Roboski’nin üzerinden yedi yıl bir ay geçti. 34 kişi ve hayvanlar bombalanarak öldürüldü. Failler hala meçhul.
Faillerin bulunması için yürütülen hukuki süreç ise 2018’in Mayıs ayı itibariyle çıkmaza girmiş görünüyor. Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın verdiği kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan başvuru, başvuru dosyasındaki eksikliklerin avukatlar tarafından zamanında tamamlanmadığı gerekçesiyle reddedildi.[1] Son çare olarak görülen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise geçen yılın Mayıs ayında verdiği kararda iç hukuk yollarının usulüne uygun olarak tüketilmemiş olmasını gerekçe göstererek başvuruyu kabul edilemez buldu.[2]
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında gerçekleşmiş en ciddi insan hakları ihlallerinden biri olan Roboski katliamının böylece cezasızlık bataklığına saplanıp kalmış olmasının yarattığı huzursuzluk, zamanla hafiflemiyor. Hukuk bu huzursuzluğu silip atamıyor olabilir ama bazen özlemini duyduğumuz adaleti bulmaya bizi bir nebze yaklaştırabiliyor. Roboski davası bu cümleye “bazen” ile şerh düşmenin yerindeliğini gösteren bir yol izlemiş olsa da uluslararası insan hakları hukukunun sunduğu son bir yol daha var: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi (BM İHK/Komite). Nitekim geçen ay bianet’te çıkan bir haber, avukatların bu ay içinde Komite’ye başvuracakları iddiasını içeriyordu.[3] Bu derece önemli bir davanın usuli engellere takılıp durduğu düşünülecek olursa BM İHK’ye yapılacağı duyurulmuş olan bu başvuruya dair de benzer sorunların yaşanma olasılığı akla geliyor. Üstelik AYM kararının üzerinden neredeyse dört yıl geçtiği ve başka bir uluslararası mercii olan AİHM’nin konuyla ilgili karar verdiği göz önünde bulundurulursa böylesi bir endişe kısa bir hukuki değerlendirmeyi hak ediyor.
BM İHK, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin Ek Protokolü ile kurulmuş olup Sözleşme’de korunan hakların ihlal edildiğine dair yapılan bireysel başvuruları görüşmekle görevli bir komite. Türkiye ise bu Ek Protokol’ü 2006 yılında onayladı. Bu tarihten sonra gerçekleşen ihlallerle ilgili Sözleşme’de korunan haklarının Türkiye Cumhuriyeti tarafından ihlal edildiğini ileri sürenlerin, bu Komite’ye bireysel başvuru yapması mümkün.
AİHM’ye yapılan Roboski başvurusunda[4] ihlali ileri sürülen yaşam hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı da BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 6. ve 7. maddelerinde korunduğundan BM İHK’ye yapılacak bir başvuru gerçekten de Roboski’deki insan hakları ihlallerinin görüşüleceği bir hukuki yol olabilir. Ancak bu yazıdaki niyetim esasa dair bir tartışma yapmaktan ziyade[5] kabul edilebilirlik şartlarından tartışmalı olanlara dair kısa bir değerlendirme yapmak. Zira tıpkı AİHM de olduğu gibi BM İHK önünde de ihlal iddialarının esastan görüşülmesi için öncelikle başvurunun kabul edilebilir olması gerekiyor. Başvuruların hem AYM’de hem de AİHM’de usuli engellere takılarak reddedildiği düşünülürse şu aşamada kabul edilebilirlik şartlarının tartışılması daha gerekli görünüyor. Roboski dosyasında ise BM İHK’nin kabul edilebilirlik koşullarından[6] özellikle üçü tartışmaya değer: Aynı meselenin başka bir uluslararası makamda çözüme kavuşturma usulü çerçevesinde incelenmemesi, başvuru yapma hakkının kötüye kullanılmaması ve iç hukuk yollarının tüketilmesi.
