Medya ve siyaset ilişkisini tanımlayan tarihsel sesler arasında “bana medya gücünü verin, dünyayı yörüngesinden çıkarayım” diyen bir ses duyulmuş mudur bilemeyiz ama on üç yıllık AKP iktidarı döneminde medya gücünü böylesine bir hoyratlık ve oburlukla ele geçirmek yönündeki muazzam çabaya hepimiz tanığız.
Geçtiğimiz Mayıs ayında, RTÜK’ün, muhalefet partilerinin kontenjanından seçilmiş dört üyesi, kurumun tarihinde benzeri pek görülmemiş bir açıklama yaparak, bu hoyratlığın ve adaletsizliğin ulaştığı boyutu da gözler önüne sermişti.
Kurul’un dört üyesi bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim öncesi gerçekleştirdiği mitinglerde yayın ilkelerini ve seçim yasasını açıkça ihlal ettiğini, tarafsızlık yeminine bağlı kalmadığını ve Cumhurbaşkanlığı makamının siyaset üstü bağımsız konumunu yıpratarak AKP için oy istediğini belirtirken, bir yandan da televizyon yayınlarında muhalefet partilerine orantısız süreler verilmesinin yayın ilkelerine aykırı olduğunu söyleyerek veryansın etmişti.
CHP, MHP ve HDP kontenjanından seçilen dört üye, savcılara çağrı yapmış, bir üye de RTÜK’ün başkanı ve ilgili yöneticilerini anayasa, RTÜK yasası, seçim yasası ve YSK’nin aldığı kararları hiçe saymakla, ihlalleri görmemekle ve rapor etmemekle ya da ilgili raporları YSK’ya göndertmemek için açık çaba içinde olmakla suçlamış, suç duyurusunda bulunmuştu. Kısacası, muhalefet partilerinin kontenjanından seçilen üyeler, görev yaptıkları kurumun, AKP’nin arka bahçesine dönüştüğü ithamını dile getiriyordu.
Bunun öncesinde de 7 Mart 2015’te RTÜK uzmanları TRT Haber yayınlarına ilişkin hazırladıkları raporda “ihlal” tespiti yapmış, siyasi parti liderlerinin yaptığı mitinglerin yayınında süre bakımından ciddi bir eşitsizlik ve adaletsizlik ortaya çıktığını ve siyasi partiler arasında fırsat eşitliğinin sağlanmadığını belirtmişlerdi. Söz konusu raporda, YSK’nın seçim yayınlarında “siyasi partiler arasında fırsat eşitliğinin sağlanmasının zorunlu olduğu” yönündeki kararına ve RTÜK Yasası’nın “siyasi partiler ve demokratik gruplar ile ilgili tek yönlü ve taraf tutar nitelikte seçim yayını olamaz” hükmüne atıf yapılmış ve Kurul’da görüşülerek kabul edilen rapor, gereği için YSK’ya gönderilmişti. Rapora göre TRT 22 Şubat - 4 Mart tarihleri arasında AKP’ye toplamda 812 dakika yer verirken, muhalefetteki üç partiye toplamda sadece 95 dakika süre ayırmıştı.
Seçim döneminde iyice görünürlük kazanan bu durum esasen pek yeni bir şey değildi. Kuruluşundan bu yana yirmi yılını geride bırakan RTÜK, bu sürenin neredeyse dörtte üçlük bir kısmını AKP hükümetleri döneminde geçirdi ve icraatlarıyla medya alanında siyasi iktidarın uzantısı olarak görülen kurumlardan biri oldu. RTÜK’ün başka türlü bir kurum olma potansiyeli her zaman vardıysa da bu potansiyel hayata geçirilemedi. Görsel işitsel yayıncılık alanının en önemli aktörlerinden biri olması gereken bir kurum, kamu nezdinde uzunca bir dönem “ALO RTÜK” olarak bilinen bir şikayet hattı olmanın ötesinde bir görünürlüğe ve yakın tarihte de sansür uygulamaları haricinde bir bilinirliğe kavuşamadı dense yeridir.
Oysa şimdi 7 Haziran 2015 sonrasında oluşan meclis aritmetiği RTÜK’te her şeyin başka türlü olabileceği bir süreci de başlatmış görünüyor. Artık RTÜK’te mecliste grubu bulunan muhalefet partilerinin kontenjanından seçilen üyelerin çoğunluğa sahip olacağı yeni bir tablo söz konusu. Görev süresi dolan üç üyenin yerini, 15 Temmuz’da yapılacak seçimler sonucunda yeni üyeler alacak. Mevcut durumda AKP’den 5, CHP’den 2 ve MHP ile HDP kontenjanından seçilmiş birer üyenin bulunduğu kurulda, AKP kontenjanından seçilen üye sayısı da 4’e inecek. MHP ve HDP kontenjanının ne olacağı kesin seçim sonuçları YSK tarafından açıklanıncaya kadar tam olarak bilinemese de muhalefetin toplamda 5 üyeyi RTÜK’e göndereceği bilgisi netleşmiş durumda. Kurul’da CHP-HDP ve MHP kontenjanından seçilen toplam beş üye yer alacak. Bu durum, karar alma mekanizmalarının demokratikleşmesi, yayın hizmeti ilkelerinin gözetilmesi, televizyon kuruluşlarının başta habercilik alanında olmak üzere bütün programcılık faaliyetlerinde nitelik, itibar ve güvenilirliğin artması bakımından önemli bir fırsata dönüştürülebilir. RTÜK üyeliklerinde ağırlık muhalefet partisi üyelerine geçmekle birlikte, bu üyeliklerin tek bir partiye değil üç partiye dağılmış olması bakımından da kararlarda müzakere zemininin güçlenmesi, kamu yararının öne çıkması, toplumsal çeşitliliğin kararlara yansıtılmasının sağlanması bakımından da çok önemli bir imkan söz konusu. Yeni üyelerin belirlenmesinde eğer bir de parti içi ilişkiler yanında medya ve televizyon yayıncılığı alanındaki işleyişe vakıf olma, bu alanda bilgi ve birikim sahibi olma, düzenleyici kuruluşlarla ilişkili uluslararası deneyime ve mevzuata da yakın olma gibi bir yeterlilik gözetilirse, üst kurulun amacına en uygun performansı gösterebilmesine de imkân sağlanacak. On üç yıllık AKP iktidarının medya alanında yarattığı tahribatın onarılmasında bu imkanın iyi değerlendirilmesinin de önemi büyük.
