Kapıdan girer girmez rengarenk elbiseler karşılıyor sizi. Siyaha yer yok. Pembe, fıstık yeşili, saks mavisi…İncikli, boncuklu, allı, pullu. Tacı, kanadı, kuyruğu, pelerini.
Büyükçe bir terzi masası, baş ucunda bir dikiş makinesi. Masanın başında Kobra Murat oturuyor. Elbiselerin içinde kaybolmuş adeta.
Murat Divandiler, namı diğer Kobra Murat’ın modaevindeyiz.
Üç katlı bir gecekondu. İçi tıka basa elbiselerle dolu. Merdivenleri çıkmakta zorlanıyor insan. Balat Lonca Mahallesinde. Mahalle de dükkan gibi rengarenk. Belediye Sulukule’de olduğu gibi Romanları mahalleden kovmak yerine, dış cepheleri boyamış. Evlerin hepsi başka bir renk. Mahalle öylece tarihini de kucaklayıp bugüne gelmiş. Mahallede yaşayan Romanların ekonomik durumları İstanbul’un diğer semtlerinde yaşayan Romanlardan daha iyi.
Kobra Murat’ın dedeleri de Osmanlı döneminde demircilik, müzisyenlik yaparmış. Romanların Cemil İpekçisi diyorlar kendisine. Terzilik asıl işi ama aynı zamanda müzisyen. Şimdilerde Rumeli Tv’de show programı yapıyor.
Görece sade elibselere baktığımı görünce “onlar görümce, kaynana bölümü” diyor. Malum düğünlerde en gösterişlisi gelin olmalı.
Gösteriş derken sadece taşlı pullu elbiselerden bahsetmiyoruz. Sepetten çıkan Hint prensesi, istridyeden çıkan deniz kızı, ya da tahtta taşınan bir sultan.
İşte tüm bunların yaratıcısı Kobra Murat. 41 yaşında, üç çocuğu var.
Hiç siyah elbise yok diyorum.
Gaconun biri "limon küfü istiyorum" dedi
“Romanlar düğünlerde siyah giymez. Karanlık dünyayı sevmeyiz. Bir gün gacolardan (Roman olmayan) biri düğünümde Roman kosepti istiyorum. Elbisem yok limon küfü, soğan kabuğu bilmem ne olsun dedi. Ayyy, dedim hayata öyle bakma bir gece de fuşya, fıstık yeşili giy.”
Kobra Murat, Lonca sokaklarında büyümüş. 25 metrekarelik susuz, gaz lambalı evinde ama misket oynadığı sokaklarında mutlu çocukluğunu anlatırken, annesinin sözlerini hatırlıyor hüzünle.
“Küçükken abe ya derdim, annem sakın Muratım, kibar oğlum, Çingene derler sana. Alıştırmayın kendinizi öyle derdi.”
Murat babasının yanında başlamış terzi çıraklığına. Çoğu Roman çocuğu gibi yoksulluktan ancak ilkokulu bitirebilmiş.“11 yaşında kendi montumu kendim dikiyordum” diyor.
Sonra ekonomik durumları kötüye gidip atölye kapanınca evde, hanlardan arta kalan kumaşları toplamaya başlamış. Parçaları ekleyip çocuk montoları yapmış.
“Bir mağazaya götürdüm. Adam inanmadı, ya çaldıysan dedi. Romanların üstüne konulmuş bir damga var. Dedi bir boy küçüğünü büyüğünü yap getir inanayım. Derken inandı ve benim işler açıldı.”
Sonra yavaş yavaş kadınlara elbiseler dikmeye başlamış. Kendi dükkanını açmış. Mahallenin kadınları da boncuk süslemelerini yapmaya başlamış.
“Bir yırtık mezura bir kırık makas ve hayal gücümle içimdeki rengi ortaya çıkarıyorum. Romanların modasını ben yaratıyorum” diyor.
Evlerimize, kültürümüze dokunmasınlar
Derken düğün, nişan, sünnet, dizi setleri ve sahnelerin aranan modacısı olmuş. Çünkü sadece kıyafetleri dikmiyor, bir konsept yaratıyor.
“Düğünlerimiz günlerce konuşulmalı ki bir anlamı olsun. Elbisenin kuyruğu yedi metre, taşları baştan aşağı olmalı. Yani şatafatın son noktası. Her şey dillere destan olmalı. Çünkü biz çocuklarımıza çok kıymet veririz. Üstlerine titreriz. Arkamızdan çocuklarını ne çok severmiş demeliler ki şanımız yürüsün.”