I. Aynı Meselenin Başka Bir Uluslararası Makamda Çözüme Kavuşturma Usulü Çerçevesinde İncelenmemesi Şartı
Aynı hukuki soruna dair birden çok uluslararası uyuşmazlık çözüm yoluna başvurulması sadece insan hakları hukukuna özgü bir sorun değil. “Forum shopping” olarak da adlandırılan bu yol, Ek Protokol’ün 5. maddesinin ikinci fıkrasına göre BM İHK için bir kabul edilemezlik sebebi. Bu hükme göre “Komite bir bireyden aldığı şikayetin aşağıdaki koşullara sahip olduğunu tespit edememişse inceleme yapamaz: a) Aynı konu başka bir uluslararası soruşturma veya çözüm usulüne göre incelenmekte değildir. (...)” Hükmün lafzının ortaya koyduğu üzere bu madde meseleye dair incelemenin başka bir usule göre devam ettiği durumlara ilişkin. Nitekim Komite’nin görüşlerine baktığımızda bu hükmün, aynı meseleye ilişkin karara bağlanmamış – derdest – bir başvuru varken Komite’ye başvuru yapılmaması şartı olarak yorumlandığını görüyoruz.[7] AİHM, Roboski kararını zaten vermiş olduğu için buraya kadar bir sorun gözükmese de birçok ülkenin Ek Protokol’deki bu hükme ilişkin koydukları bir çekince var.
Türkiye’nin de koyduğu bu yöndeki çekincenin ilgili kısmı ise şu şekilde: “Türkiye Cumhuriyeti, Protokol’ün 5/2 (a) sayılı maddesine, Komite’nin yetkisinin: a) bireyler tarafından iletilen şikayete konu sorunun, başka bir uluslararası çözüm veya soruşturma usulü tarafından, zaten incelenmiş veya incelenmekte olduğu durumlara ilişkin şikayet bildirimlerini kapsamadığı (...) yönünde çekince koyar.”
Buna göre, eğer Komite’nin önüne gelen mesele daha önce başka bir uluslararası çözüm veya soruşturma makamı tarafından incelenmiş bir mesele ile aynıysa bu meseleye dair Komite’ye bir başvuru yapmak mümkün değil.[8] İlk bakışta bu çekince uyarınca AİHM’nin Roboski hakkında verdiği kararın bir engel olabileceği iddia edilebilir. Fakat Komite’nin aynı çekinceyi koyan ülkelere ilişkin görüşleri aksini gösteriyor. Komite, 2006 yılında Polonya’ya karşı yapılmış bir başvuruda aynı mesele hakkında AİHM’nin verdiği bir karar olmasına rağmen, Polonya’nın bu çekinceye dayanarak yaptığı itirazı reddediyor. Çünkü AİHM kararı, tıpkı Roboski davasında olduğu gibi, iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle verilmiş bir kabul edilemezlik kararı. Komite’ye göre, bu çekinceye dayanılarak yapılan kabul edilemezlik itirazının kabulü için aynı meseleye dair yapılmış olan incelemenin şikayetlerin esasına dair olması, bir diğer deyişle kararın usuli incelemeyle sınırlı olmayan bir karar olması gerekiyor.[9] Komite’nin bu yorumu sadece bu başvuru ile sınırlı değil, tutarlı bir görüş ve yakın tarihli başvurularda da devam ediyor.[10] O halde AİHM’nin Roboski dosyasında verdiği Encu ve diğerleri/Türkiye kararı da başvuruyu sadece iç hukuk yollarının tüketilmesi yönünden incelediğinden, Komite’nin önüne gelecek bir başvuruda, Komite’nin bu başvuruyu usuli bir inceleme olarak göreceği ve bu çekinceye dayanılarak yapılacak bir itiraz olursa bu itirazı kabul etmeyeceği söylenebilir.
