* Fotoğraf: Esquire
Ursula K. Le Guin anarşist, feminist ve derin bir düşünürden daha fazlasıydı, dönemin en büyük bilimkurgu yazarlarından biriydi. Le Guin yalnızca titiz becerisi ve hayali dünyaların gerçekçi ayrıntılarıyla değil, aynı zamanda ruhun ahlaki kaygılarıyla da tanınır.
İnsandaki hayal gücünün yeteneğini savundu, fantezinin yetişkinler ve çocuklar için ahlaki bir kutup olabileceğine inandı. Ayrıca “bilimkurgu edebiyatının hanımefendisi” tanımlamasına üzülür ve kendisini Amerikalı bir romancı ve şair olarak tanımlamakta ısrar ederdi.
Le Guin’in babası önde gelen bir antropologdu, annesi bir psikolog ve yazardı. Yazar bir anneden dünyaya gelen Le Guin, çocukluğunu farklı kültürlerden insanlarla iç içe geçirir. Sömürgecilik ve sömürücü sorunlar, onun tüm dünyasını etkisi altına alır.
Bu yüzden en iyi yaptığı şey antropolojiyi ve sosyal psikolojiyi saf edebi ustalıkla birleştirmekti. Kim olduğumuz ve cinsiyetin bizim için ne anlama geldiği gibi fikirler üzerinde birey ile toplum arasındaki çatışmayı konu etmeye çalıştı.
Yazma serüveni ve ardı kesilmeyen ödüller
Beş yaşında yazmayı öğrenen Le Guin, ilk kısa öyküsünü dokuz yaşında kaleme alır. On bir yaşında ise yazdığı öyküsünü, “Astounding Science Fiction” dergisine gönderir. Ancak öyküsü reddedilir. Le Guin, yaşadığı hayal kırıklığı üzerine bir süre yazdıklarını hiçbir yere göndermez.
Tabii hemen pes etmez, yazma serüvenine devam eder. Yıllar geçtikçe, Le Guin edebiyat dünyasının özellikle antropolojik ve feminist bilimkurgunun bir devi haline gelir.
22 romanının yanı sıra 11 öykü derlemesi, 5 eleştiri eseri, 13 çocuk kitabı ve birkaç cilt şiir yayımladı. Eserlerindeki genetik mühendisliği, cinsiyet, savaş ve çevresel yağma ile ilgili büyük keşiflere kadar yelpazesi çok genişti.
Dünyanın en önemli yazarlarından biri olan Le Guin, Neil Gaiman, Margaret Atwood, China Melville ve Salman Rushdie gibi tanınmış edebiyat ikonlarını etkiledi. Hiç şüphe yok ki “Star Wars” serisi ondan çok şey ödünç aldı.
Yazın hayatı boyunca pek çok ödül kazanan Le Guin, kaleme aldığı “Karanlığın Sol Eli” adlı romanıyla bilimkurgu dünyasının en prestijli ödüllerinden ikisi olan sekiz Hugo Ödülü ve altı Nebula Ödülü’nü kazanmıştı.
Ayrıca Le Guin, ABD edebiyatına katkıları nedeniyle, ABD Kongre Kütüphanesi tarafından “Yazarlar ve Sanatçılar” kategorisinde “Yaşayan Efsane” seçildi. 2002’de ise PEN Malamud Ödülü’ne layık görülür. Ancak Nobel Akademisi, belki de kapitalizm eleştirisinin şaşmaz bir sesi olduğu için onu ödülleriyle onurlandırmaktan kaçındı. Hegemonya araçları ve ataerkilliğin geleneksel tapınakları, onun için hiçbir şey ifade etmiyordu.
Gerçek şu ki, edebiyat dünyasındaki ününü fantastik romanlarla kazanan Le Guin, kırktan fazla dile çevrildi. Eserleri ilk ortaya çıktıklarından beri hala basılıyor. Okullarda öğretilen edebiyat, ikonik tür modelleri; Amerikan üniversitelerinde ise ütopya ve cinsiyet çalışmaları olarak benimsendi.
Bir anarşist, bir feminist ve bir ateist
Le Guin hakkındaki yazıların neredeyse tamamında, anarşist, feminist ve ateist olarak tanımlanır. Taoizm ile olan yakın ilişkisine de değinilir. Zaten kendisi de bu sıfatları sahiplenir; öykülerinde ve romanlarında anarşizmin, feminizmin, Taoizm’in etkileri güçlü bir şekilde hissedilir.
