Roboski Katliamı ile Suruç Katliamı arasında dört yıllık kısa sayılabilecek bir zaman dilimi var. Kısa bir hatırlatma gerekiyor. Roboski adıyla anılan Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı sınırdaki köyde yaşayan Kürt halkı hayatını “sınır ticareti” ya da “kaçakçılık” adı verilen katır sırtında sigara, çay, akaryakıt taşımacılığı karşılığı kişi başı günlüğü 50 lira karşılığı “iş”le sürdürür. 2011 yılının yılbaşına ramak kala (28 Aralık) Türk askeri jetleri gece 22.00 sularında grup halinde katırları ve yükleriyle sınırdan bu yakaya geçmeye çalışan çoğu çocuk ya da ilk gençlik evresinde diyebileceğimiz grubun üzerine bomba yağdırır. 34 yoksul Kürt köylüsü, bedenleri bombalarla parçalanarak katledilir.
Dört yıl sonra bu kez yaz sıcağı, 2015 Temmuz’unda İstanbul’da toplanan, büyük çoğunluğu yüksek okul öğrencisi ve yine büyük çoğunluğu Türk olan 300 dolayında genç günler öncesinden başlatıp alenen duyurusunu yaptıkları kampanya ile Kobanê yoluna düşerler. Amaçları Kobanêli çocuklara bir oyun parkı yapmak ve topladıkları ya da cep harçlıkları ile tedarik ettikleri oyuncakları götürmektir.
Yol boyu oyuncaklarının içine kadar güvenlik birimlerince aranıp kimlik tesbiti yapılarak Suruç’a varırlar. Suruç Amara Kültür Merkezi Parkın’da basın açıklaması (20 Temmuz) esnasında patlayan / patlatılan bomba ile 32 gencin bedenleri parçalanarak katledilirler.
İki olayı incelediğimizde yine devletin ve kurumlarının “fail”liği üzerinden bir okumaya ihtiyaç duymamız gerektiği hemen dikkati çeker. Roboski’de devletin kendi kurumu olan askeri birimlerin yoksul Kürt köylüleri üzerine bomba yağdırması söz konusu iken, Suruç’ta ise yine devlet-iktidar okuması üzerinden bir okumaya ihtiyaç var. Yıllardır “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz!” meşhur sözünün sahibi muktedirin 21. yüzyıla yansıyan “suç”unun failliğinin canlı örneği ile karşılaşırız.
Bu kez aktör Kürt Sorununu “kendi sorunu” olarak bellediğini ve dahi “çözüm”üne soyunduğunu her fırsatta dillendiren ama bunu “sulandırıp” zamana yayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Öyle bir iktdar ki; İslamcılğın hiçbir türüne toz kondurmayıp, halel getirmeyen bir perspektife sahip! Bu sebeple başta Kürt Coğrafyası olmak üzere Ortadoğuyu kan gölüne çeviren IŞİD / DAİŞ belasını bile tehdit / tehlike görmeyen bir siyasal yapı! Artık dünyanın bile yüksek sesle dillendirdiği Türkiye’den katılımın “göz yumma” nedeniyle had safhada olduğu organize bir İslami terör yapılanması söz konusu.
Dört yıl arayla iki katliama baktığımızda; Roboskili 34 yoksul ve eğitimsiz Kürt köylüsü ile ülkenin 19 şehrinden çoğunluğu gayet iyi okullarda okuyan / okumuş (tıp, hukuk gibi) 32 Türk gencinin parçalanmış bedenleri birbirine karışıyor.
7 Haziran seçimlerinde başlayan “Biz” üzerinden bir toplumsal birliktelik bu kez muktedirin “katliam paydaşlığı” faktörü ile yeni bir ölü(m)lerde “biz”lik üzerinden kardeşliğe evriliyor. Yaşarken birlikte siyaset yapılıp sonuçları üzerinden mutluluk paydaşlığına reva görülmeyenlere, parçalanmış cesetler üzerinden bir paydaşlık işaret ediliyor. Geçtiğimiz yüzyılın sloganı olan “En iyi Kürt, ölü Kürttür” sözünün 21. yüzyılda vardığı aşama Kürdün dostluğunu ve mücadele yoldaşlığını tercih edenler de en iyi “ölülerdir” demeye getiriliyor.
Adeta 33’lük bir tesbihin ipi kopmuş taneleri gibi savrulan ve dağılan parçalanmış genç insan bedenleri uçuşuyor Kürdistan topraklarına! Suruç’ta 32, Roboski’de 34…Bundan sonra her otuzlu rakamı duyduğumuzda 70 yıl önce Van Özlap’taki 33 Kürt köylüsünün katliamını da anımsayarak; sabır için 33’lük tesbihi her elimize aldığımızda anımsayacağımız, ya da hiç unutmayacağımız budur.
Gerçi sabrı defterimizden sileli çok oldu ya! Yine de Barış için Ya Sabır! (ŞD/EKN)