II. Başvuru Yapma Hakkının Kötüye Kullanılmaması Şartı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin aksine BM İHK’ye yapılacak başvurulara ilişkin Protokol’de yer alan bir süre sınırı yok. Ancak Ek Protokol’ün 3. ve BM İHK Usul Kuralları’nın 96. maddesinin (c) bendinde yer alan hüküm uyarınca başvuruda bulunma hakkının kötüye kullanılması bir kabul edilemezlik sebebi. BM İHK kararlarında, iç hukuk yolları tükendikten çok uzun süre sonra yapılan başvuruların hakkın kötüye kullanılması nedeniyle kabul edilemez bulunduğunu tespit edebiliyoruz. Örneğin Komite, seçimin üstünden beş sene geçtikten sonra seçimlerle ilgili yapılan bir başvuruyu başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.[11] Ancak tıpkı Roboski’de olduğu gibi Mayıs ayında verilen AİHM kararından sonra sonraki senenin Şubat ayında yapılan bir başvuruda Komite, hakkın kötüye kullanımı bakımından kabul edilebilirliği dahi tartışmamıştır.[12]
Usul Kuralları’nın 96. maddesinin (c) bendinde yapılmış olan ve 1 Ocak 2012’den beri uygulanan bir değişiklik ise nispeten daha belirli bir süre sınırlaması getirmiştir. Buna göre, iç hukuk yollarının tükenmesinden itibaren beş, uluslararası bir çözüm yolunun kararından itibaren üç yıldan fazla geçtikten sonra başvuru yapılması başvuru hakkının kötüye kullanımı teşkil edebilir; ancak gecikmeyi haklı kılacak nedenler varsa başvuru kabul edilebilir bulunacaktır. Dolayısıyla AİHM hükmüne kıyasla bu hüküm net bir süre sınırlaması olarak görülmemeli. Roboski davasında ise AİHM’nin geçen senenin Mayıs ayında karar verdiği göz önünde tutulursa uluslararası çözüm yoluna ilişkin karardan sonra başlayan üç senelik sürenin içinde olduğumuza şüphe yok. Dolayısıyla bu yönden de başvurunun önünde bir engel olmadığını söyleyebiliriz. Ancak temkinli olmak adına başvuru sürecini uzatmamak ve her zaman başvuru yapılabilir sonucunu çıkarmamakta yarar var.[13]
III. İç Hukuk Yollarının Tüketilmesi Şartı
En sonda söylenecek olanı en başta söyleyerek sürprizi bozayım. Yukarıda tartıştığım diğer iki kabul edilebilirlik şartının aksine iç hukuk yollarının tüketilmesi şartı, tıpkı AİHM önünde olduğu gibi Roboski dosyasının en çetrefilli meselelerinden biri.
İç hukuk yollarının tüketilmesi şartı, uluslararası çözüm mekanizmalarının neredeyse tamamında görülen ve teorik olarak uluslararası hukukun temel ilkelerinden olan devletlerin egemenliği ilkesinin bir uzantısı. Kişilerin uluslararası bir usule başvurmadan önce ilgili devletin çözüm mekanizmalarını tüketmesi şart koşulurken uygulamada da ulusal hukuk yollarına bir öncelik tanınmış oluyor.[14]
Elbette bu şartın nasıl yorumlanacağına dair birçok farklı tartışma mevcut. Fakat Roboski açısından önemli olan nokta, iç hukuk yolunu tüketirken avukatların ulusal hukukta öngörülen usule uymamış olması durumunda neler olacağı. Zira başvurunun usulen reddine karar veren AYM kararının gerekçesi, başvurudaki eksik belgelerin AYM’nin verdiği ek sürede tamamlanmamış olmasıydı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de iç hukuk yollarının tüketilmiş sayılması için başvurunun ulusal mercilerin öngördüğü usullere uygun olarak yapılması gerektiğini belirtmiş, ancak avukatlar iç hukukta belirlenmiş olan usullere uymadığı için başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermişti.