1951 ve 1961 yılları arasında yazdığı ilk beş romanı, onları erişilemez bulan yayıncılar tarafından reddedilir. Neyse ki, Le Guin özgünlüğüne ve yazdığı temalara sadık kaldı. Dünyalar arasındaki çatışmalara ve ırk, cinsiyet, etnik köken, cinsellik ve sınıfın bu çatışmaları nasıl etkilediğine odaklanmaya devam etti. Antropolojiyi uzaya fırlattı. Ataerkil hegemonyaya hep karşı çıktı.
İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık yıllarını görmüş, Soğuk Savaş Dönemi’nin “bizler ve ötekiler” dünyasını yaşamış, 1963’de Martin Luther King’in “I have a dream” sözleri ile büyülenmiş, 68 kuşağının devrimci özgürlük taleplerini teninde hissetmişti.
Vietnam Savaşı’nı, ABD’yi, çevreyi yok eden ve zihinleri zehirleyen kapitalist sistemin en şiddetli eleştirmenlerinden biriydi. Anarşist gençler ilham almak için onu ziyaret ederdi. Le Guin bir anlamda anarşistti. Ancak onun için anarşizm, dünyayı görmenin başka bir yolu da hayal gücünü serbest bırakmaktı. Anarşizm hakkında alıntılanan en ünlü cümlesi şudur: “Herhangi bir insan, egemenliğine direnilebilir ve iradeyle de devrilebilir. Direnme ve değişim genellikle sanatla başlar.”
Le Guin’in “anarşist ütopyacı roman” olarak nitelendirdiği “Mülksüzler” romanı da Hugo ve Nebula ödüllerine layık görülür. Bu roman dünya çapında büyük ilgi görür.
Fantezi ve bilimkurgu ustası
Edebiyat dünyasında hiç kimse edebi fantezi yazma sanatını Le Guin kadar ilerletmemiştir. Kısa sürede fantezi türünün bir direği haline geldi; tarzı her zaman kusursuz, temaları ise her zaman eşsiz ve ilgi çekiciydi.
Her zaman olduğu gibi kabul etmeyi reddettiği bir dünyadan geçen Le Guin, hayal gücü ve kilden yaptığı kelimelerle meydan okuyarak, başka mekanlar yaratmaya çalıştı. Her biri kendi gerçekliğimize bakan ve yaşadığımız trajedinin kaçınılmaz olmadığını bize gösteren elli yıllık kurgulardır.
Bilimsel “düşük sanat” damgasını kullanabilen birkaç yazardan biriydi. Le Guin’in eserleri, edebi koleksiyonlarda diğer bilimkurgu yazarlarından daha fazladır. Le Guin, kârın değil hayal gücünün sanatçıya ve ifadeye rehberlik etmesi gerektiğine inanıyordu.
Fantezi ve bilimkurgu romanları, hayal kırıklığına uğrayanların gerçeklikten kaçması için bir alandı. Bu yüzden Le Guin, insanlar için daha iyi bir yarının vaatlerini araştıran bir düşünce deneyleri laboratuvarıydı. Yazılarında ve siyasi faaliyetlerinde olduğu kadar kültürel atmosferdeki sosyal varlığı da eleştirmek ve meydan okumakta hiçbir zaman geri durmadı.
Le Guin’in kurguları genç-yetişkin maceralarından alaycı felsefi öykülere kadar uzanır. Okuyucuları hayal gücünün “iç toprakları” olarak adlandırdığı yerlere çekmek için zorlayıcı öyküler, titiz anlatı mantığı ve yalın ama lirik bir tarzı birleştiriyor. Böyle bir kurgunun ahlaki bir güç olabileceğine inanıyordu.
Le Guin’in gezegenlerindeki iklimler, uygarlık nedeniyle tahrip edilmiş, yağmalanmış bir “uygarlık-iklim” döngüsündedir. Romanları aracılığıyla girdiğimiz gezegenlerdeki kapitalizm, otokrasi, anarşi, despotizm, sömürgecilik gibi kavramlar siyasal sistem ve iklim koşullarına göre gelişir.
Yazdığı fantastik ve bilimkurgu romanlarıyla, anlattığı öykülerle gerçekliği bozguna uğratmadan, hayal gücünün zihni özgürleştirdiğinden söz eden Le Guin, bize sürekli alternatif evrenler sundu. Kurgusal dünyaları, saf gerçekçilik ve fantezi karışımıyla okuyucuları cezbetti. Kurgusuna savaş ve yoksulluk gibi sosyal meseleleri koyarak, okuyucularını fantezi dünyasına yakınlaştırdı.
