Diyarbakır’daki sivil mimarinin en güzel örneklerinden biri olan tarihi Cemilpaşa Konağı’nın mistik ortamında bir yaz akşamı. Ehmedê Xanî’nin Klasik Kürt Edebiyatı’nın başyapıtı olan Mem ve Zîn’in aşkını anlatan destanı günümüz Kürtçesine uyarlanarak oynanıyor. Avludaki sandalye ve çimlere oturan herkes kendini Mirê Cizîra Botan’ın kasrındaymış gibi hissederek, yaşanan aşkın acısını yüreğinde duyumsayarak, büyük bir sessizlikle bu görsel ve işitsel şöleni izliyor. Mekan tiyatrosu olarak sahnelenen müzikalin tam orta yerinde oyunculara iletilen bir bilgiyle oyun birdenbire durduruluyor.
Oyuncu Kemal Ulusoy önce Kürt coğrafyasında yaşanan acılara ilişkin uzun anlatımlı bir girizgah yapıyor. Ne olduğunu anlayamayan seyirci nefesini tutmuş merakla bekliyor.
Öyle ki izleyicilerden biri çıkışta “Ödüm koptu, dedim zaar Abdullah Öcalan ölmüş” diyor…
Ve ardından Lice’de meydana gelen bir olayda sivillerin öldürüldüğünü duyurarak, oyunun burada kesildiğini söyleyip izleyicilerden özür diliyor. Kursakta kalan keyif, bozulan moral ve savaşın acı gerçeğiyle sarsılarak evlerin yolu tutuluyor. Ve savaş birkez daha en başta kültüre ve sanata darbeyi vuruyor. Yine o durduruluyor. Ki bu hayatın durması demekti.
Bu ilkti ama son da olmadı. Dört ayı aşkın bir süre belediyenin yakınındaki yasaklı Suriçi’nden yükselen bomba sesleri tiyatrodaki prova seslerine karışıyor ve oyuncuların motivasyonu alt üst oluyordu. Tiyatro sezonu boyunca çalışmalar devam etse de oyunlar durduruldu. Türkiye’nin batı yakasının aksine bu tarafta bırakın tiyatroya, sinemaya gitmeyi insanlar evlerinde otururken bile huzursuz oldu.
2015 ve devamında süregelen bir savaş yaşandı ve maalesef halen devam ediyor. Geçmiş dönemlerle kıyaslanan ancak hiçbirine benzemeyen, katmerli acılar silsilesinden geçildi. Zira 2015 neredeyse Kürtlerin 1915’i oldu. Bu durumdan elbette kültürel ve sanatsal çalışmalar da nasibini aldı. Çok dehlizler açıldı. İnanmakta zorlandığımız kemiklerden ve küllerden bir yığının üzerinde yaşıyorduk ama çok daha derin çukurların açılması da kuvvetle muhtemeldi. Belki o zaman, yani hayat tamamen ortadan kalkınca sanat ve edebiyat da ortadan kalkacaktı. Ama şu an, en sadık dostu olarak can çekişen hayata destek olmak için onun da can çekişmesine seyirci kalmamak gerekliydi.
TÜYAP 5 yıl boyunca yaptığı kitap fuarını geçtiğimiz yıl iki yılda bir yapmaya karar verdi. Her şeye rağmen Büyükşehir Belediyesi geçen yıl başlattığı Amed Kitap Fuarı’nın ikincisi için kolları sıvadı.
Her şeyi unutturma üzerine kurulu bir dünyada yaşadığımızı unutmamak gerekliydi. Unutmamak ve unutturmamak adına, hayata ve tarihe not düşmek için hayatın kendisi olan edebiyatla yola devam dedi. Hayat durmasın istedi, Azadi (Özgürlük) temasıyla çıktığı yolculukta “kitaplar yolumuzu aydınlatmayı sürdürsün” dedi. Halk bir nebze de olsa kitaplarla nefes alsın, o büyülü dünyanın kapısını aralayıp, sevdikleri yazarlarla buluşsun, özlediği kitaplara kavuşsun istedi.
Yayınevleriyle yapılan görüşmelerde temkinli yaklaşımlarla karşılandılar. “Gelmek isteriz ama savaş var. Nasıl yapacaksınız?” denildi. –Bizi bizden daha çok düşünmüşlerdi sanırım- Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki Türk yayınevinin dışında tamamı Kürt yayınevlerinden oluşan 72 yayınevi Diyarbakır’a gelerek, ücretsiz stantlardaki yerlerini aldı. Onur konuğu olan Kürt şiirinin duayeni Ehmêd Huseynî “Rojbaş Amed!” şiiriyle fuarı selamlayarak startı verdi.
Sümerpark Ortak Yaşam Alanı bir panayır alanına dönüştü. Umut Işığı Kadın Kooperatifi çalışanı kadınlar geliri Suriçi’nde mağdur olanlar için açılacak psiko destek merkezine aktarmak üzere çeşitli yiyecekler yapıp satıyor. Kürdi Der çeşitli faaliyetlerle Suriçi’ne destek olmak için dayanışma sergiliyor. Gençler savaşın atmosferini kitapları soluyarak değiştirmeye çalışıyor.
Rojbaş Amed! Hiç değilse fuarın devam edeceği 22 Mayıs’a kadar. (BD/HK)
* Fotoğraf: Yılmaz Hatman