Yaklaşık üç yılını dolduran Suriye içsavaşı adlarını akılda tutamayacağımız kadar çok silahlı örgütle varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Örgütlerin birçoğunun askeri ve siyasi programını bölge üzerinde hesaplar yapan devletlerin beklentileri ekseninde oluşturdukları herkesin malumu. Ortadoğu siyaseti için bu matematiğin dışına çıkabilecek bir hattın yaratılamayacağı tezleri de kayda değer miktarda mevcut. Şüphesiz ki tarih bu fikriyatın dayandığı temel argümanları destekliyor.
Lakin Suriye'de yaşayan Kürtlerin kendi varlıkları adına giriştikleri bu cüretkar süreç, yıllardır yürürlükte olan iş bu gizli sözleşmenin kurallarını yeniden tarif etmeyi gerekli kılacak biçimde özgün ve hesaplanamaz şekilde ilerliyor.
Tüm devletler nezdinde Rojava'da gerçekleşenlerin yarattığı ortak huzursuzluk yalnızca devrimin beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkması değil, nereye evrileceğine dair hesaplanamaz refleksler göstermesidir de. Dünyadaki egemen güçlerin tamamı işbirliği içinde Rojava'da yaşananları Ortadoğu'da hali hazırda sürmekte olan karmaşanın doğal uzuvlarından olduğu kakafonisini yaratarak devrimin özgünlüğünü ve bu ölçüde içinde barındırdığı 'tehlikeyi' tabiri caiz ise halı altına süpürmeye çalışmakta. Türkiye devleti oraya yapılacak her türlü saldırının değil meşruiyetini sorgulamak, teşvikçisi olduğunu yalanlamak gereği dahi duymuyor.
Kendi halkına karşı hendek kazan Barzani yönetiminin söz konusu iktidar olduğunda neler yapabileceğini Kürdistan halkının vicdanlarına havale etmekten başka denecek söz yok.
Rojava halkı iktidarı ele geçirdiği her kantonda kapitalist ulus devlet modelini bunun yanında Ortadoğu'da alışık olduğumuz siyasi mekanizma ve enstrümanları boşa çıkaracak bir yönetim inşa etme çabasında. Rojava'daki kanton meclisleri içerisinde Kürtlerle birlikte Araplar, Asuriler, Süryaniler, Çeçenler, Ezidiler ve Ermeniler temsil ediliyor.
Özerk Yönetim'in Ekonomi ve Ticaret Heyeti Başkanlığı'nın ekolojik komünal ekonomi modelini esas alacaklarını belirttiği; belediye hizmetlerinin halkın ortak katılımı ile gerçekleştirilen toplantılarda karara bağlandığı; devrimde kadın örgütlenmesine büyük alanların açıldığını biliyoruz.
Hazırlanan “Toplumsal Sözleşme”de yüzde 40'lık bir kota şartıyla kadının eşitliği ilkesini; gençlik kotasını; tüm kurumlarda “eşbaşkanlığı”; ücretsiz eğitim ve herkese istihdam hakkını; çocuk, işçi ve çevre haklarının güvence altına alınmasını; çocukların çalıştırılmasının, çocuk yaşta evliliklerin ve çocuğa yönelik fiziki ve psikolojik işkencenin önlenmesini temel maddeler olarak kabul edildiği yazıyor.
20. yüzyıl siyasetinin dünya savaşı sonrası kendi topraklarında mültecileştirdiği, devletsiz kıldığı bu halk üstünden yüz yıl geçmeden yarattığı direniş ve örgütlenme ile 'onların' vermeye tenezzül dahi etmedikleri devlet mekanizmasının meşruiyetini ve gerekliliğini dünya çapında sorgulatacak bir izleği bu kan deryası arasında yaratıyor.
Rojava'da gerçekleştirilmeye çalışılan yaşam pratiklerinin, bugün Türkiye'de bulunan demokrasi güçlerinin neredeyse tümünün seçim broşürlerinde yapmayı vaat ettikleri ile birçok ortak nokta taşıdığını söylemek zorlama bir iddia olmasa gerek. Hal böyle iken Türkiye sol siyasetinde konu bu derinlikte ve yakıcılıkta ele alınmaya başlandı mı sorusu gerçek bir soru oluyor.
Kobane kuşatması ve kazılan iki taraflı hendekler Rojava'ya karşı kapsamlı bir taarruza başlanacağı yönünde işaretler veriyor. Yaşanabilecek olası kıyımların halklar nezdinde gayrimeşru kılınmasını sağlayacak, devletin Rojava'ya dair yaratmaya çalıştığı algıyı deşifre edecek siyasi söylem ve faaliyetleri başta HDP olmak üzere Türkiye'deki demokrat güçlerin tamamının politikanın güncel bir sorunu olarak ele almasının vakti geldi gibi.
Dünyadaki sosyalist mücadelenin başka bir zamansal kesitine denk gelseydi şayet hakkında 'Uluslararası Tugaylar'a varacak bir tartışma yürütülecek Rojova'ya somut dayanışma ve destek olanakları araştırılmalı. Chiapas ormanlarında yaşanan romantizm ve edebiyat Kızıltepe'nin 14 km güneyinde gerçekleşiyor! (FE/HK)