum.
Annem ve babam için abilerimin ölümlerini kabullenmek daha zor bir süreçti. Çünkü onlar suçluluk duygusuyla da baş etmek zorunda kaldılar. Ama hem annem hem de babam bu kayıplardan sonra yine de kapatmadılar kendilerini dünyaya, açık kalmayı başarabildiler. Hayatı -ellerinden geldiği kadarıyla- layıkıyla yaşayıp minnet dolu kalabildiler.
Bundan hepimizin öğrendiği bir şey oldu. Hayatın gizemini kabul etmek zorundayız. Demek ki böyle olması gerekiyordu. Her birinin arka arkaya ölümü... Bir aile için bu çok fazla. Bizim algılayabileceğimizden daha büyük bir şey olmalı bunun arkasında. Bu, hayatın biraz daha gizemli hallerine açılmamızı sağladı. Çünkü bu kimsenin hatası değil, anne babamın karması ya da hatası değil. Bunun için cezalandırılmaları gerekmiyor.
Bazen yeni tanıştığım insanlarda abilerimi gördüğüm olur. Her birimiz tekiz ve kendimize has özellikler taşıyoruz. Onların farklı insanlarla geri gelmesi çok iyi geliyor. En büyük abim, çok sevgi dolu ve paylaşımcı, verici bir insandı. İnsanlarla güzel bağ kurardı. Diğeri arayış içindeydi. Gerçeği aramanın peşindeydi. Varoluşa dair merakı vardı. Ama radikal bir arayıştı. Acıması yoktu. (Ruth burada gülüyor.) Sonuncu abim sadece iyiydi. Saf bir iyilikti onunki. Zaman zaman onları hatırlatan birileriyle tanışmak iyi geliyor.
Çocukluktan hatırladığım en güzel anım çok basit aslında. Ailecek denize giderdik. Annem babam sürpriz yaparlardı, sabah erkenden bizi uyandırırlardı. ‘Hadiiii, denize gidiyoruuuzz!’ Mutlu günlerdi. Doğada hep bir arada olduğumuz günlerdi. Güzel zamanlardı.”
Renkler
“Seyahat ederken ‘Renkleri Hissetmek’ (Feeling Colours) tekniğini geliştiren bir kadınla tanıştım. Bu tekniğe göre renkler görülmez, hissedilir. Çünkü renkler frekanslardır. Işıktır. Kırılan ışık parçaları renkleri yaratır. Bu frekansları bizler hissederiz. O yüzden körler renkleri hissederek bilirler. Maviyi hiç görmemiştir, ama o titreşimi tanır.
Kişi kendi rengini giyindiğinde görünür olur. Başkaları karşısında görünüşü değişir. Daha sağlıklı, daha uyumlu hale gelir. Kendi olur. Renkler insanların görünüşüne, güzelliğine dair, dış dünyaya dair kullanılır ama içedönük etkisi çok daha fazladır.
Bunları ilk duyduğumda pek inandırıcı gelmemişti. Çünkü, sadece ‘renk işte’ diye düşünürdüm. Sonra bu seansı yapan bazı arkadaşların renklerini bulduktan sonra daha çok kendileri olabildiklerini, enerjilerinin değiştiğini fark ettim. Hikâyelerini dinledikten sonra ilgimi çekmeye başladı.
Seansta gözleri kapalı olan kişi, üzerine konan farklı renkteki her kumaşla hislerini gözlemlediği bir ruh hali içine girer. Seansta ayna da kullanılır. Aynaya bakan kişi yalnızca yüzünü görebilir, üzerine geçirilen rengi görmez. Bedeni, bakışları ve ifadesi renge tepki verir ve kişi üzerindeki rengi görmeden bedenini, bakışını, yüz ifadesini gözlemler. Kimi zaman bakışı daha özgüvenli olur, ifadesi daha güvenli olur ya da enerjisi düşer. Bu, beden dilini de değiştirir. Kişinin sesinde, nefes alıp verişinde bile değişim olur. Renklerin etkisi sandığımızdan büyüktür. Bu etkileri herkes hisseder. En inanmayan kişi bile hissettiğinde şaşırır. Çünkü daha önce dikkat etmediğimiz bir şey bu.
Rengimi bulmak bende iki şeyi değiştirdi. Daha görünür hale geldim. Öncesinde saklanmama yardımcı olan renkleri seçiyordum. Hayatım da böyleydi, bir süre saklanarak yaşadım.
Bence insanlar da bilinçaltında seçtiği renklerle saklanmayı tercih ediyorlar. Çok görünmeyecekleri renkleri seçiyorlar. Genellikle bizim sevdiğimiz renkler değildir bu seanslarda çıkan renkler. Çünkü kişi bilinçli olmadan bir direniş hali içerisindedir. Ve renkler bunları ortaya çıkarır. Çünkü kolay değildir kişinin parlaması ve sahne ışıkları altında olması. Hepimiz isteriz ama aynı zamanda korkarız da. O yüzden saklanırız çoğu zaman.
Kendi rengimi bulduğumda aslında kendimde bir çok şeyi baskıladığımı fark ettim. Renklerle birlikte bunları açığa çıkarmanın da aslında bir seçenek olduğunu gördüm. Bunu hayatım boyunca reddettiğim o renkleri kullanmaya başlayarak yapabileceğimi fark ettim. Renkler güçlüdür, artık arkadaşın olurlar. Kendi rengimi bulmam daha güvende ve daha huzurlu hissetmemi sağladı. Daha önce ruhumda giremediğim kapıları açmamı sağladı. O rengi bulduğunda insan eve varmış gibi oluyor. Rengi bir yerde insanın evi oluyor.
Pembe! Asla giymeyeceğim bir renkti. Muhtemelen erkeklerle büyüdüğüm için kendi feminen yanımı kabul etmeyişimdi bu. Pembe giydiğimde parlıyordum. Kadın oluyordum. Ama pembe giymeye başlamak da kolay olmadı. Yavaş yavaş... İnsanların tepkilerini görerek... Sadece görüntümü değil, nasıl hissettiğimi de değiştirdi pembe giymeye başlamak. Bu tarafımı kabul edip dünyaya da bunu göstermek istedim. Pembe giydiğimde kendimi daha güçlü hissediyorum. Sanki enerji yüklenmesi gibi. Pembe giydikten sonra aynada (rengi görmeden) kendi yüz ifadelerimi gördüğümde ‘Tamam, ben bu kadın olmak istiyorum!’ diye düşündüm. Hani şey gibi… ‘Tanıyorum seni! Sen olmak istiyorum!’ (Gülüyor.)
Bence herkes daha çok kendi olabilme amacı taşır. Bize kültürel olarak öğretilmiş olan her şeyi unutup gerçekte kim olduğumuzu bulabilmek ve kendimizi kabul edebilmek. Onunla barış ilan etmek. Kendimizi bilmek. Çünkü bu da bir süreçtir. Şaşırırız. Daha çok keşfetmek, daha çok parlamak, dünyaya daha güzel niteliklerle katkı sunmak. Sanırım yapabileceğimiz en iyi şey budur. Sahip olduğumuz özelliklerle birlikte tam olarak kendimiz olabilmek. Çünkü rengimizi bulduğumuzda evin yolunu da bulmuş oluyoruz.”
Hikaye Anlatıcı: Sinem Taş
Editör: Perçem U. Yıldızbaş
Projeye dair detaylar: https://www.instagram.com/autruitr
(ST/EMK)