Ekonomik sıkıntıların artmasıyla baş gösteren işsizlik bir taraftan çalışanların ücretlerinin düşmesine yol açarken, bir taraftan da yepyeni iş alanları yaratıyor. Toplayıcılık da bunlardan biri…
Sokaklardaki kağıtları, kartonları, hurdaları, şişeleri, naylon torbaları toplayarak geçimini sağlayan yüzlerce aile yaşıyor Kocaeli'de.
Üstelik ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte bu sektörde çalışanların sayısı gün geçtikçe artış gösteriyor.
Onları görmemeniz mümkün değil. Çünkü her yerdeler. Sırtlarında çuvalları, yanlarında yalınayak dolaşan çocukları sabahtan akşama kadar bir ucundan diğerine turluyorlar kenti.
Sabahın kör karanlığında çöpçülerden önce fırlıyorlar sokağa…
Kocaeli'de 28 Haziran Mahallesi’nin Cephanelik mevkiinde toplu halde yaşayan Romanlar geçimlerini tamamen toplayıcılıktan sağlıyor.
Geniş bir çöplük alanını andıran sokakları, at arabalarından, küçük kamyonetlerden, üst üste dizilmiş karton istiflerinden geçilmiyor.
İlk başta son derece düzensiz ve dağınık gibi görünen bu çöp yığınlarına bakıp da aldanmamak gerekiyor.
Herkes kendi arabasının ve karton istifinin nerede olduğunu çok iyi bildiği gibi göz kararıyla kaç kilo karton topladığını ve bundan alabileceği parayı da kestirebiliyor.
Hal böyle olunca sokakta daha fazla karton toplamak için yarışanlar bu keşmekeşlik içerisinde birbirlerinin kartonlarına yan gözle bile bakmıyorlar.
Yol boyunca uzanan evlerden bir kaçının yerinde yeller esiyor. Bu boşluklar at arabalarıyla doldurulmuş.
Sokaklarda karton istiflerinin arasında yalınayak çocuklar koşuşuyor. Yerinde yeller esen evlerin kısa bir süre önce belediye tarafından yıkıldığını öğreniyorum.
"Sırada ne var başkan?"
Birkaç günden beri kentin dört bir yanındaki reklam tabelalarını Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin bir kampanya dahilinde yürüttüğü reklam afişleri süslüyor.
Değişik toplum kesimlerinden insanlar sırayla başkana soruyorlar, “Sırada ne var başkan?”
Bu arada, her bir fotoğrafın altında bu dönemde yapılan bir hizmetten sayısal değerlere yer verilerek söz ediliyor.
Son olarak, başkan ağzındaki baklayı çıkardı ve “Sırada Kentsel Dönüşüm Projesi var” dedi. Başkanın fotoğrafının yanında da “Hedef beş yılda yirmi bin konut” ibaresini görüyoruz.
İşte, Cephanelik mevkiinde oturan Romanların evlerinin bir kısmı bu Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde yıkılmış. Gazeteden geldiğimi duyan mahalle halkı çoluk çocuk hemen çevremde kümeleniyor.
"Altı çocukla sokakta kaldım"
Birkaç gün önce iki katlı evi yıkılan Halil Dik, bağıra bağıra konuşuyor. “Altı çocuğumla birlikte sokakta kaldım. 252 metre kare arsa üzerinde, ruhsatlı, tapulu dört yıldan beri oturduğum bir evim vardı. Cahilliğimden faydalandılar, okuma yazma bilmediğim için bir kağıda parmak bastırdılar, elime elli milyar tutuşturdular. Beni sokakta böyle çaresiz bıraktılar.”
“Peki şimdi ne yapıyorsunuz?” sorusuna cevap veriyor:
“270 YTL liraya kiraya çıktım. Ben hasta olduğum için çalışamıyorum. Çoluk çocuk bütün mahalleli gibi biz de geçimimizi kağıt toplayarak sağlıyoruz. Annemin vefat ettiği gün geldiler, kabul etmesen, mahkemeye gitsen bile kazanamazsın dediler. Okuma yazma bilmediğimden ve kafamın dalgın olmasından yararlanarak istediklerini kabul ettirdiler. Şimdi bin pişmanım.”