RTÜK, tarafsız bir kamu tüzel kişiliğine sahip bir kurum olarak ilk yıllarından bu yana her zaman tartışmaların odağında olan bir kurumdu. Kuruma getirilen en önemli eleştiriler, RTÜK’ün görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları belirleyen 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 1. Maddesinde tanımlanmış, “radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi, ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması…” biçimindeki amaçların yerine getirilmesindeki zaaflara ilişkindi.
Radyo televizyon alanını düzenleme ve denetleme çerçevesinde kuruluş amacını karşılaması beklenen kurum, yirmi yıllık tarihinde, önceliği “denetim” konusuna verdi ve bu denetimi genellikle yasakçı ve sansürcü bir eğilimle yerine getirdi. Son birkaç yıllık dönemde ise denetim yetkisini mütemadiyen AKP lehine kullandı. AKP yandaşı büyük televizyon kuruluşları kadar irili ufaklı diğer yandaş medyanın da her türlü yayın ilkesi ve yasa ihlaline göz yumarken, muhalif televizyon kuruluşlarına ceza yağdırdı, çok sayıda yayın yasağı getirdi. İlk yıllardaki kanal kapatmaların ve ekran karartmaların yerini, sonraki yıllarda ağır para cezaları aldı. Para cezaları RTÜK’ün AKP yandaşlığı çerçevesinde adeta bir tür terbiye aracı olarak kullanıldı. Kuruluş yıllarını bütünüyle de facto bir süreç olarak başlamış ticari yayıncılığın yarattığı belirsizlik ortamı ve ulusal frekans planlaması etrafındaki tartışmalarla geçiren kurum, televizyon yayıncılığı alanının güçlendirilmesi, medya ve ifade özgürlüğünün teminatı olunması, haberciliğin ve programcılığın nitelik ve itibar kazanmasına katkı sunulması gibi “düzenleyicilik” boyutundaki diğer çalışmalara sahip çıkmadı.
Bu tabloda, üst kurulun, mecliste grubu bulunan siyasi partilerin üye sayıları oranında belirledikleri adaylar arasından TBMM tarafından seçilen dokuz üyeden oluşmasının da önemli bir payı oldu. Zira üst kurul kararlarında iktidar partisi kontenjanından gelen adaylar belirleyiciydi. Diğer bir deyişle, alınabilen kararlar çoğunlukla iktidar partisinin “genel ahlak,” yaşam tarzları, cinsellik, toplumsal cinsiyet eşitliği, şiddet ve siyasetle ilişkili anlayış ve tercihleriyle uyumlu kararlar oldu. Toplumsal muhalefetin bu konulardaki farklılaşan görüş ve tercihleri üst kurul kararlarında –AKP’lilerin çoğunluğu oluşturması nedeniyle- ifadesini bulamadı.
İşte şimdi 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda oluşan meclis aritmetiğinin RTÜK’le ilişkili bu talihsiz tabloyu dramatik bir biçimde dönüştürme ihtimali var. Medya ve ifade özgürlüğünün görülmemiş bir biçimde baskılandığı, kamuoyunda “havuz medyası” olarak anılan ve medya sahipliğinin iktidara yakın çevrelerin hâkimiyetinde yoğunlaşmasını ifade eden bir sürecin sonucunda, halkın haber alma hakkının ciddi biçimde engellendiği veya ağır biçimde manipüle edildiği bir dönemin sonunu müjdeleyen bir dönüşüm ihtimali bu. Elbette bütün bunlar üst kurulda çoğunluğun muhalefete geçmesi sayesinde otomatik biçimde gerçekleşmeyecek. Hem RTÜK’ün hem de medyanın yapısal sorunlarını gidermeye dönük bir amaç çerçevesinde, mevzuat geliştirme çabalarına önayak olmak da dahil olmak üzere birçok çalışmanın yapılması gerekiyor. RTÜK’ün üniversitelerle, uluslararası düzenleyici kurumlar ve yayın kuruluşlarıyla birlikte gerçekleştirebileceği birçok çalışma var. RTÜK’ün bu çalışmaları gerçekleştirebilmek için gerekli finansal kaynakları var. Kısacası, AKP iktidarının medya alanında yol açtığı ağır tahribatı gidermek bakımından şanslı bir evreye giriliyor.
Partizanlaşan, iftira, yalan, karalama ve dezenformasyona boğulan, -reyting raporlarında da görüldüğü üzere- kendi seçmenini bile ekranlardan uzaklaştıran sakil bir televizyon ortamının gerçekten de sonu getirilebilir. Yeter ki bu şans iyi kullanılsın. (SÇ/EA)