100 liraya da bin liraya da elbise var. Peki parası olmayan Roman ne yapıyor?
“Bu dükkana giren boş çıkmaz. Parası olan satın alır, olmayan kiralar. Hiç parası olmayana bedavaya veririm, düğününün ertesinde geri getirir” diyor.
En şatafatlı elbiseler Lonca, Kasımpaşa, Selamsız ve Sulukule’de giyilirmiş. Şimdi Sulukule yok diye hatırlatıyorum.
“Dört sene önce bizim evlerin dışını rengarenk boyadılar, kaldırımları yaptılar. Mustafa Demir, siz tursitlerin bile ziyaret ettiği bir mahalle olarak kalacaksınız dedi. Umarız Lonca Sulukule olmaz. Kültürümüze dokunmasınlar, komşuluğumuzu yok etmesinler. Kimsenin evini yıkmasınlar. Biz dara düştük mü komşudan iki yumurta yarım paket yağ isteyebiliriz. Kopuk kopuk uzak yerlere koymasınlar Romanları.”
Oğlum üniversiteye gidince ne diyecekler arkasından?
Laf ister istmez Romanların büyük tepkisini çeken Roman Havası dizisine geliyor. Kobra Murat ilk kez sinirleniyor.
“Diziyi bir açtım, kadın sokakta doğuruyor, kavga çıkıyor karakola düşüyor. Yeni doğan bebeğe karakolda isim takılıyor. Bebeğin altınlarını dayısı çalıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bizim her şeyimiz insanlardır. Cenazemiz, düğünümüz, hastalığımız. Ben mideme kelepçe taktırdım, bütün mahalle eve gelmiş. İnsansız hiçbir şeyimiz yoktur.
"Bizi göçebe, dinsiz, hırsız, paraya tapan gibi gösteriyorlar. Bu nasıl bir kültür, nasıl bir aşağılama. Sonra hayde bakayım şoparlar, çinganlar diyor. Benim oğlum üniversiteye başladığında bu diziyi izleyenler arkasından şopar diye bağıracak. Hayatımızla oynadıklarının farkında değiller mi? Kaç yıldır Romanlara karşı önyargıyı yıkmak için mücadele ediyoruz."
Çocukları üniversiteye giden bir amcası Kobra Murat Roman kimliğini açıkladı diye 4 yıl kendisiyle konuşmamış.
Romanca konuşamıyorum
Peki Roman açılımı için ne diyor?
Kobra Murat açık konuşuyor. “Romanlar bu süreçten sonra her mahallede dernek açmaya başladı. Yani bizim devlete ulaşmamız daha kolay oldu, aramızdaki mesafe kalktı. Ben Fatma Şahin'le toplantı yapıp Başbakan Erdoğan ile mecliste bir araya gelebildim.”
Kobra Murat, “Roman çocuklara yatırım yapmalı devlet” diyor, ekliyor: "İçlerindeki cevher açığa çıksın. Biz Romanların hayatı sanattır. İki Roman birbirine bakınca beş dakikada şarkının müziğini de bestesi de yapar. Bazen 10 dakika sonra unutur. Allah vergisi bir yetenektir bu. Çocuklarımız hayalgüçlerini açığa çıkarabilmeli. Sadece müzisyen değil, doktor, avukat, muhasebeci olabilmeli. Hayatı boyunca bu mahalleden çıkmayanlar var, çocuklarımız dünyayı dolaşabilmeli."
Kobra Murat mahallenin şanslılardından. Namı yurt dışına da yayılmış. Özellikle Balkanlar’da. Gezdiği yerleri, konserleri diktiği kostümleri anlatıyor. Ama konu dil meselesine gelince biraz canı sıkılıyor.
“Bulgaristan’da Romanya’da tüm Romanlar Romanca konuşurken ben onları anlamıyorum. Öyle bir baskıyla yetişmişiz dilimizi öğretmemişler. Bana çakma Romansın bile dediler bu yüzden. Oysa bu mahallede de bir kişi bilmez Romanca. Yani ben Romanca bilmeyen bir Roman Dernekleri Federasyonu Onursal Başkanıyım.” (NV)