BM İHK’nin iç hukuk yollarının tüketilmesi şartına ilişkin yorumu da benzer yönde şekilleniyor. Komite hem İspanya’da, hem de Almanya’da Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru usulünü tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak görüyor.[15] O halde benzer nitelikte olan Türkiye’deki bireysel başvuru usulü de bu kapsamda değerlendirilecektir. Komite’nin iç hukukta öngörülen usule uygun başvuru yapılmaması hakkında verdiği kararlara baktığımızda ise, Komite’nin AİHM ile benzer bir duruş benimsediğini görüyoruz: Komite, iç hukukta avukat hatası nedeniyle kaçırılan süreler veya süresinde tamamlanmayan dosyalar söz konusu olduğunda ilgili hukuk yollarının tüketilmiş sayılamayacağına karar veriyor.[16] Komite, başvurucuların başvuru süresi gibi makul usuli şartlara uymaları gerektiğini ve başvuru temsilcilerinin hatalarından taraf Devletin, bu hataya bir şekilde sebep verecek şekilde davranmadığı sürece, sorumlu tutulamayacağını açıkça belirtiyor.[17]
Fakat Komite’nin konuya ilişkin içtihadına dikkatli okuduğumuzda iki önemli husus göze çarpıyor. Başvurucuların uyması gereken usuli şartların makul olması gerektiği ve gecikmenin bir şekilde Devlet kaynaklı olmaması. Komite’nin bu doğrultuda verdiği bir karar mevcut. Komite, Kanada’ya karşı yapılmış bir başvuruda; Federal Mahkeme Yasası istinaf başvurusunun kararın tebliğini takiben 10 gün içinde veya bu süre geçtikten sonra, bu sürenin dolmasından önce veya sonra verilecek hakim kararında öngörülecek süre içinde yapılmasını öngörürken, davanın esasa ilişkin ihlal iddialarının dayandığı Kanada İnsan Hakları Yasası ise istinaf başvurusunu 30 gün olarak belirliyor.[18] Sürenin 30 gün olduğunu düşünen başvurucu avukatı ise başvuruyu 11. günde yapıyor. BM İHK ise bu duruma dair belirsizliğin kanunların çelişkili hükümlerinden kaynaklandığını belirtip aynı zamanda avukatın iç hukuk yollarının tüketmek için makul çaba gösterdiğine karar veriyor ve iç hukuk yollarının tüketilmediğine dair itirazı reddediyor.[19] Bu örnekten yola çıkarak görebileceğimiz üzere iç hukuk yollarının tüketilmesi şartına dair Komite önünde bazı savlar ileri sürmek mümkün ve bu savların başarı ihtimali var. Çünkü AYM’nin bireysel başvuru kararına muhalefet şerhini yazan Hâkim Osman A. Paksüt’ün dile getirdiği birçok husus tam da usuli şartların makul olmaması ve Devlet’in gecikmede bir şekilde dahlinin olmasına ilişkin. Örneğin, bu derece ağır bir insan hakları ihlali iddiasını konu alan bir başvuruda, avukatın iki günlük gecikmesinin bu iddiaların hiç görüşülmemesine neden olmasının olayın koşulları açısından makul olmayan bir şart olduğu tartışılabilir.[20] Aynı şekilde, avukatın sunduğu istirahat raporunun ağır hastalık sebebine dayanmaması gerekçesiyle geçerli bir mazeret sayılmamasının makul bir şart olmadığı ileri sürülebilir.[21] Bunun yanında Paksüt’ün şerhinde belirttiği üzere AYM’nin dosyanın tamamlanması için istediği kararların temininde yaşanan gecikme askeri makamların Ağustos ayı içinde yaşadığı yoğunluğuyla da ilgili olduğundan[22] bu gecikme, Devlet makamlarının davranışının sebep verdiği bir gecikme olarak yorumlanabilecektir.
Kısacası iç hukuk yollarının tüketilmesi şartı, BM İHK başvurusunda da tartışmanın odağında olacak niteliktedir. Ama Komite’nin bu şarta ilişkin yorumunda Roboski dosyanın esasına geçilmesini sağlayacak unsurlar da mevcuttur. Hukuki yorumun gri alanlarına bir kere girildikten sonra sonucun ne olacağını kestirmeye çalışmak çoğu kez boşa çabadır fakat şunu net bir şekilde söylemek gerekir: BM İHK’ye yapılacak bir başvurunun başarı şansı, AİHM’ye yapılmış olan başvurunun başarı şansından özel olarak daha düşük görünmemektedir. Hatta BM İHK’nin iç hukuk yollarının tüketilmesi açısından AİHM’ye nazaran daha az şekilci bir yorum yaptığı da söylenebilir.