Bu sırada elindeki poşetlerle alışverişten dönen bir kadın sohbetimize ortak oluyor. “Bizim de evimizi yıktılar” diyor.
“Annem üzüntüsünden beyin kanaması geçirdi. Şimdi hastanede yatıyor.”
O da okuma yazma bilmeden, durumun farkında olmadan kağıtları imzaladıklarını söylüyor.
“İstersen kontrol da edebilirsin. İsmail Mercan ve Hatice Mercan ikisi de nörolojide üç numaralı odada yatıyorlar. Bunu yapanlara hakkımızı hiçbir zaman helal etmeyeceğiz.”
Ya çadıra ya da göç etmeye...
Bir başkası yıkılan evin yanındaki üç katlı evi işaret ediyor. “Yanındaki ev yıkıldığından beri bu ev de tehlikeye girdi. Her an toprak kayması nedeniyle çökebilir. Hiç olmazsa şuraya bir perde çekilmesi gerekirdi. Çocuklarımızın aşağıya düşmesinden korkuyoruz"
“Evleri yıkılan diğer aileler ne yaptılar?” diye soruyorum:
“Ne yapsınlar, onlar da başlarının çaresine bakmaya çalışıyorlar. Kimisi çadırda kalıyor, kimisi de buradaki akrabalarının yanına yerleşti. Tasını tarağını toplayıp İstanbul’a göç edenler de var.”
“Burada on tane kadar ev yıkıldı. Üç tane ev ise mahkemelik. Onlar Karadenizlilere ait, Roman olmadıkları için evlerine de bir şey olmadı.”
Geliniyle birlikte buradaki akrabalarını ziyaret etmek için Çorlu’dan gelen başka bir Roman lafa giriyor. “Buradakilerin işi çok zor, çok zor” diye iç geçiriyor.
Sözü, yazının asıl konusuna; kağıt toplayıcılığına getiriyorum.“İşlerimiz çok bozuk” diyorlar. “Herkes bu işe heves ediyor. Arabasını alan, emekli olan sokakta kağıt toplamaya başlıyor. Kazandığımız para her gün daha da azalıyor.”
“Bir aralar tonunu 100 YTL'ye veriyorduk, sonra piyasası çok düşünce 35 YTL'ye kadar düştü kağıdın tonu. Bütün mahalleli aynı kişiye veriyoruz kağıtlarımızı.”
Bir ailenin ayda ortalama ne kadar kağıt topladığını soruyorum.
“Hiç belli olmaz. Ne kadar çalıştığına bağlı. Bir ayda üç-dört ton da toplayabilirsin, altı yüz yedi yüz kilo da.”
"Pazarın çöplerinden yiyecek topluyoruz"
Bir kadın, “senden saklayacak değiliz” diyor. “Çöpleri karıştırırken, dişe dokunur bir şey bulursak alıyoruz. Başka çaremiz yok. Sadece kağıttan kazandığımız parayla geçinmemiz mümkün değil. Meyve, sebze, et, ekmek ne çıkarsa evde çocuklarımıza yediriyoruz.”
“Perşembe günleri akşam üstüne doğru pazar çıkışlarına uğruyoruz. Eşlerimizin hiçbiri fabrikada çalışmıyor. Çoğumuzun okuması yazması yok. Çocuklarımızı okula gönderemiyoruz. Bu şekilde yaşamaya çalışıyoruz.”
İşte Kentsel Dönüşüm Projesi…
Toplayıcılar, modern bir devlette profesyonelce yapılacak bir işi ekmek parası uğruna yaparak, sabahtan akşama kadar kenttin bir ucundan diğerini dolaşıyor topladıkları kağıtları geri dönüşüme kazandırıyorlar. (TB/EZÖ)
* Tuncay Bilecen, Kocaeli Üniversitesi, Öğretim Görevlisi, [email protected]