En ünlü romanları belki de “Mülksüzler” ve “Yerdeniz Büyücüsü”dür. Ancak eleştirmenlerin çoğu, hepsinden daha önemlisinin, benzeri görülmemiş bir akademik ilgi gören ve ister feminist bir edebi metin olarak isterse bir bilimkurgu fantezisi olarak üniversitelerde öğretilen klasik bir modele dönüşen “Karanlığın Sol Eli” olduğu konusunda hemfikirdir. Okuyucuları düşünmeye teşvik etmek için eğlendirmekten çok uzaklara gider. Nitekim şöyle derdi: “Yalnızca fikirler zihinlerde parıldadığında gözlerimiz görmeye başlar.”
Romanlarındaki “düş dünya”
Le Guin, 1960’lardan başlayarak erkek egemenliği, fantezi ve bilimkurgu türleriyle altüst ederek; cinsiyet eşitliğinin, ırksal zenginliğin, sosyal adaletin ve yerel özerkliğin mevcut olduğu bir sosyalist cennet yarattı.
Le Guin, krallara, hükümdarlara, yönetenlere, devlete ve onun kurumlarına, her tür eşitsizliğe, sahip olanlara ve sahip olduklarını bırakmamak için her şeyi yapmaya hazır olanlara karşıdır. İktidarın baskıcı, erkek dilini reddeder; işe önce bu dili bozarak başlar.
Genelde büyücülük, ejderhalar, uzay gemileri ve gezegen çatışması gibi temaları seçti. Ancak kahramanları erkek olsa bile, pek çok bilimkurgu ve fantezi kahramanının maço duruşundan kaçındı. Karşılaştıkları çatışmalar tipik olarak bir kültür çatışmasından kaynaklanır; kılıç savaşları veya uzay savaşlarından ziyade uzlaşma ve özveriyle çözülür.
Romanlarında alışık olduğumuz uzay gemileri, ejderhalar ve çeşitli yaşam biçimlerine rağmen, varoluştan başka anlamlar aramak için başka gezegenlere delege olarak gönderdiği bir antropoloğu profesyonelce yazar.
Le Guin’in romanları fantastik olay örgüsü kullanımına rağmen açıkça gerçekçidir. Öyküleri kurgusaldır, ancak aynı zamanda gerçekliğin en kaba haliyle, tüm karmaşıklığıyla ve çok az ideolojik önyargıyla gerçekçi yansımalarıdır. Kitaplarında bu konuları mitler, tarihsel eklemeler ya da ilgili bir gezegen aracılığıyla karakterlerini en karmaşık felsefi ve mistik tartışmalara dahil ederken bile gerçeklikle temasını sürdürüyor.
Le Guin’in romanlarının her biri, bir devrimden, bir hukuk sisteminden veya iyi bir şey yapma girişiminden doğan ütopik bir dünya arzusunun nasıl kötüye gittiğine dair örnekler sunar. “Yerdeniz Öyküleri”nde, anne ve babasının onun ölü mü diri mi diye endişelenmesine engel olmak isteyen başkarakter, onların zulmüne neden olur. Orgoreyn toplumunda düzen ve kontrol dürtüsü giderek bürokratik despotizme dönüşür. Le Guin, sağlam inançların karşıtlarını en iyi niyetlerle nasıl yetiştirdiğini sürekli olarak gösterir.
Düş dünyasında, aldatıcı sonsuz olasılıklar vardır. Ancak bunların hiçbiri sonuçsuz değildir. Romanlarında, insanlıkta tuhaf olan zayıf, sindirilemez ve farklı olan her şeyi kucaklamaya sürekli vurgu yapar. Yabancının onun dışında değil, ruhumuzun içinde olduğunu her zaman ısrar etti. Bu yüzden aynı şeyi ruhlarımızın dışında da yapabilmemiz için ruhlarımızı kucaklamalı ve kabul etmeliyiz.
Çalışmaları, bugün bile Batı’nın kapitalist ve popüler ideallerinin yerini almaya devam ediyor. Çalışmalarını, Taoizm, Yunan psikolojisi, ekoloji ve insan özgürlüğü gibi kavramlarla yansıtan Le Guin’in ruhu, denge ve birlik arzusuyla doluydu. (ÖÇ/AS)