* Fotoğraf: ruhisu.org.tr
1985 yılında Şişli Camisi’nin kapısından sırtımızda Ruhi Su ile çıktığımızda bir yürüyüşe başladık. Dört bir yanımız çevrilmişti. Şişli’den Zincirlikuyu’ya gelmek için çok itiş kakış yaşadık.
Ruhi bey tam yanı başımızdaydı.
Çok karanlık günlerdeydik. Binlerce insan hapse atılmıştı. İdamlar yapılıyordu ülkede.12 Eylül günleriydi. Biz o 22 Eylül günü Şişli’den Zincirlikuyu’ya Ruhi beyle yürüme inadındaydık.
Şişli’de kulağımızda Ruhi beyin sesi vardı. Hani 1977 yılında söylediği türkü vardı ya, “Şişli meydanında üç kız”
Ruhi beyin o türküde bize bir vasiyeti vardır. “Sorarlar bir gün sorarlar” diyordu.
Onun gür güçlü sesini bayrak gibi aldık elimize dövüşe dövüşe buraya geldik. Tam bu noktaya. Aramızdan 160 arkadaşı araçlara tıkmış sıkıyönetim komutanlığına götürmüşlerdi. Bağırıp çağırıyorlardı onlara. Ama hepsinin aklında, yüreğinde Ruhi bey, direniyorlardı.
Etrafımızı çevirenler bizi ezenlere söz vermişlerdi. Onlar artık bu ülkenin sokaklarına çıkıp ekmek, özgürlük türküleriyle yürüyemeyecekler diye.
Ama…
Ruhi Su oyunu bozmuştu. Biz evlatlarını yanına alıp “bir yürüyüş eylemişti.”
Bizler de hayırlı evlatlar çıktık.
36 sene kalktık geldik, Ruhi Su’ya selam durduk.
Ruhi beyin ölümüne iki yıl kala daha sonra yakılacak Şan Tiyatrosu’nda bir geceyi hatırlıyorum. Yıl 1983. Faşist kurşunlarla katledilen gazeteci Abdi İpekçi adına Yunanistanlı ve Türkiyeli gazeteciler tarafından düzenlenmiş bir ödül akşamı. Programda bir dolu sanatçı var. Bir de Ruhi Su.
Ülkede sıkıyönetim var ve herkes Ruhi Su sahneye çıkarsa etkinliği durduracaklar endişesi içinde. Programda herkesin ismi var. Ruhi beyin yok.
Gecenin sunucusu Halit Kıvanç onu sunmak için sahneye çıktığında adını söyleyemedi “Şimdi beklediğimiz an, beklediğimiz insan” dediği anda ayağa kalktık hepimiz.
“Hepimiz” bin kişiydik o gece.
Bin kişi ayakta Ruhi Su’yu alkışlıyordu.
12 Eylül karanlığına ilk isyan çığlıklarından biriydi o an.
Dakikalarca dinmeyen alkışların ardından Ruhi bey o gece bize şair Nazım Hikmet’in dizeleriyle şöyle seslendi:
“Bu memleket bizim”
O, bu memleketi bizim bilmiş ve memleketin türkülerine de özgürlüğüne de sahip çıkmış, bu ülke için ömrünü vermişti.
Bir sanatçı düşünün, elinde sazı düşmüş ülkesinin yollarına kent kent, kasaba kasaba, köy köy türküleri arıyor.
Türküleri söyleyenler, belleklerinde tutanlar ölüp gittikçe türküler yok oluyor. Türkü demek ülkenin sanatı demek.
Ruhi bey nerede bir türkü varsa ona ulaşmak için koşup duruyordu. Ülke halkı da ona türkülerini emanet ediyordu.
Ülkenin dar kafalı yöneticileri bırakın ona desteği onu durdurmaya çalışıyorlardı.
Bugün elimizde nice güzelim türkü varsa bunları Ruhi bey adeta dövüşe çekişe bize ulaştırmıştır.
Salgın hastalık günlerinde zorluklar içinde yaşamaya çabalayan bütün müzisyen arkadaşlarıma Ruhi Su’nun o büyük kavgasını anlattım.
Kimi duydu, kimi duyamadı umutsuzluk içinde kıydı canına.
Bir yanılgıları vardı. Ülkeyi yönetenler onlara destek verecek sanıyorlardı. Ülkeyi yönetenler ise salgın hastalık ortasında çırpınan müzik emekçilerine sadaka kabilinden destekler verdiler. O da onları hayatta tutmaya yetmedi.
Şimdi 36. yılda biz döndük dolaştık Ruhi Su’ya geldik. Burada bir kez daha toplandık. Bu ülkenin sanatına, sanat insanına sahip çıkmaya.
Ruhi Su’nun bayrağını daha yükseklere taşımaya ant içiyoruz.
Ruhi Su! Duy bizi. Bu ülkenin çocukları konser yasaklarını baskıları, engellemeleri, yasaklamaları göğüsleyip senin yolunda yürüyorlar.
Senin açtığın o kavga bayrağı hep bir yarınlara taşınacak.
Sözümüz söz olsun mu? (ME/AS)