Visconti’nin Leopar filminde Claudia Cardinale ile Burt Lancaster
Hem neşeli olsun, hem de hüzünlü…
Hem keyifli olsun, hem de maziyi hissettirsin…
Gamsızlığı irdelediği kadar patetik dinamiklere de zemin açsın…
Nostaljik duyguları tetiklerken aynı zamanda sevinç dolu da olsun…
Hem eski, hem de yeni gibi tınlasın…
Nino Rota’nın tezatları aynı müzikal temanın içinde birleştirme ustalığı bilhassa sinemacılar tarafından arzulanan bir özellik haline gelmişti. Bu sene yüzüncü doğum yılı münasebetiyle anılmakta olan Federico Fellini’yle özdeşleştirilse de Nino Rota 1933’ten 1979’a uzanan uzun sinema kariyerinde Lattuada’dan Comencini’ye, Monicelli’den Wertmüller’e, De Sica’dan Zeffirelli’ye, Visconti’den Coppola’ya, gayet geniş bir yönetmen yelpazesiyle çalışmıştı.
Melodi üretme hususunda gayet becerikli ve cömert olan Rota’nın kameralara poz verme hususunda ise fazlasıyla çekingen, hatta alerjik olduğu bile söylenebilir.
Un Amico Magico: Il Maestro Nino Rota (Sihirli Bir Arkadaş: Maestro Nino Rota) adlı 1999 yapımı belgesel Istituto Luce - Cinecittà tarafından tekrar tedavüle sokulmuş, sanki bestecinin gündeme geldiğini hissedercesine!
Yönetmenliğini, müteveffa Rota’nın işbirliği yapmış olduğu sinemacılardan, yine müteveffa Mario Monicelli’nin üstlendiği 54 dakikalık film, eskimiş bir belgesel diline dayandırılmış olsa da en azından müzik ve sinemaseverlerin ilgisini hak ediyor.
Müzik dehası
Dört yaşında kendi kendine piyano çalmayı öğrenmiş olan Rota 11 yaşında beste yapınca dâhi çocuklar sınıfına sokulmuştu. Aynı zamanda sağlığı ve ruhu hassas bir oğlan olduğu da kesindi. Onu elinden tutanlar arasında maestro Arturo Toscanini de vardı. Maestro genç Nino’un ABD’de burslu okumasını sağlayarak kademe atlamasını mümkün kılmıştı.
Genelde film müzikleri ile tanınan Rota verimli bestecilik kariyerine çoktan başlamıştı. Hayatında beş opera, üç senfoni, aralarında Béjart’ın da bulunduğu şahsiyetler için baleler, konçertolar, koro ve orkestra için eserler üretmiş, çalışkan bir besteciydi.
İlk film müziğini 30’lu yıllarda bestelediğinde, sonradan ustalaşacağı sektörde bir yıldız gibi parlıyordu. Fellini’nin de dediği gibi Nino Rota, filmi, senaryoyu, yönetmenin duygusunu öylesine özümsüyordu ki yönetmenler müzikleri şahsen besteledikleri sanrısına bile kapılabiliyorlardı.
Görüntüleri nispeten yıpranmış olan belgeselde Rota’yı çocukluğundan beri dostu olan Suso Cecchi d’Amico anlatıyor, besteci Bruno Moretti kahramanımızın müzikal dehasının inceliklerine eğiliyor.
Şef Riccardo Muti yıllar önce tanışmış olduğu Rota’yla alakalı hatıralarını paylaşırken gözlerinin ne kadar canlı, vücut dilinin ise “dans eden adam” imajıyla ne kadar uyumlu olduğunu hatırlıyor.
Yönetmen Lina Wertmüller, 20’inci yüzyılda hususi bir dönem olarak gördüğü 20’li yılları Rota’nın temsil ettiği ruhla özdeşleştiriyor. Avrupa’nın o sürecini olağanüstü bir büyülenme safhası olarak betimliyor.
Rota’nın bir çocuk kadar temiz olduğunu, masumiyetini koruduğunu ama ona saf denilemeyeceğini de belirtiyor.
Geçen sene vefat eden Franco Zeffirelli, The Taming of the Shrew (Hırçın Kız) adlı filminde o dönemin hala parlayan yıldızları Elizabeth Taylor ve Richard Burton’ı oynatma şerefine nail olmuştu. Usta müzisyen Nino Rota, Zeffirelli’yle işbirliğinde maharetini yine göstermişti. Kendini aşka kaptırmış film kahramanlarının duygusunu verirken, geç de olsa aşkı tanımış olmanın coşkusunu melankoliyle harmanlamayı becermişti.
Federico Fellini ile Nino Rota
Fanfardaki melankoli
Nino Rota sahne sanatlarıyla iştigal etse de etraftaki kameraların varlığından hiç hazzetmiyordu. Televizyon için yapılmış bir çekimde piyanonun yanına ustalıkla yerleştirdiği bir abajur sayesinde çehresini göstermemeyi başarıyor, bir röportajda yüzünü mümkün olduğunca eliyle gizlemeye çalışırken tedirginliğini dışa vuruyor.
Bir zamanlar Taranto’daki bir lisede müzik öğretmenliği yapmıştı Rota. Sonradan Bari’de konservatuar yöneticiliğine yükselip birçok müzisyen yetiştirecek kadar da yüce gönüllüydü.
Rota zengin temalarına yıllar boyunca sadık kaldı, eskiden bestelediklerini yenileyip dalbudaklandırarak filmlere layıkıyla yedirdi. Bir zamanlar bir senfoninin teması olan müzikal bir cümle yıllar sonra karşımıza bir film teması olarak çıktı. Klasik Batı müziği formatına oturtulmuş bir melodi seneler geçip unutulunca, bir bandonun coşkun yorumuyla tekrar değerlendirildi. Rota köklerine avdet ettiğinde ortaya çıkan netice daima muhteşemdi ve muhtelif biçimlerde hafızalara kazındı. Seyirci kâh gözyaşlarına boğulacak kadar hüzünlendi, kâh vurmalı ve üflemeli çalgıların topluca yarattığı itici güçle öforik duygulara kapıldı.
60’lı yıllarda çekilmiş televizyon dizisi Il Giornalino di Gianburrasca’da (Gianburrasca’nın Dergisi) Rita Pavone’nin seslendirdiği La Pappa Col Pomodoro adlı şarkı ile Mozart’ın Papageno’suna atıfta bulunup bulunmadığı da tartışılıyor belgeselde. İki usta arasında benzerlikler tartışılırken Bruno Moretti piyanosunun başına geçip mevzubahis şarkının Mozartyen versiyonunu zevkle icra ediyor.
Komedi dehası Toto’nun filmlerine de katkıda bulunduğu hatırlatılıyor Rota’nın. Sarkastik ve ironik olunması gereken güldürmece ikisinin de markası haline gelmişti.
Kara mizahın her derde deva olduğu nasıl inkâr edilebilir?
Aslında geleneksel bir sirk marşı dinliyoruzdur, fakat geleneklere yeterince sadık olmadığını kısa zamanda anlarız. Armonileri hafiften kaydırılmıştır, köşelidir. Bir enstrüman diğer enstrümanlara göre ritmi tutturamamış gibidir. Hiciv kendini bir şekilde hissettirir. Zaten istenen tam da budur, tantananın içinden yükselen, asla mükemmel olması gerekmeyen kendine has estetik tavır, aykırılığın ta kendisi. Fanfarın barındırdığı melankoli ile fanfardan fışkıran hayati devinimin birlikteliği.
Klasikleşmiş Rota döngüsünü sürdürüyor… (MT/AS)