Doğrudan hukuk kurallarının yorumuna ilişkin yapılabilecek tespitlerin dışında, BM İHK’nin aksine AİHM özelinde, taraf devletlerin temsilcilerince kaleme alınmış olan, hakların korunmasında ulusal makamların önceliğine ilişkin ikincillik ilkesini vurgulayan Brüksel Deklarasyonu’nu da unutmamak gerekir[23]. Bunun elbette karara doğrudan bir etkisi olduğunu iddia etmiyorum. Fakat AİHM’nin giderek artan bir iş yükü, maddi zorluklar altında olduğu da bilinen bir gerçek. BM İHK’nin ise AİHM’ye kıyasla, bu boyutta sorunlarla karşı karşıya olmaması önemli bir avantaj. Ayrıca BM İHK’nin Türkiye’ye karşı bugüne kadar esasa dair görüş verilmiş sadece bir başvurusu[24] olduğu düşünülecek olursa Komite’nin, yine AİHM’nin aksine, Türkiye’den gelen başvurular altında ezilmediğini de söyleyebiliriz. Bütün bunlar, ulusal hukukta öngörülen usuli şartlara uyulmamış olmasının sonuçlarını yorumlarken BM İHK’nin AİHM’den daha esnek davranabileceğine dair olumlu göstergeler olarak dikkate alınabilir.
Değerlendirme ve sonuç
Bu derece önemli bir davanın usuli bir detaya sıkışıp kalmış olması elbette ki üzücü. Ama bundan kurtulma umudu hala mevcut. BM İHK’nin yaşam hakkını koruyan 6. maddeye ilişkin temel ilkeleri belirlediği bir belge olan Genel Yorum’a bakıldığında da Roboski katliamındaki yaşam hakkı ihlaline ve soruşturmanın etkili olmadığına dair iddiaların Komite tarafından esastan tartışılarak kabul edilmesinin önünde en azından açık bir engel olmadığı da rahatlıkla söylenebilir. Zira Komite, güvenlik güçlerinin eylemlerinin insan hayatına yönelik yarattığı riski en aza indirecek şekilde planlanmasını, ölümle sonuçlanan olayların etkili biçimde soruşturulmasını[25] ve ölümle sonuçlanan olaylara ilişkin gerçeklerin ortaya çıkarılmasını[26] bu hükmün gereği olarak gördüğünü belirtiyor.
Bu iddiaları kabul eden bir Komite’den Sözleşme’nin ihlali yönünden çıkacak görüş ise – yaygın kanının aksine – bağlayıcı olacaktır. Zira tıpkı AİHM’nin kararlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bağlayıcı bir yorumu olması gibi BM İHK’nin bireysel başvuru sonucu verdiği görüş de BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin bağlayıcı bir yorumudur. Bu konuda Komite’nin Türkiye’ye dair sonuçlandırdığı tek başvuru olan Atasoy ve Sarkut başvurusundaki şu alıntı oldukça açıklayıcıdır:
“12. Sözleşme’nin 2. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi uyarınca, taraf devlet başvuruculara, adli sicillerini temizleme ve tazminat dahil olmak üzere, etkili bir çözüm sunma yükümlülüğü altındadır. Taraf devlet gelecekte benzer ihlallerden kaçınma yükümlüğü altındadır.
13. Komite; Ek Protokol’e taraf olarak taraf devletin, Komite’nin Sözleşme’nin ihlal edilip edilmediğini tespit edeceğine dair yetkisini kabul ettiğini ve Sözleşme’nin 2. maddesi uyarınca, taraf Devletin ülkesindeki ve yetkisine tabi her birey için Sözleşme’de tanınan hakları korumayı ve ihlal tespiti halinde etkili ve icrai bir çözüm sağlamayı taahhüt ettiğini göz önünde bulundurarak taraf devletten, 180 gün içinde Komite’nin Görüşlerinin uygulanması için alınan önlemleri bildirmesini diler. (...)”[27]
Anayasa’nın 90. maddesinin 5. fıkrasındaki temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkacak bir uyuşmazlıkta antlaşmanın uygulanacağı hükmü de göz önüne alındığında, Komite’nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin ihlal edilmiş olduğuna ve buna dair gerekli önlemlerin alınması gerektiğine dair verdiği bir karar, soruşturma sürecinin yeniden başlamasını hukuken zorunlu kılacaktır.
Bu kısa hukuki değerlendirmenin gösterdiğini umduğum üzere Roboski’nin faillerinin bulunması ve aydınlatılması için BM İnsan Hakları Komitesi yolu da zorluklar ve bilinmezlikler barındırıyor. Fakat ortada bir ikilem olduğunu söylemek zor. Böylesi ağır bir insan hakları ihlalinin mağdurlarının kaderlerine terk edilmesi mi, yoksa hala çalınabilecek bir kapı varken bu kapının denenmesi mi? Umuyorum ki doğru seçenek için harekete geçmek uzun sürmez. (AMK/AS)
[1] AYM, Mehmet Encu ve diğerleri Başvurusu, Başvuru No. 2014/11864, 24.02.2016.
[2] AİHM, Encu ve diğerleri, Başvuru No. 49976/16, 17.05.2018. Kararın Türkçe çevirisi için bkz. URL: https://anayasagundemi.com/2018/05/18/ihamin-roboski-katliamiyla-ilgili-encu-ve-digerleri-v-turkiye-kabul-edilemezlik-kararinin-cevirisi/ (Çeviren: Atagün Mert Kejanlıoğlu, Erişim tarihi: 20.01.2019).
[3]Bianet.org, “Cezasızlık Kıskacındaki Roboski’de BM’ye Gidilecek.”, 28.12.2018 https://bianet.org/bianet/toplum/203974-cezasizlik-kiskacindaki-roboski-de-bm-ye-gidilecek (Erişim tarihi: 20.01.2019).
[4]Kerem Altıparmak ve Yaman Akdeniz hazırlanan başvuru metni için bkz. http://privacy.cyber-rights.org.tr/wp-content/uploads/2018/05/Roboski_AIHM_Basvurusu.pdf (Erişim tarihi: 22.01.2019).
[5] BM İHK’nin yaşam hakkını nasıl yorumladığına dair genel bir bilgi edinmek için örnek olarak Komite’nin Sözleşme maddelerine ilişkin yayınladığı yaşam hakkına ilişkin Genel Yorum’a bakılabilir. Bkz. BM İHK, Genel Yorum No. 36 (2018), CCPR/C/GC/36 URL: https://tbinternet.ohchr.org/Treaties/CCPR/Shared%20Documents/1_Global/CCPR_C_GC_36_8785_E.pdf (Erişim tarihi: 20.01.2018).
[6] Ek Protokol’ün ilk beş maddesine dayanan ve İHK Usul Kuralları’nın 96. maddesinde yer alan bu koşullardan geri kalanları şöyle: Başvurunun anonim olmaması ve taraf Devletlerin yetkisindeki bireylerce yapılmış olması; başvurucunun Sözleşme’de korunan haklardan birinin ihlalinin mağduru olması ve bu iddianın yeterince temellendirilmesi; başvurunun Sözleşme hükümleriyle bağdaşmaz olmaması. İlgili belgenin tamamı için BM İHK, Rules and Procedures of Human Rights Committee, CCPR/C/3/Rev.10, URL: http://docstore.ohchr.org/SelfServices/FilesHandler.ashx?enc=6QkG1d%2fPPRiCAqhKb7yhspSfzoplnqcaRnZEWMKfe1ubLHaoTy0k7tsLSWnKAGjsCg1MkVMje6aixvXokQy1mG%2f6syT7v1xw3XubpM5TkNHXmRF6Hwhv16SHBQ863Jpx (Erişim tarihi: 21.01.2018).
[7] BM İHK, S.P./Rusya Federasyonu, Başvuru No. 2152/2012, 27.10.2016, para. 11.2. Ayrıca bkz. Kirsten A. Young, The Law and Process of the U.N. Human Rights Committee, Transnational Publishers, 2002, s. 172.
[8] Tüm ülkelerin koyduğu çekinceler için bkz. https://treaties.un.org/Pages/ViewDetails.aspx?src=TREATY&mtdsg_no=IV-5&chapter=4&clang=_en#EndDec (Erişim tarihi: 20.01.2018). Türkiye’nin koyduğu çekince için bkz. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/08/20060805-1.htm (Erişim tarihi: 20.01.2018).
[9] BM İHK, Wdawiak/Polonya, Başvuru No. 1446/2006, 31.12.2006, para. 6.2.
[10] Örneğin BM İHK, Elena Pronina/Fransa, Başvuru No. 2380/2014, 21.07.2014, para. 4.3; BM İHK, X/Norveç, Başvuru No. 2474/2014, 05.11.2015, para. 6.2.
[11] BM İHK, Gobin/Mauritus, Başvuru No. 787/1997, 16.07.2001, para. 6.3.
[12]BM İHK, S.P./Rusya Federasyonu.
[13]Aynı yönde bkz. Yogesh Tyagi, The UN Human Rights Committee: Practice and Procedure, Cambridge University Press, 2011, s. 431.
[14] Cesaro P. R. Romano, “The Rule of Prior Exhaustion of Domestic Remedies: Theory and Practice in International Human Rights Procedures” in N. Boschiero ve diğ. (ed.), International Courts and the Development of International Law: Essays in Honour of Tullio Treves, T.M.C. Asser Press, 2013, s. 563.
[15] BM İHK, A.P.A/İspanya, Başvuru No. 433/1990, 25.03.1994; BM İHK, Gilberg/Almanya, Başvuru No. 1403/2005, 25.07.2006.
[16] Adli tatilin süreye katılmadığını zanneden avukatın hatası sonucu verilen kabul edilemezlik kararı için bkz. A.P.A/İspanya, para 6.2. Başvuru ile başvuruya konu olan kararın sunulmamış olmasına dayanılarak verilmiş kabul edilemezlik kararı için bkz. BM İHK, P.L./Almanya, Başvuru No. 1003/2001,22.10.2003, para. 6.6.
[17] BM İHK, Soo Ja Lim/Avusturalya, Başvuru No. 1175/2003, 25.07.2006, para. 6.2.
[18] BM İHK, J. R. T. and the W. G. Party/Kanada, Başvuru No. 104/1981, 06.04.1983, para. 2.5.
[19] J. R. T. and the W. G. Party/Kanada, para. 8 (b).
[20] AYM, Mehmet Encu ve diğerleri Başvurusu, Osman A. Paksüt’ün Karşıoy Gerekçesi, para. 11.
[21] Osman A. Paksüt’ün Karşıoy Gerekçesi, para. 16.
[22] Osman A. Paksüt’ün Karşıoy Gerekçesi, para. 14.
[23] Bu yöndeki eğilime bir örnek olarak bkz. Brüksel Deklarasyonu, 27.03.2015 https://www.echr.coe.int/Documents/Brussels_Declaration_ENG.pdf (Erişim tarihi: 20.01.2018).
[24] BM İHK, Atasoy ve Sarkut/Türkiye, Başvuru No. 1853/2008, 1854/2008, 29.03.2012.
[25] BM İHK, Genel Yorum No. 36 (2018), para. 13.
[26] BM İHK, Genel Yorum No. 36 (2018), para. 28.
[27]BM İHK, Atasoy ve Sarkut/Türkiye, para. 12-13.
* Katkıları için Av. Benan Molu’ya teşekkür ederim.